Alan çalışması yapan etnograflar, sahtekârlık yaptıklarının farkında olan şamanların bile kendi güçlerine ve özellikle de diğer şamanlarınkine inandıklarına ikna olmuş görünüyorlar: Kendileri ya da çocukları hastalandığında onlar da yardım için başka şamanların kapısını çalıyorlar.
Bir kimse bir rolü canlandırdığında ima yoluyla gözlemcilerinden gözleri önüne serilen izlenimleri ciddiye almalarını talep eder. İzledikleri karakterin sahipmiş gibi göründüğü niteliklere gerçekten de sahip olduğuna, yapmakta olduğu işin yol açacağı ima edilen sonuçlara gerçekten yol açacağına ve genelde her şeyin göründüğü gibi olduğuna inanmaları istenir kendilerinden.
Buna uygun olarak, kişinin performansını ve sahnelediği gösteriyi “başkaları için” yaptığına dair popüler bir görüş de vardır. Performansları ele alırken
soruyu tersine çevirmek ve kişinin karşısındakilerde yaratmaya çalıştığı gerçeklik izlenimine kendisinin inanıp inanmadığı sorusuyla başlamak yerinde olacaktır.
Bir uçta, oyuncu kendini oyununa tamamen kaptırmış olabilir; sahnelediği gerçeklik izleniminin gerçek gerçeklik olduğuna samimi şekilde ikna olabilir. Seyircisi de sergilenen gösteriye böylece ikna olduğunda, en azından o an için, yalnızca sosyologlar veya toplumdan hoşnutsuz birisi sunulanın “gerçekliğinden” kuşku duyacaktır.
Diğer uçta ise, oyuncu kendini rutinine hiç de kaptırmamış olabilir. Bu anlaşılabilir bir ihtimaldir, çünkü oyunun gerçek yüzünü görmek açısından kimse onu sahneleyen insan kadar iyi bir gözlem noktasına sahip değildir. Üstüne üstlük, oyuncu seyircisinin inancını sadece başka amaçlara ulaşmak için yönlendiriyor olabilir ve kendisi ya da durum hakkında ne düşünecekleri pek de umurunda olmayabilir. Kişi kendi oyununa hiç inanmadığında ve seyircisinin neye inandığı da sonuçta umurunda olmadığında, onun bir kinik olduğunu söyleyebiliriz; “içten” sözcüğünü ise kendi performanslarının yarattığı izlenime inanan insanlar için kullanırız. Buradan anlayabileceğimiz gibi kinik, profesyonelce mesafeli davranışlarıyla, kendi kandırmacasından pek de profesyonel olmayan bir haz alabilir; seyircilerin ciddiye aldığı bir şeyle canının istediği gibi oynayabilmekten memnuniyet duyarak ruhsal bir saldırganlık yaşayabilir.
SİMONE DE BEAUVOİR: GERÇEKTE, KENDİNE HAYRANLIK, ÇOK BELİRLİ BİR YABANCILAŞMA SÜRECİDİR
Tabii ki, bütün kinik oyuncuların seyircilerini “şahsi çıkar” ya da özel kazanç için kandırmak istediğini varsaymıyorum. Kinik kimse seyircileri “kendi iyilikleri için” veya “toplumun iyiliği için” vs. kandırabilir. Böyle oyunculara örnek vermek için Marcus Aurelius veya Hsun Tzu gibi mutsuz aydınlara kadar gitmemize gerek yok. Diğer zamanlarda içten olan hizmet sektörü pratisyenlerinin bazen müşteriler çok arzuladığı için onları kandırmak zorunda kaldığını biliyoruz. Plasebo vermek durumunda kalan doktorlar, endişeli kadın sürücüler için isteksizce tekrar tekrar lastik basıncını ölçen benzin istasyonu çalışanları, uygun boyda bir ayakkabı satan ama müşteriye duymak istediği ayakkabı numarasını söyleyen ayakkabı satıcıları, seyircileri izin vermediği için içten olamayan kinik oyunculara örnektir. Benzer şekilde, hayal kırıklığı yaratan aklı başında bir gösteri izlemek zorunda kalmasınlar diye hemşirelik öğrencilerine acıyan kimi akıl hastalarının bazen tuhaf semptomlar sergiledikleri anlaşılıyor. Yine, astlar ziyarete gelen üstlerine en
“Büyük akıl hastanelerimizdeki ‘sosyal iyileşmeler’ üzerine yaptığım bir inceleme, bana hastaların sıkça çevredeki insanlara semptomları göstermemeyi öğrendikleri için taburcu edildiklerini öğretti. Diğer bir deyişle, kendi ortamlarını, kuruntularına karşı önyargıların farkına varacak denli çözmüşlerdi. Adeta kendilerini çevreleyen bu aptallığa hoşgörü gösterecek denli bilgeleşmiş, sonunda bunun kötü niyetten değil aptallıktan kaynaklandığını anlamış gibiydiler. Böylece başkalarıyla ilişkiden tatmin duygusu alabiliyorlardı, bir yandan da içlerindeki arzuların bir kısmını psikotik yollardan açığa vuruyorlardı “muhteşem” karşılamayı sergilerken, göze girme yönünde bencil bir arzu bunun başlıca nedeni olmayabilir; üstün normal karşıladığım düşündükleri türde bir dünya sergileyerek astlar ince bir şekilde üstlerini rahatlatmaya çalışıyor olabilirler.
İki aşın uçtan söz ettim: Kişi kendi oyununa inanabilir ya da klinik bir yaklaşım içinde olabilir. Bu aşırılıklar bir yelpazenin iki ucundan başka bir şey değildir. Her biri bireye kendine özgü güvenliği ve savunması olan bir konum sağlar, bu nedenle bu iki kutuptan birine yaklaşmış olanlarda yolun sonuna kadar gitmeye yönelik bir eğilim olacaktır. Kendi rolüne içten şekilde inanmaması durumunda, kişi Park tarafından tarif edilen doğal hareketin izinden gidebilir:
“Kişi” (persorı) sözcüğünün ilk anlamının “maske” olması büyük olasılıkla basit bir tarihsel rastlantı değildir. Daha ziyade herkesin her zaman ve her yerde, az çok farkında olarak belli bir rolü oynadığı gerçeğinin kabulüdür bu….
Biz birbirimizi bu roller içinde tanırız; bu rollerde kendimizi tanırız. Bir anlamda, kendimiz hakkında oluşturduğumuz anlayışı -hakkını vermeye çalıştığımız rolü- temsil ettiği sürece bu maske bizim daha hakiki benliğimizdir, olmak istediğimiz halimizdir. Sonuçta, rolümüzü anlayış
şeklimiz doğamızın, kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelir. Bu dünyaya bireyler olarak geliriz, kişilik kazanırız ve birer kişi oluruz.
Buna Shetland adasındaki sosyal yaşamdan da örnekler verebiliriz. Son dört-beş yıldır adadaki turistik otel çiftçi kökenli bir karı-koca tarafından işletiliyordu. Ta başından beri, otelin sahipleri yaşamın nasıl olması gerektiğine dair kendi anlayışlarım bir kenara bırakmak ve otelde eksiksiz bir orta sınıf hizmet anlayışı ve tarzı sergilemek zorunda kalmışlardı. Ne var ki, son zamanlarda, göründüğü kadarıyla işletmecilerin kendileri de sergiledikleri performansa eskisi kadar kinik yaklaşmıyorlardı; kendileri de orta sınıfa dönüşmeye başlamış ve müşterilerin kendilerine yakıştırdığı benliği gittikçe daha çok sever hale gelmişlerdi.
Daha önce değindiğimiz gibi, inanmamaktan inanca uzanan döngüyü diğer yönde, inanç veya ikircikli bir özlemden başlayarak klinikte son bulan yönde takip etmek de mümkündür. Halkın adeta kutsal bir saygı gösterdiği mesleklerde genellikle yeni katılımcılar döngüyü bu yöne doğru izlerler. Meslekte yeni olanların döngüyü bu yönde izlemelerinin nedeni yavaş yavaş seyircilerini aldattıklarının farkına varmalarından ziyade -çünkü ortaya attıkları iddialar normal toplumsal standartlara göre gayet geçerli olabilir- bu
klinikliği kendi iç benliklerini seyircilerinden soyutlamak için kullanabilmeleridir. Ve inançla bağdaştırdığımız mesleklerde bile, kişinin sergilemek zorunda olduğu performansa belli bir hissiyatla başlamasını, onun konumundaki bir insanın kendine duyduğu inancın geçireceği tüm aşama ve dönüm noktalarını tamamlamadan önce içtenlik ve kiniklik arasında birkaç kez gidip gelmesini bekleyebiliriz. Tıp okulu öğrencilerinin anlattıklarına göre, aynen bu şekilde, başta idealist olan yeni öğrenciler genellikle bir süre için kutsal özlemlerini bir kenara bırakır. İlk iki yıl süresince öğrenciler, tüm zamanlarını sınavlardan geçmeye adayabilmek için tıbba karşı ilgilerinden vazgeçmeleri gerektiğini görürler. Sonraki iki yıl boyunca da hastalıklar hakkında bilgi sahibi olmakla çok meşgul olduklarından hastalarla ilgilenemezler. Anca tıp okulundan sonra tıp hizmeti hakkında başlangıçta sahip oldukları ideallere geri dönebilirler.
Her ne kadar kliniklikle içtenlik arasında doğal bir gidip gelme hareketi bulmayı beklesek bile, ufak çaplı bir kendini kandırmanın gücüyle sürdürülebilecek geçiş noktalarım da göz ardı etmemeliyiz. Bir kimse seyircilerin onu ve içinde bulunduğu durumu belli bir yönde yargılamaları için çaba gösterebilir ve bu yargıyı yaratmayı başlı başına bir amaç olarak benimseyebilir, ama yine de kendisinin seyirciden talep ettiği şekilde değerlendirilmeye layık olduğuna veya izlenimini yaratmaya çalıştığı gerçekliğin geçerli olduğuna tümüyle inanmıyor olabilir. Kliniklikle inancın bir diğer karışımına ise Kroeber’in şamanizm üzerine söylediklerinde rastlıyoruz:
Bir de aldatma ile ilgili o eski soru var. Büyük ihtimalle çoğu şaman veya lokman, dünyanın neresinde olursa olsun, tedavide ve özellikle de güç gösterilerinde el çabukluğu hilelerinden yardım alıyorlardır. Bu el çabukluğu bazen kasıtlı olarak yapılır; çoğu vakada ise farkındalık önbilinçten daha derine inmez. Bu konudaki tavır, bastırma söz konusu olsa da olmasa da, inançlı bir sahtekârlık gibi görünüyor. Alan çalışması yapan etnograflar, sahtekârlık yaptıklarının farkında olan şamanların bile kendi güçlerine ve özellikle de diğer şamanlarınkine inandıklarına ikna olmuş görünüyorlar: Kendileri ya da çocukları hastalandığında onlar da yardım için başka şamanların kapısını çalıyorlar.
Erving Goffman
Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (Metis Yayınları)