“Gel de şimdi ayıkla pirincin taşını bakalım!” Hatip – Anton Çehov

Tutanak yazmanı Kirila İvanoviç, bir gün ansızın ölüverdi. Kendisini bir bahar sabahı gömdüler. Ölümü, ülkemizde adamakıllı yaygın iki hastalıktan olmuştu : Huysuz bir karı ve alkol!…

Cenaze alayı kiliseden gömütlüğe doğru hareket ettiği zaman, ölenin yakın dostlarından Poplavskiy, hemen bir faytona atlayarak, arkadaşı Grigoriy Petroviç Sapoikin’in evine yollandı. Sapoikin, henüz genç bir adam olmasına karşın, herkesçe pek sevilen ve aranan bir kimseydi. Sapoikin’in, düğünlerde, jübilelerde ve gömme törenlerinde, doğaçtan konuşma yeteneğine sahip, eşine az rastlanır bir kişi olduğunu pek çok okuyucu bilir. Gerçekten Sapoikin, her yerde görülmemiş ve duyulmamış bir yeteneğe sahipti; üstelik, canı ne zaman isterse konuşabiliyordu. Uyurken, aç karnına, zilzurna sarhoşken, hatta ve hatta, 40 derece ateşle yatıp sayıklarken bile konuşmak onun için işten değildi. Sözler ağzından, sanki gür bir pınarın suyu gibi, ardı arkası hiç kesilmeden, akar da akardı. Sözcük dağarcığında, herhangi bir oteldeki tahtakurularından, acıklı, dinleyenleri üzüntüye boğan deyimler vardı. Bu yüzden bazen, özellikle zengin düğünlerinde, onun ağzını kapatıp, daha çok konuşmasına engel olabilmek için, polisin ivedi yardımına başvurmak gerekirdi.

Poplavskiy, arkadaşının evine varınca, soluk soluğa söze başladı:

— Hadi gözümün nuru, hiç durma, hemen giyin ve benimle birlikte gel. Tanıdıklardan biri öldü, şimdi kendisini öbür dünyaya uğurluyoruz. Veda makamında, duruma uygun güzel bir nutuk yumurtlaması gerekiyor birinin. Bütün umudumuz sende. Ölen basit bir kimse olsaydı, inan, seni tedirgin etmezdik; ana ölen, bugüne bugün koskoca bir yazman… Yani senin anlayacağın, kalem odasının direği, belkemiği… Böyle büyük bir hayvanı nutuk çekmeden ‘gömmek, yakışık almayacak doğrusu.

Sapoikin, esneyerek,

— Haaa, şu bizim içkiye düşkün yazman mı yoksa? diye sordu.

— Evet, ta kendisi. Türlü türlü hamur tatlıları, dört başı mamur bir kahvaltı… Üstelik, fayton parası da caba. Hadi, kuzum gel gidelim! Orada, gömütün başında, bütün hünerini ortaya dök. Ünlü hatip Ciçeron’a bile taş çıkartacak biçimde bir sürü martaval salla gitsin. Biraz sonra, çektiğin nutkun hazır bulunanlar üzerine ne büyük etki yaptığını, onların sana ne kadar minnettar kaldıklarını kendi gözlerinle görecek, kulaklarınla işiteceksin!

Sapoikin, arkadaşının bu önerisini seve seve kabul etti. Eliyle saçlarını karıştırdı, melankolik bir surat takınarak, Poplavskiy’in ardından yürüdü.

Faytona binip giderlerken,

— Sizin yazmanı iyi tanırım, dedi. Palavracının tekidir. Tanrı suçlarını bağışlasın ama, dünyada onun, gibi canavara az raslanır doğrusu.

Beriki, telaşla atılarak,

— Grişa, dedi, unutma ki, ölenlerin arkasından kötü şeyler söylemek doğru değildir.

— Haklısın dostum, «de mortuis nihil nişi bene» (1), ama neylersin ki, herifçioğlu, dalaverecinin, hergelenin en önde gideniydi.

İki arkadaş, yolda cenaze alayına yetişerek, katıldılar. Tabut pek ağır ağır götürülüyordu. Öyle ki, ölünün ruhunu hoşnut etmek için, yol üzerinde bulunan koltuk meyhanelerine uğrayarak, bir iki

Cl) Latince: Ölenler hakkında kötü şey söylenmez.

kadeh yuvarladıktan sonra, gömütlüğe dek kafileye üç kez yetişilebilirdi.

Gömütlükte, alışık olunduğu üzere, uzun uzun dualar ve İlahiler okundu. Bu arada, ölünün kaynanası, karısı ve baldızları, ellerinden geldiğince ağlayıp dövündüler. Hatta, tabut gömüte indirilirken, karısı,

— Bırakın ben de onun yanına gideyim! diye bağırdı; ama belki de, alacağı dul aylığını aklına getirerek, kocasının gömütüne atlamaktan vazgeçti.

Sapoikin, her şey yatışıncaya dek bekledi. Sonra, görevinin önem ve ciddiyetini kavramış bir insan edasıyla, ağır adımlarla gömüte doğru ilerleyerek, topluluğu şöyle bir süzdü ve hemen söze başladı ;

— Gözlerime ve kulaklarıma inanayım mı? Bu gömüt, gözyaşlarıyla ıslanmış bu yüzler, bu inlemeler ve sızlanmalar korkunç bir düş mü acaba? Ah, hayır, düş filan değil bu; gözlerimiz bizi aldatmıyor! Daha kısa bir süre önce, gençliğinin verdiği neşe içinde, gözlerimizin önünde, şen şakır dolaşan ve yorulmak nedir bilmeyen bir arı gibi, devlet hizmetinde bütün gücüyle çalışarak, kamunun refah ve mutluluğunu sağlamaya çaba gösteren o… şimdi aramızdan toz gibi uçup gitti; geride hayalinden başka bir şey bırakmadı. Acımasız ölüm, geçkin yaşta olmasına karşın, daha bütün güç ve kuvvetinin yerinde bulunduğu ve parlak umutlarla dolu olduğu bir sırada, hiç gözünün yaşına bakmadan, o’na kıyıcı pençesini uzatıp, bir anda canını alıverdi. Yerine konulması olanaksız, ne büyük bir kayıp! O’nun yerini kim dolduracak şimdi? Gerçi, bir çok yetişkin ve seçkin memurumuz var ama, Prokofiy Osiptiç’in üstüne kimse yoktur; o bir taneydi. Görev duygusu, o’nun bütün benliğini kaplamış, hatta öyle diyebilirim ki, iliklerine kadar işlemişti. Hiçbir zaman işinin çokluğundan yakınmazdı. O işten değil, iş o’ndan korkardı. Çalışmaktan başka bir şey düşündüğü yoktu; hatta bu yüzden, zavallının gözüne geceleri uyku bile girmezdi. Kişisel çıkarına hiç bakmaz ve asla rüşvet kabul etmezdi… Kamu zararına kendisine rüşvet vermeğe kalkan ve göz alıcı dünya mallarıyle görev duygusunu sömürmeğe çalışan bütün insanlardan tiksinir, kendisine sunulan bu türlü nimetleri şiddetle teperdi! Gerçi Prokofiy Osiptiç’in eline geçen üç kuruşluk maaşını, daha yoksul eş ve dostuna dağıttığını gözlerimizle görmüş değiliz ama, onun verdiği paralarla geçinen dul ve yetimlerin nasıl acı acı ağlayıp dövündüklerini daha biraz önce kendi kulaklarınızla işitmediniz mi? Kendisini tüm işine vermişti. Hayatta bundan başka bir zevk tanımıyordu. Salt bu yüzden, bir aile yuvası kurmak mutluluğundan bile kendini yoksun bırakmıştı. Yaşadığı son güne dek bekar kaldığını hepiniz bilirsiniz! Arkadaşımız olarak o’nun yerini kim dolduracak? Üzerinden nurlu bir gülümseme hiç eksik olmayan, sinekkaydı tıraş edilmiş sevimli yüzü hala gözlerimin önünden gitmiyor. Yumuşak, kibar ve içtenlik dolu sesini hala işitir gibiyim. Ruhun huzur içinde olsun, Prokofiy Osiptiç! Rahat uyu, ey onurlu, namuslu, yüreği imanla dolu, boynu bükük insan!

Sapoikin, konuşmasını coşkunlukla sürdürüyordu. Yalnız, dinliyenler arasında bir fısıldaşma başladı. Sözleri herkesin hoşuna gitmiş, hatta birkaç kişiyi ağlatmıştı bile. Ama buna karşın, sözlerinde tuhaf kaçan birçok yan vardı. İlkin, ölenin adı Kirila Ivanoviç olduğu halde, hatibin o’na boyuna niçin Prokofiy Osiptiç diye hitap ettiğine kimse bir anlam veremedi. İkincisi, ölenin ömrü boyunca, nikahlı karısı ile cenkleşme halinde bulunduğunu hepsi iyice bilmekteydi. Bundan ötürü, ona bekar demek doğru olamazdı. Üçüncüsü ise, onun her zaman gür ve kırmızı bir sakalı vardı, ömründe traş olmamıştı. Bu nedenle, yüzünün sinekkaydı traş edilmiş olduğunu söylemesi tamamen yersizdi. Onu dinleyenler şaşkın şaşkın birbirinin yüzüne bakıp, omuzlarını silkiyorlardı.

Hatip, konuşmasını,

— Prokofiy Osiptiç! diye sürdürerek, gömüte hayran hayran baktı: «Gerçi sen güzel değildin, hatta çirkindin; asık ve ablak bir suratın vardı ama hepimiz, bu görünen kalıbın altında namuslu ve içten bir yüreğin çarptığını gün gibi biliyorduk.»

Biraz sonra dinleyiciler, bu kez doğrudan doğruya hatibin kendisinde bir acayiplik keşfettiler. Hatip, gözlerini bir yöne dikmiş, tedirgin bir halde kımıldanıyor ve omuzlarını silkip duruyordu. Derken, birdenbire sustu, şaşkınlıkla ağzını açtı ve arkadaşı Poplavskiy’e doğru döndü. Ona korkuyla bakarak,

— Yahu, dedi, yaşıyor o?

— Kim yaşıyor?

— Prokofiy Osiptiç! İşte bak, orada, gömüt taşının yanında duruyor!

— İyi ama, o ölmedi ki! Ölen Kirila ivaniç!

— Ama sen bana, sizin yazmanın öldüğünü söylemiştin!

— Kirila İvaniç de bizim yazmanımızdı. Ne budalasın yahu, her şeyi altüst ettin! Prokofiy Osiptiç’in daha, önce bizim dairede yazmanlık yaptığı kuşkusuz doğru; ama kendisi iki yıl önce, ikinci şubeye müfettiş olarak atandı.

— Gel de şimdi ayıkla pirincin taşını bakalım!

— Niçin sustun? Hadi, ne duruyorsun, konuşsana?! Olur rezalet değil doğrusu!

Sapoikin, yine gömüte doğru döndü ve önceki gibi hiç ara vermeden konuşmasını sürdürdü. Gerçekten, gömüt taşının yanında, yüzü tıraşlı, yaşlı bir memur olan Prokofiy Osiptiç durmaktaydı. Kaşlarını çatmış, hatibin yüzüne dik dik bakıyordu.

Gömme töreninden sonra, memurlar Sapoikin’le birlikte eve dönerlerken

— Ne idi senin o halin öyle, yahu? Sen diri bir insanı gömdün! diye kahkahalarla güldüler.

Prokofiy Osiptiç ise, homurdanarak,

— Bu yaptığın hiç de hoş bir davranış değil, delikanlı! dedi. Sözleriniz, hiç kuşku yok ki, sadece ölen bir kimse için uygun düşebilir. Ama yaşayan bir insan için sarfedildikleri zaman, buna düpedüz alay etmek derler! Orada topu topu ne söylediniz, rica ederim? Kendi çıkarına bakmazmış, rüşvet kabul etmezmiş, rüşvet vermek isteyenlere kızarmış! Yaşayan bir insan hakkında böyle şeylerden sözetmek, onunla alay etmekten başka bir şey olamaz. Sonra efendim, sizden kim istedi benim yüzüm hakkında enine boyuna laflar sarfetmeyi? Yok güzel değilmişim, yok çirkinmişim! Hadi öyle olduğunu kabul etsek bile, benim fizyonomimi herkesin örtünde, uluorta meydana koymak yakışık alır mı canım? Doğrusu pek kınanacak bir davranış!

Bunu söyledikten sonra, hatibe öfkeyle bir kez daha bakarak, hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz