Gülse Birsel: “İyi ki insanlar tam olarak ne düşündüklerini söylemiyorlar”

172

Vestiyer Nedir ki?
Günlük hayatta birtakım uyanıklar tarafından sürekli söğüşteniyoruz. Birçok örnek var. Mesela vestiyer denen olay. Bir restorana gidersiniz. Bir adam sizin paltonuzu alır, asar, çıkarken de geri verir. Siz de ona mecburen para verirsiniz. Şimdi ben buna tam olarak niye para veriyorum, biri anlatabilir mi acaba?
Yani yemeği yedim, parasını verdim anladık. Çünkü yemekleri birileri pişiriyor, birileri getiriyor. Ama paltomu kendim asabilirim!
Asabildiğim gibi, geri de alıp giyebilirim. Yani zaten, her gün evde yaşadığım bir şey, ne gibi bir hata yapabilirim ki?
Vestiyer olayı ilginç. Diyelim ki vestiyere eleman alınacak. Nasıl bir beceri aranıyordur ki?
“Palto asabilir misin?”
“Hem de çok iyi!”
“Hmm. Peki askıdan geri alabilir misin?”
“Şimdi açık söyleyeyim, o konuda o kadar iddialı değilim. Ama asma bölümünde, benden iyisi yoktur!”
Bir sürü böyle yer var, çaktırmadan kazıklandığımız.
Çamaşır yumuşatıcılar mesela. Kardeşim çamaşırı sertleştiren deterjan değil mi? Onu da siz yapmıyor musunuz? Eee?
Bir de, bambaşka bir örnek vermek istiyorum.
Kiralık ev tutarken “hava parası” diye bir şey vardır.
Yani depozito değil, peşinat değil, hava parası.
işte adam kazıklayacaksan, böyle açık açık yapacaksın. Dalganı geçeceksin. Katakulli yapmadan, göz göre göre…
Uyanıklık böyle olur.
işine gelirse.

Zorluklara Katlanma
Her işin kendine göre zorluğu, stresi vardır derler.
Yalan!
Bence yalan.
Bir sürü meslek var ki, stresin neden kaynaklandığını anlamak mümkün değil.
Mesela postanede, mektuplara damga basan arkadaşın stresi, olsa olsa geçim sıkıntısından, özel problemlerden falan kaynaklanıyordur.
Yoksa işin kendisinde pek bir şey yok, itiraf edelim.
“Evvet, damgayı alıyorum, işte mektup, doğru yere basmalıyım, acaba basabilecek miyim, yoksa kenara mı gelecek? Ah, bu strese dayanamıyorum.” Böyle bir şey yok ki.
Veya kaligraflar:
“Lütfen beni bu telefondan aramayın. Benim hafta sonuna kadar bütün küçük a’ların içini doldurmam lazım! Sinirlendirmeyin beni! Patlayacağım stresten!”
işin gerginlik katsayısıyla, işi yapanın sinirliliği galiba ters orantılı.
Beyin cerrahları, pilotlar falan, gayet sakin, güler yüzlü insanlar genellikle. Ama mesela tanıdığım bütün santral memureleri ters ve gergin tipler.
Her şeye sinirleniyorlar.
Kardeşim, stresini azalt, en kötü ihtimalle yanlış numarayı bağ’ layacaksın. Öteki beyinle oynuyor, o n’apsın?

Gerçek Mesleğiniz Ne, Söyleyin!
Birçok casus filminde değişik karakterler gözümüze çarpar.
Mesela, köşedeki kitapçının gözlüklü, sessiz sedasız tezgâhtan, aslında bizimkiler için çalışmaktadır ve bir sürü kitabın içinde de silah falan saklıdır.
Sonra, esas çocuk veya esas kız, özel bir görev için, garson, dansçı, kasiyer kılığına falan girer; komedi unsuru da varsa, bu işleri beceremeyip bir alay salaklık yaparak acemi olduğunu belli eder…
Ben etraftaki birçok profesyonelden şüpheleniyorum.
Mesela süper marketlerdeki görevliler.
Elbette hepsi üzerine alınmasın ama, şöyle şeyler oluyor.
‘Merhaba, baharatlar ne tarafta?
‘Ayy, eee, hiç bilmiyorum!
Şimdi bu kızın, kesin gizli bir görevi var!
Ben marketten çıktıktan iki saniye sonra, silahını çıkarıp, taklalar atarak bir seri katil falan yakalıyor diye ümit ediyorum. Çünkü eğer gizli görevde değil de gerçekten kendi işindeyse, çok üzücü.
Sonra bazı garsonlar, onlar kendini biliyor:
‘Acaba bu menüdeki sebzeli tavuk haşlama mı, kızartma mı? \ani nasıl yapılıyor?
‘Şimdeee, tavukla yapılıyor. Ve… Sebze konuyor.
Hadi ya!
Şimdi bu adam kesin casus!
On dakika önce gelmiş, kılık değiştirmiş, gizli görevde.
İnsanın bu kadar mı dünyadan haberi olmaz?
Bence çoğu kasiyerin, garsonun, elektronik dükkânı çalışanının asıl mesleği bu değil.
Onlar bilgi toplamak veya binlerini takip etmek için görevlendirilmişler!

Reklam Aileleri
Reklamlar gerçekçi değildir ve gerçekçi olmamalıdır. Bir fırın reklamı hatırlıyorum.
Hikâye şu, standart Türk ailesinin başına gelebilecek, sıradan bir olay.
Şimdi bunların Japon ahçıları var!
Japon ahçı, hepimizin evindeki mutfaklar gibi, 150 metrekare’ lik, yüksek tavanlı, tamamen metal, teknolojik mutfakta, Japon ye’ meği yapıyor.
Hepimizin hayatından bir kesit yani!
Çocuklar çok seviyor. E, bütün çocuklar sever Japon yemeği!
O arada bir bakıyorlar ki Japon şef yemeği o markanın fırının’ da pişirmiş, onun için çocuklar o kadar sevmiş.
Evin babası Japona bu konuda şakalar yaparken kamera uzak’ laşıyor, reklam bitiyor.
Bu reklamdan sonra bütün Türk babalar kendilerini fakir ve ba’ şansız hissettiler. “Vay be! Bütün Türkiye nasıl yaşıyor, bir de bize bak. Yapamadım ben, beceremedim. Japon değil, Türk ahçı bile yok evde!” diye.
Reklamlar ideal hayatları, güzel evleri, hoş insanları gösterip bize ilham verirler. Reklam dünyası ışıltılıdır ve parayı pulu düşünmez, öylece saçar!.

Olmaz Dostum, Bende De Yok!
ilişkilerde, işyerinde, arkadaşlıklarda çoğu zaman düşündüklerimizi söylemiyoruz. Yuvarlak laflar ve bahanelerle işi idare etmeye çalışıyoruz.
Başka ne yapacağız ki?
Diyelim ki bir arkadaşınız sizden borç istedi:
-Yani çok mecbur kalmasam asla borç istemem biliyorsun.
Altyazı: Borç istiyorum, vermezsen çok ayıp olacak.
-Biliyorsun senin için canımı veririm…
Altyazı: Hazırlıklı ol, avucunu yalayacaksın.
-Ama şu anda benim durumum da hiç parlak değil. Azıcık bir Param vardı, onu da dün vadeliye koydum.
Altyazı.- Uç kuruş param var onu da sana mı vereceğim, yok artık
-Ben seni de zor duruma sokmak istemem tabii, Ama zaten banka ne faiz veriyorsa, ben de borcu geri verirken onu öderim.
Altyazı: Öyle kaldın mı cimri herif, bakalım şimdi ne bahane bulacaksın.
-Ehh, O zaman tabii, dostluk böyle günlerde belli olur, yarın göndereyim sana parayı.
Altyazı :Alah kahretsin, birkaç gün savsaklarım herhalde, sonra da telefonlara çıkmam.
‘Abicim, zahmet etme, ben akşam üstü uğrar alırım.
Altyazı: Alnımızda enayi yazmıyor, işi şansa bırakmayız, kendimiz gelir, söke söke alırız.
‘Nasıl istersen canım kardeşim.
Altyazı: Pis herif.
‘Şimdiden sağ ol varol canım.
Altyazı: Ne uğraştırdı cimri köpek, vereceği üç kuruş.
İyi ki hayat böyle değil. İyi ki insanlar tam olarak ne düşündüklerini söylemiyorlar.

Lotodan Para Çıksa, Mesela…
Lotodan para çıksa ve zengin olsanız, loto yüzünden para kazandığınızı söyler miydiniz?
Ben söylemezdim.
Çünkü çok aptalca. Diyelim ki sordular:
“Ne kadar güzel bir ev, ne müthiş bir sanat koleksiyonunuz var üstat. Söyleyin bakalım, bu genç yaşta nereden kazandınız bu paraları?”
Ben şöyle derdim: “Boş bir zamanımda bir bilgisayar yazılımı ha’ zırladım, kendim eğlenmek için. Sonra onu sağ olsunlar Amerikalı’ lar beğenip satın aldı… İşte bu yani.”
Veya:
“Matrix filmini biliyorsunuz. Hah. Senaryosunu ben şeyaptım. iyi para veriyorlar valla Hollywood’da. Öyle oldu.”
Yoksa “Bilet aldım, loto çıktı, şansa bak abi!” iğrenç!
Loto moto gibi şeylerden servet kazanan insanların en büyük şikâyeti, daha önceden var olduğunu bilmedikleri, sahte akrabaların ortaya çıkmasıdır.
Bu nasıl oluyor ben anlamıyorum. Yani aksi bu kadar kolay ispatlanacak bir şeyi, hangi salak şarlatan deneyebilir ki?
“Merhaba, lotoyu kazanmışsın, duyduk çok sevindik. Bizim de elimiz biraz sıkışmıştı. Ben teyzenin oğluyum!” ,
“Benim teyzem yok ki kardeşim.”
“Ya… Eee…Var, var. Ama sen bilmiyorsun!”
Nasıl yutturacaksın ki böyle bir şeyi?
Tut ki, şarlatan olarak, görümce, elti, kayınbirader gibi daha karışık akrabalık ilişkilerine güvenip, işin içinden uzun denklemlerle çıkmaya çalıştın:
“Hayati, tebrikler, lotoyu kazanmışsın. Sen beni hatırlamazsın. Ben senin teyzenin, oğlunun, babasının, kayınçosuyum. Ya.”
“Teyzemin oğlunun babasının kayınçosu… Babam oluyorsunuz
yanı!
Piyango, loto falan kazanmak aslında kolaydır, zengin olmak zordur!

Gülse Birsel – Gayet Ciddiyim

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz