Furuğ Ferruhzad: Ve aşktandır tüm yaralarım benim/ aşktan, aşktan, aşktan

Furuğ Feruhzad:
.
“arsızlıkla damgalanan
boş kinayelere gülen bendim
kendi varlığımın sesi olayım
istedim yazık ki ‘kadın’dım”

“Ve sınırlı geometrik biçimler arasından Füruğ’un sesini Türkçeye  ileten bir İranlı şair – hekim, bir süre ülkemizde yaşamış Dr. Haşim Hüsrevşahi. Şiirler Türkçe söylenseydi ancak bu kadar güzel olabilirdi dedirten bir çeviri bu. Yıllar önce Furuğ’un dilimizdeki ilk yayınlanışı olan Onat Kutlar/Celal Hosrovşahi çevirisi kadar güzel.

enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
ben çıplağım, çıplağım, çıplak
çıplak sevgi sözcüklerinin arasındaki duraksamalar gibi çıplak
ve aşktandır tüm yaralarım benim
aşktan, aşktan, aşktan.” (s. 153)

İnsan kusursuzlukla karşılaşınca, onu nasıl yorumlayabilir ki… Evrenin tümlüğüne kaynaşan ve bütün koruyucu katmanları aşıp çıplak ruha ulaşan bir şiirle… Dinlemeli Furuğ’un sesini ve o sesin içimizde yükselttiği titreşimi…

“pencereyle görmek arasında
her zaman bir aralık var.” (s. 153)

Şiir bu aralıkta doğar, söylenmemiş sözlerle var olur ve bin yıllardır var olanı söyler, yaşamın dilini, serçelerin dilini söyler. Şiir bu dilin günümüz dünyasında nasıl kırılıverdiğini söyler:

“serçelerin dili fabrikada ölüyor” (s. 157)

Ve şiir Furuğ’un sesinde bin yıllardır var olduğu halde suskunlukta boğulanı söyler:

“Furuğ Ferruhzad yalnız başına, yıllar boyunca dilsiz kalmış olan İran kadınının açık dilidir. Ferruhzad İran kadınının suskusunun usanmış acılı düğümünün patlayışıdır. …..  Furuğ kendi fiziksel niteliklerinden dolayı, acılar dolu bir trajedinin yalnız kahramanıdır, çünkü o bin yıllar boyu yalnızdır ve yalnız başına alın yazısının yükünü omuzlamıştır ve yalnızlıkta, zaman çizgisi üzerinde kendi oylumlu yolculuğuna kendini bırakıyor ve geçiyor.

Şairane yaratıcılık açısından yüzyıllar boyu kısır kalmış İran kadını Ferruhzad’da gebe kalıyor ve kendini tüm şiddeti ve aydınlığı ile zaman aynalarında yansıtıyor. O bu bakımdan kimsenin yerine oturmadığından öncesiz ve benzersiz ve kimse onun yerine geçmediğinden şimdilik ve belki de maalesef bütün zamanlarda sonrasızdır.” (önsöz s. 11)

Furuğ hiç kuşkusuz yalnızca İran kadınlarının değil, kadınlığın sesidir. Belki tarihsel ve kişisel astlantıların ve zorunlukların kesişme noktasında “patlayan bir zerreden güneş gibi doğdu” Furuğ! Olabilir. Böylesi duyarlı ve duygulu bir yapısı olmayaydı, incinmeye hazır içtenliği ve dürüstlüğüyle, bastırılmayı reddeden cinselliğiyle şah istibdadının katmerleştirdiği erkek istibdatı altında -ancak İran kadınlarının deneyimleyebileceği ölçüde iki büklüm kalakaldığı alacakaranlıktaki nokta, ilginç bir rastlantıyla, ışığa, yüzyılların kültür birikimine ulaşabilme mesafesine denk düşmeyeydi, Furuğ, Furuğ olur muydu? Furuğ’un renkli, inişli çıkışlı, çelişkilerle çetrefil, ancak duygu ve yaratıcılıkla dolu ve hep gelişen, yükselen kısa hayatını ve trajik sorunu Rıza Berahani’nin, hem kadınlık durumuna hem Furuğ’un ruhuna ve sanatına süzülebilmiş kapsamlı ve derinlikli önsözünden öğreniyoruz. Furuğ’un zihinsel ve kültürel gelişimine, onun aklını besleyip özgür tabiatını baskı altına almaya azimli iki erkeğin, öfkeyle başkaldırdığı babasının ve kocasının dolaylı dolaysız katkıları büyüktür. Daha sonraları evlilik dışı, sarsıcı, uzun bir birliktelik yaşadığı ve herhalde kadın-erkek ilişkilerinin derindeki çelişkileri üstüne Furuğ’u geleneksel baba-kız ve evlilik kalıplarının herkese ‘ayan’ kabasabalığından çok daha fazla bilgilendirmiş olan sanatçı Golastani’nin Furuğ’un yaratıcılığına dolaylı etkisini de unutmayalım. Herhalde Furuğ’un şiiri bu yaşamdan ayrılamaz. Furuğ’un yaşamı yalnızca fiziksel varlığının, duygularının ve eyleminin kapatılmasına tahammül etmeyi reddetmiş bir kadının değil, aynı zamanda başkaldırdığı erkek istibdatıyla baş edebilmek üzere hemcinslerinin bin yıllardır geliştirdiği ikiyüzlü savunma ve sinsice saldırı yöntemlerini de reddetmiş bir kadının hayatıdır. Yaralanmaması mümkün müdür?

Furuğ’un şiirinde, köken aldığı ülkenin ve kültürün izleri belirgindir:

“tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir” (s. 146)
“Yeryüzü ayetleri” (s. 114)
“arınmanın yeni ayetlerinin peygamberidir” (s. 158)
“ve ben öyle doluyum ki sesimin üstünde namaz kılıyorlar” (s. 157) vs.
.
“Ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
en değersiz zerresinden güneş doğdu” (s. 153)

dizesinde tasavvuf felsefesinden bir esinti ürpermez mi?

Furuğ bir kopuş değil, bir dönüşümdür. İranlı kadının aydını ve şairi yarattığı noktada, Furuğ ülkesini ve onun kültürel ortamını kuşbakışı görebilir: “Ey şanlı vatan” (s. 138) şiiri buruktur, ironiktir. “Tanrının isyanı” (s. 68) tanrı kavramına ince bir eleştiri, bir serzeniştir. Furuğ’un şiir verimi onun yetenekli ve duyarlı bir hevesliden yola çıkıp şiirin doruklarına erişen ustalaşmasının belgesidir. Kadın olgunlaştıkça, sözü yetkinleşmiştir. Furuğ ulus ve din sınırlarının üstüne yükselebilen evrensel duyarlıkları yakalayabilmiştir:

“aynadan sor
senin kurtarıcının adını
senin ayağının altında titreyen yer
senden daha yalnız değil midir?
peygamberler yıkımın elçiliğini
.
kendileriyle getirdiler yüzyılımıza
bu art arda patlamalar
ve zehirli bulutlar
kutsal eyaletlerin tınlaması mıdır?
ey dost, ey kardeş, ey kandaş,
aya vardığında
çiçeklerin soykırımı tarihini yaz” (s. 163)

Furuğ aynı zamanda, ulusal, dinsel, kültürel sınırların altında yatan insan gövdemize, ortak yaşam duyularına ulaşır. Onun için de kadınların ortak sesidir. İran kadınlığının gezegenin daha batısındaki ülkelere göre daha yoğun yaşadığı suskunluk Furuğ’un kadınlık gerçeğini daha derinden “idrak etmesine” belki de yardımcı olmuştur. “suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka” (s. 157) Furuğ işte bu sözleri söyleyendir. Katmerleşen suskuların ve boş lafların altında kanayana ulaşandır, “Aşkın yaralarıyla” yanandır:

“benim sevgilim
o arsız çıplak teniyle
güçlü bacakları üstünde
ölüm gibi durdu” (s. 105)
“ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili!
ne de sevecendin yalan söylerken” (s. 156)

Anatomik ve fizyolojik farkların üstüne binen sosyal ve etik eşitsizlik elbette kadınla erkek arasında bir duygu denksizliği yaratacak ve aşk kadını yaralayacaktır. Dünyanın tüm kadınlarının bildiği, çoğu kez gizlediği bir şeydir bu. Haykırmak yürek ister!

“O günler geçip gitti
o çekicilik ve şaşkınlık günleri
o uyku ve uyanıklık günleri
o günler her gölgenin bir gizi vardı
her kapalı kutu bir hazine saklardı
sandık odasının her köşesi, öğlen sessizliğinde
sanki başka bir dünyaydı
kimse karanlıktan korkmazdı
gözlerimde bir kahraman vardı” (s. 79) diye anılan,
henüz hayatın ağusunun kana kana içilmediği o saflık döneminin ardından,
.
“ve yanaklarını
sardunya yapraklarıyla süsleyen o kız, ah
şimdi yalnız bir kadındır
şimdi yalnız bir kadın” (s. 81) evresini göze alabilmek ve sonra
.
“ellerimi bahçeye dikiyorum
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklardır” (s. 147) diyebilmek ister, kendini yeniden var edebilmek ister!

Virginia Woolf, o benzersiz denemesi “Kendine Ait Bir Oda”da ilginç bir varsayımı tartışır: Shakespeare’in kendisi gibi dahi bir kızkardeşi olsa ne olurdu? Woolf tüm olasılıkları sıralar: Kadının dehasına sahip çıkabilmesinin yolu yoktur, dönemin eodal ortamında, büyük rastlantılar sonucu bilgiyeve kültüre ulaşabilse de! Kıstırılmşı konumunda, dehası onu ancak mahvedebilir! Mesele yalnızca Furuğ’un dizesindeki “bir perde asımı boyu” kadından çekip alınan “mavi gökyüzü” değildir! Daha karmaşıktır. İnsan soyunun iliklerine işlemiş ataerkil dizgenin (Rıza Berahani’nin deyişiyle “erel” baskının) el değmemişlik-sadakat-feragat-fedakarlık halatlarıyla kadının iç dünyasında ördüğü ağdır. Yalnız cinsel haz söz konusuysa değil, hayatın her alanında “kadın”ın kendini silmesini “erkek” adına güvenceye alan bu içsel tuzaktan kurtulabilmek belki de her şeyden zordur. Feodal toplumda ağı yırtan, ancak benliğini parçalayarak gerçekleştirebilir bunu. Sonuç çıldırıdır! Virginia Woolf sanatta yüzyıllar boyu kadın dehasının belirmeyişini “birey”in penceresinden böyle açıklar. Ve bir gün Shakespeare’in kızkardeşinin var olabileceğine ve yaratacağına inancını korur. Woolf yaşasaydı ve Furuğ’un şiirlerini okusaydı, onu, köklendiği ortama yalnızca otuz iki yıllık bir ömür boyu dayanabilmiş bu duyarlı yaratıcılığı Shakespeare’in İranlı kızkardeşi olarak selamlardı.

“Yalnız sestir kalan” (s. 172) demiş Furuğ. Onun sesini Türkçeye ileten bir İranlı şair-hekim, bir süre ülkemizde yaşamış Dr. Haşim Hüsrevşahi. Şiirler Türkçe söylenseydi ancak bu kadar güzel olabilirdi dedirten bir çeviri bu. Yıllar önce Furuğ’un dilimizdeki ilk yayınlanışı olan Onat Kutlar/Celal Hosrovşahi çevirisi kadar güzel (Furuğ, Sonsuz Günbatımı, Ada Yayınları, 1989). Hüsrevşahi çevirinin hazin öyküsünü kitabın başına kaydetmiş (s. 5). 1990 yılında, Dr. Hüsrevşahi ve yakın arkadaşı şair Dr. Behçet Aysan ortak bir çeviri etkinliğine girişme kararı alırlar. Hüsrevşahi artık Kanada’da yaşamaktadır. Furuğ’u Türkçe’ye aktarır ve taslağı üzerinde çalışması için Behçet’e yollar. Yıl 1993, mevsim yazdır. Posta bir gün geç kalmıştır. Bir gün önce Türkiye, Behçet Aysan’ı, Sıvas’taki yobaz ateşinde yitirmiştir… “Behçet’in anısına ve dileğine saygı- olarak ve belki de son zamanlarda o sayısız yitirmelerin yinelenen acısından dolayı” çalışmaları sürdürmüştür Hüsrevşahi. Aradan yıllar geçer ve hâlâ Kanada’da bulunan Hüsrevşahi, çevirinin son halini Behçet’in karısı Adviye ve kızı Eren aracılığıyla türkiye yayın hayatına iletir. Okumalı. “Yeniden Doğuş”u, “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına”yı döne döne, kerrelerce okumalı, her seferinde yeni incelikler, yeni derinlikler keşfederek, kimi kez bıçak ağzı gibi ince ve keskin, kimi kez tüysü dokunuşlar gibi hafif ve uçucu sözün duygularımızda ve düşüncelerimizde başlattığı büyüyen dalgaları dinleyerek. Kusursuzluk karşısında ne yapılabilir?

Furuğ otuz iki yıl önce, henüz gencecik bir kadınken öldü. Sesi bizimledir. İyisi mi, susup dinlemeli.

Furuğ Feruhzad – Erendiz Atasü
Kitap: Ve Yaralarım Aşktandır/ Furuğ Feruhzad/ Çeviren: Haşim Hüsrevşahi/ Öteki Yayınları

Ferruhzad hakkında diğer başlıklar

Fars kadın şiirini başlatan Furuğ Ferruhzad için bir önsöz
Furuğ Ferruhzad’ın yaşamı, aile hayatı ve yaşadığı toplum
Furuğ Ferruhzad’ın yaşamındaki erkekler
Furuğ Ferruhzad: tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
Sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün/ ben bu kafeste bir tutsağım
Güzel bir zamandı – Onat Kutlar
Yeryüzünün ayetleri Furuğ Ferruhzad şiirleri
“Benim için en önemli şey şiirdir…”

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz