«Demek o esrarengiz böcek Samsa’nın yazarı bu», dedim kendi kendime; karşımda normal, nazik bir adam görmek beni adeta düş kırıklığına uğratmıştı. Babam bizi yalnız bırakarak odadan çıkıp gitti derken. «Şiirlerinizde henüz çok gürültü var», diyerek söze başladı Kafka. «Bu da gençliğin bir belirtisi; yaşamsal güçlerin bolluğunu gösteriyor. Diyeceğim, gürültünün kendisi güzel, ama sanatla bir ilişkisi yok. Hatta tersine, üslubu olumsuz yönde etkiliyor. Ne var ki, eleştirmen değilim ben. Öyle çarçabuk bir başka kimliğe bürünüp sonra yine kendime dönemem ve gereken uzaklığı tam olarak belirleyemem. Dediğim gibi, eleştirmen değilim. Yalnızca yargılanan biriyim ve bir seyirciyim.»
“O dehşet verici uykusuz geceler olmasaydı, ben hiçbir şey yazamazdım”
1920 yılı Mart ayının sonuna doğruydu, bir akşam yemekte oturuyorduk, babam ertesi gün öğleden önce bürosuna uğramamı söyledi.
«Okulu sık sık asıp kitaplığa gittiğini biliyorum», dedi. «Yarın bana geleceksin.Gelirken efendi gibi giyinmeyi de unutma. Seninle birini görmeye gideceğiz.»
Ben: «Kim bu görmeye gideceğimiz?» diye sordum. Merakım babamı eğlendirmişe benziyordu. Ama bir açıklamada da bulunmadı.
«Sorma», diye yanıtladı. «Merakını yen, bir sürpriz olsun senin için.»
Ertesi gün babama yollandım, öğleden az önceydi. İşçi-Kaza Sigortası’nın üçüncü katındaki bürosuna girdiğimi görünce beni tepeden tırnağa bir iyice süzdü, masasındaki gözlerden ortadakini açıp yeşil bir dosya çıkardı, üzerinde süslü bir yazıyla Gustav ismi okunuyordu. Dosyayı önüne koyup uzun uzun bana baktı. Bir süre sonra:
«Ne dikiliyorsun öyle? Otursana!» dedi.
Yüzümdeki sabırsız ifadeyi görünce babamın gözkapakları muziplik taşan bir ifadeyle hafifçecik kısılmıştı.
«Korkman gereksiz, seni paylayıp azarlayacak değilim», diye söze başladı dostça. «Seninle bir arkadaş gibi konuşacağım. Baban olduğumu unut, kulak ver şimdi söylediklerime. Sen şiir yazıyorsun.» Bunu söylerken sanki önüme bir fatura çıkarıp koyacakmış gibi beni süzdü. Ben kekeleyerek: «Nereden biliyorsun?» diye sordum.
«Nasıl öğrendin?»
«Basit», diye yanıtladı babam. «Her ayın sonunda gelen elektrik faturasına bakıyorum, yüklü mü yüklü. Evde nasıl bu kadar çok elektrik harcanıyor, bir araştırayım dedim. Gördüm ki senin odanda gece geç vakitlere kadar ışık yanıyor. Acaba ne yapıyor bu çocuk böyle diye merak edip izledim seni. Baktım habire bir şeyler yazıyor, sonra yazdıklarını yırtıp atıyor ya da utanıp sıkılmış gibi piyanonun içine saklıyorsun. Bir gün öğleden önce sen okuldayken, hele bir göz atayım şunlara dedim.
«Ne oldu sonra?»
Yutkundum.
«Ne olacak» dedi babam. Elime siyah bir defter geçti, üzerinde Yaşantılar Kitabı yazıyordu. İlgimi çekti, ama bunun senin günlük olduğunu anlayınca yine bıraktım elimden. Ruhunu yağmalamak istemedim.»
«Ama şiirleri okudun.»
«Evet, okudum. Koyu renk bir dosyanın içindeydi hepsi, dosyanın üzerinde de Güzellikler Kitabı yazıyordu. Çoğunu anlamadım. Bazısını da aptalca bulduğumu belirtmeliyim.»
«Peki, niçin okudun şiirlerimi?»
On yedisindeydim o zamanlar, en ufak şeyden gururum fena halde inciniyordu.
«Neden okumayacakmışım?» diye yanıtladı babam. «Sanatsal çalışmalarından niçin haberim olmasın? Şiirlerinden birkaçı hoşuma bile gitti. Uzman bir kişinin bu konuda ne diyeceğini merak ettim. Onun için stenoyla kopya ettim şiirleri, burada da daktiloyla yeniden yazdım.»
«Hangilerini?»
«Hepsini», diye yanıtladı babam. «Yalnızca kendi anladıklarına değer veren biri değilim ben. Amacım kendi beğenimin değil, senin çalışmalarının değeri konusunda bir fikir edinmekti. Dolayısıyla, bütün şiirlerini kopya edip görüşünü almak üzere Dr. Kafka’ya verdim.»
«Kimdir bu Dr. Kafka? Şimdiye kadar kendisinden hiç söz etmedin.»
«Max Brod’un yakın bir dostu», diye açıkladı babam.
«Max Brod, Tycho Brahe’nin Tanrı Yolu
isimli kitabını ona ithaf etti.»
«Değişim’in yazarı yani», diye haykırdım ben. «Harika bir öykü! Demek kendisini tanıyorsun?»
Babam, başını sallayarak onayladı sorumu.
«Bizim hukuk servisinde çalışıyor.»
«Peki, ne dedi şiirler için?»
«Övdü. Ben bunu öylesine yapıyor sandım. Ama sonra seninle tanışmak istediğini belirtti. Ben de senin bugün büroya geleceğini söyledim.» «Demek görmeye gideceğimiz kimse bu.» «İyi bildin, şair bozuntusu!» Bunun üzerine babam beni alıp ikinci kata indirdi. İyi döşenmiş oldukça geniş bir bürodan içeri girdik.
Yan yana duran iki masanın birinde ince, uzun boylu biri oturuyordu. Arkaya taranmış siyah saçları, kemer bir burnu, dikkati çekecek kadar dar bir alın altında olağanüstü gri mavi gözleri ve acımsı-tatlı gülümseyen dudakları vardı.
Selam yerine: «Bu seninki olacak galiba», dedi.
Babam da: «Evet, o», diye yanıtladı.
Dr. Kafka toka için elini uzattı.
«Benden utanıp sıkılmanız için neden yok. Kendim de elektrik için kabarık faturalar ödeyen biriyim.»
Dr. Kafka güldü, o gülünce benim de sıkılganlığım gitti üzerimden.
«Demek o esrarengiz böcek Samsa’nın yazarı bu», dedim kendi kendime; karşımda normal, nazik bir adam görmek beni adeta düş kırıklığına uğratmıştı.
Babam bizi yalnız bırakarak odadan çıkıp gitti derken. «Şiirlerinizde henüz çok gürültü var», diyerek söze başladı Kafka. «Bu da gençliğin bir belirtisi; yaşamsal güçlerin bolluğunu gösteriyor. Diyeceğim, gürültünün kendisi güzel, ama sanatla bir ilişkisi yok. Hatta tersine, üslubu olumsuz yönde etkiliyor. Ne var ki, eleştirmen değilim ben. Öyle çarçabuk bir başka kimliğe bürünüp sonra yine kendime dönemem ve gereken uzaklığı tam olarak belirleyemem. Dediğim gibi, eleştirmen değilim. Yalnızca yargılanan biriyim ve bir seyirciyim.»
«Peki yargıç kim?» diye sordum ben.
Kafka, ne diyeceğini şaşırmış, gülümsedi.
«Gerçi aynı zamanda mahkemede mübaşir de sayılırım, ama yargıçları tanımam. Kim bilir, belki de pek sıradan bir mübaşir yardımcısıyım. Yani kesinlikle şuyum ya da buyum diyemem.» Kafka güldü. Söylediklerini anlamadımsa da ben de katıldım gülmeye.
«Kesin bir şey varsa, o da acıdır», dedi Kafka ciddi bir edayla. «Ne zamanları yazıyorsunuz?»
Hiç beklemediğim bir soruydu bu, dolayısıyla hemen yanıtladım: «Akşamları, geceleyin. Gündüz pek seyrek. Gündüzleri pek başaramıyorum yazmayı.»
«Büyük bir büyü saklıdır gündüzlerde.»
«Gündüzün ışık beni rahatsız ediyor; fabrika, karşıdaki evler, pencereler sonra. Ama en çok ışıktan rahatsız oluyorum. Işık dikkatimi dağıtıyor.»
«Belki de dikkatin içteki karanlık üzerinde yoğunlaştırılmasını önlüyor. Işığın insanı yenilgiye uğratması iyidir. O dehşet verici uykusuz geceler olmasaydı, ben hiçbir şey yazamazdım. Ama işte bu geceler karanlık hücre hapsimin dönüp dolaşıp bilincine varmamı sağlıyor.»
“Bu adamın kendisi Değişim’deki o zavallı böceğe benzemiyor mu?” diye kafamdan bir düşünce geçti ansızın
O anda kapının açılıp babamın içeri girmesine sevindim.
Siyah ve gür kaşlarının altında gri renkte iri gözleri var Kafka’nın. Esmer yüzü büyük bir devingenlik içinde. Kafka yüzüyle konuşuyor.
Söylemek istediği sözün yerine yüz kaslarının bir devinimini geçirebilecek oldu mu, hemen yapıyor bunu. Bir gülümseme, kaşların bir çatılışı, dar alında beliren kırışıklıklar, dudakların sarkıtılması ya da sivriltilmesi -bütün bunlar konuşulacak cümlelerin yerini tutan devinimleri oluşturmakta.
Kafka jestleri seviyor, dolayısıyla tutumlu kullanıyor onları. Kafka’nın jestleri ağızdan çıkan sözcüklerin konuşmaya eşlik eden yinelenişleri değil, adeta devinimlerde sürdürülen bağımsız bir konuşmanın sözcükleridir, bir anlaşma aracıdır, yani asla pasif bir refleks değil, belli bir amaca yönelik dışavurumlardır.
Gustav Janouch
Kaynak: Kafka İle Söyleşiler