“GEÇMİŞ BUGÜNÜN İÇİNDEDİR AYNI ZAMANDA GELECEK DE ÖYLE” SONSUZLUĞUN TARİHİ – BORGES

1

Üç bin yıl ya da bunun on katı bile yaşasan, hiç kimsenin yaşamakta olduğu yaşamdan başka bir yaşamı kaçırmadığını, kaçırmakta olduğu yaşamdan başka bir yaşam sürmediğini aklından çıkarma; bu nedenle en uzun süre de, en kısa süre de eşittir. Çünkü şimdiki zaman herkese aittir, ölmek şimdiki zamanı yitirmektir, ki kısa mı kısa bir andır bu. Aslında hiç kimse ne geçmişi ne de geleceği yitirmez, çünkü sahip olmadığı şeyi kim alabilir ondan?…(Marcus Aurelius)

SONSUZLUĞUN TARİHİ

Zamanın doğasını sorgulamak ve tanımlamak isteyen Enneadlar’daki o pasaj ilkin sonsuzluğu bilmenin kaçınılmaz olduğunu ortaya koyar – öyle ya herkesin bildiği üzere sonsuzluk zamanın modeli ve arketipidir. Samimi olduğu düşünülürse ciddiyeti daha da artacak bu giriş uyarısı, onu yazan insanın anlayışını kavrama konusunda beslediğimiz tümumudu söndürüverir adeta. Zaman bizim açımızdan bir sorundur; sarsıcı ve talepkâr bir sorun, belki de metafiziğin en can alıcı sorunu; sonsuzluksa bir oyun ya da yıpranmış bir umut. Platon’un Timaeus adlı eserinde zamanın, sonsuzluğun hareketli bir imgesi olduğunu okuruz; ancak bu fikir, sonsuzluğun zamanın tözüne nakşedilmiş bir imgeden ibaret olduğunu düşünenleri bu kanaatlerinden koparmayı pek başaramaz, kimsede bir heyecan uyandırmaz. İşte hikâyesini anlatmaya koyulacağım şey bu imge ve insanlığın fikir uyuşmazlıklarıyla semirmiş olan bu kaba kelime.

Şöyle der Nietzsche: Uzaklarda kalmış teşebbüslere, iyiliklere ya da kutsamalara özlem duymak değil, bugünü bir daha ve sonsuzluk boyunca yaşamak isteyeceğimiz biçimde yaşamak.

Plotinuscu yöntemi dahil ederek (ondan yararlanmanın yegâne yolu olarak) ilkin, zamanın doğasında mevcut olan karanlık noktaları sayarak başlayacağım işe – insanlığın yaratımı olan sonsuzluktan önce gelmesi gereken o metafizik ve doğal gizemin doğasında olan karanlık noktaları sayarak… En yamanı değilse de azımsanmayacak güzellikteki bu karanlık noktalardan biri bizi zamanın yönünü tayin etmeye mecbur kılar. Zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığı fikri genel kanıdır, öte yandan tam aksi de büsbütün mantıksız değildir, tıpkı Miguel de Unamuno’nun dizelerinde belirtildiği gibi:

Gececil saatlerin nehri akar Sonsuz sabah olan kaynağından1 İkisi de eşit oranda muhtemel ve bir o kadar da kanıtlanamazdır. Bradley iki önermeyi de reddeder ve kişisel bir önerme geliştirir; umudumuzun yegâne yapısı olan geleceği dışta bırakır ve “mevcut olanı” geçmişin içinde dağılıp çözünen şimdiki zamanın ölüm döşeğine indirger. Zamanda bu gerileme genellikle düşüşe geçen ya da yavan durumlara tekabül eder tıpkı herhangi bir yoğunluğun bize geleceğe ilerliyor gibi gelmesi gibi… Bradley geleceği inkâr eder, Hindistan’ın felsefe ekollerinden biri ise elle tutulamaz olarak gördüğü için şimdiki zamanı inkâr eder. “Portakal ya daldan düşmek üzeredir ya yerdedir,” bu tuhaf basite indirgemeciler böyle der: “Kimse onun düştüğünü görmez.”

Zaman başka zorluklar da çıkarır karşımıza. Bunlardan biri ve belki de en büyüğü her insanın bireysel zamanını matematikçilerin genel zamanı ile eşzamanlı kılmaktır: Son zamanlardaki görelilik telaşı artık bıkkınlık verene dek tekrarlanmıştır ve herkes anımsayacaktır – ya da yakın zaman ön Zamanın skolastik kavranışı –onu, potansiyel olanın mevcut olana doğru akışı olarak ele alan kavrayış– bu fikrin yakın akrabasıdır. “Olasılıklar krallığını” oluşturan ve zamana iştirak eden Whitehead’in sonsuz nesnelerice hatırlatıldığını anımsayacaktır. (Ben burada onu çarpıtarak düzeltiyorum: Madem zaman zihinsel bir süreç, bunu binlerce insan, hatta bırakalım binlerce insanı, iki farklı insan bile nasıl olup da paylaşabilir?) Diğeri Elea okulunun hareketi inkâr etmeye yönelik önermesidir. Şu kelimelerle ifade edilebilir: “Zamanın sekiz yüz yıllık diliminde bir on dört dakikanın akması imkânsızdır çünkü ondan önce bir yedi dakikanın, o yedi dakikadan önce de üç buçuk dakikanın ve ondan önce de bir dakika kırk beş saniyenin akması gerekir ve on dört dakika asla tamamlanmadan bu böylece sonsuza kadar gider.” Russell sonsuz sayıların gerçekliğini ve hatta basmakalıp oluşunu ortaya koyarak bu savı çürütür, bununla birlikte sonu olmayan sayısal bir sürecin “son” terimi gibi değil de kati bir tanımla var olduklarını söyler. Russell’in bu normal olmayan rakamları, aynı zamanda sonsuzluğa dair iyi bir ön fikir verir – parçalarının numaralandırılmasıyla tanımlanmayı reddeden sonsuzluk hakkında.

İnsanların tasarladığı sonsuzlukların hiçbiri –ne nominalizm ne Irenaeus’un ne de Platon’un sonsuzluğu– geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirlerine mekanik olarak eklemlenmesinden ibaret değildir. Sonsuzluk daha sade ve daha büyülü bir şeydir; bahsi geçen üç zamanın da eşzamanlı olmasıdır. Kullandığımız genel dil ve şu sersemletici dont chaque édition fait regretter la précédente1 sözlük bunu görmezden geliyor gibidir ama metafizikçiler sonsuzluğu işte böyle tasavvur etmiştir. Ruhun nesneleri birbirinin ardından gelirler, kâh Sokrates kâh bir at –Enneadlar’ın beşinci kitabı böyle diyor–, bir şey yalıtılmış olarak kavrandığında diğer binlercesi kaybolur; ancak İlahi Zekâ tüm şeyleri aynı anda kucaklar. Geçmiş, bugünün içindedir aynı zamanda gelecek de öyle. Her şeyin, var olan koşullarından mesut, inatla durduğu bu dünyada, akıp giden hiçbir şey yoktur.

Jorge Luis Borges
Sonsuzluğun Tarihi


1 (Fr.) Her yeni baskısı bir öncekini mumla aratan cinsten.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz