Furuğ Ferruhzad: Geçip gitti o günler ah… / Geçip gitti güneşte kavrulan bitkiler gibi

O GÜNLER

O günler geçip gitti
O güzel, o sağlıklı; yaşam dolu mutlu günler
O berrak pırıl pırıl gökyüzü
O kiraz yüklü dallar
Sarmaşıkların yeşil sığınağında
birbirine yaslanmış evler

O haylaz uçurtma damları
Ve akasya kokusundan
başı dönmüş o sokaklar geçip gitti…
Ah geçip gitti o günler
Geçip gitti kirpiklerimin arasından
Şarkılarımın hava kabarcıkları gibi uçuştuğu
Gözlerimin üzerine kaydığı her şeyi
taze su gibi içtiği o günler
Geçip gitti…
Kabına sığmayan neşeli bir tavşan vardı sanki
Gözbebeklerimin ortasında.
Yaşlı güneşle birlikte her sabah kalkıp giderdi
Merakın ve arayışın o bilinmeyen kırlarına
Ve geceleyin
Karanlığına ormanların.
O günler geçip gitti
O karlı, o suskun günler…
Yalnız benim olan o temiz kar
Usulca yağardı ahşap merdivenlere
Gevşek çamaşır ipine
Ve bahçedeki ihtiyar çamın saçlarına
Usulca ve yumuşacık bir yün gibi yağardı.
Ve ben pencere camlarına dalıp gider
Yarını düşünürdüm.
Ah!..
Yarın…
O kaygan ve beyaz uzam yarın;
Büyükannenin giydiği çarşafın hışırtısında başlardı.
Kapı aralığında beliren ve ansızın
Işığın soğuk gerçeğiyle yüzleşen karmaşık gölgesinde
Ve pencerelerin renkli camlarında uçuşan güvercinlerin
O başı boş desenlerinde…
Sıcak odanın rehavetiyle uyuklayan
annemin bakışlarından uzak
Çabucak ve hiç sakınmadan
Öğretmenin o anlamsız iptal çizgilerini silerdim
Eski okul defterlerindeki ödevlerin.
Ve kar dindiğinde
Çıkar hüzünle dolaşırdım bahçeyi;
Ve ölü serçeleri gömerdim
Kurumuş yasemin saksılarının dibine.
Ah… Geçip gitti o günler
O şaşkın, o cazibeli
O uyku ve uyanıklık günleri…
Her gölgenin bir gizemi vardı.
Ve bir hazine saklardı bütün kapalı kutular
Her bir köşesi sandık odasının
Başka bir dünyaydı sanki o öğlen sessizliğinde.
Ve karanlıkta korkusuz olan
Bir kahramandı benim gözümde…
O günler geçip gitti
O bayram günleri
O güneş ve çiçek özlemi…
Ve kışın son sabahında
Kente gelen ziyaretçilerin
Utangaç ve suskun kalabalığında titreşen
O hoş kokusu dağ nergislerinin;
Ve yeşil lekelerin uzun caddesindeki
seyyar satıcı sesleri.
Avare kokular içinde yüzerdi kapalı çarşı;
Keskin kahve ve balık kokusu.
Çarşı, ayaklar altında ezildikçe yayılır, genişler
Ve kuşatırdı yolun bütün anlarını;
Ve çarşı uyuklardı oyuncak bebeklerin
camdan gözleri dibinde.
Çarşı anneydi…
Hediye paketleri ve dolu torbalarla
Renkli, akıcı derinliklere doğru hızla giden
Ve geri dönen…
Anne…
Yağan yağmurdu çarşı
Durmadan yağan, yağan, yağan…
Geçip gitti o günler
Bedenin sırlarını keşfetme günleri
Ve güzelliğini vücudun mavi damarlarının…
Geçip gitti o mahcup tanışma anları…
Duvarın ardındaki bir el
Çağırırdı tek bir çiçekle öteki eli;
Bu heyecanlı, ürkek elin üzerindeki
Karmakarışık mürekkep lekeleri
Aşkını anlatırdı;
Mahcup bir selamla…
Kendini anlatırdı.
Sokağın tozu toprağına yazılmış aşkımızı okurduk
O sıcak günün ortasında…
Ve havada uçuşan pisilerin
yalın diliyle tanışık kalplerimizi
O masum, sevecen parklara götürür
Ağaçlara borç verirdik.
Ve top
Gidip dönerken ellerimizde…
Gidip dönerdi öpücükler
Gidip dönerdi.
Aşktı…
Avlunun alacakaranlığındaki o karmaşık duygu
Ansızın bizi kuşatan
Ve kalp atışlarının,
Nefeslerin ve gizli gülümsemelerin
yakıcı harmanına çekiveren.

Geçip gitti o günler ah…
Geçip gitti güneşte kavrulan bitkiler gibi;
Akasya kokusuyla sarhoş olan o sokaklar
Kaybolup gittiler.
Dönüşü olmayan yolların o parıltılı kalabalığında,
Ve yanaklarını sardunya çiçeği yapraklarıyla
süsleyen o kız
Yalnız bir kadın şimdi;
Yalnız bir kadın.
Yalnız…
Yalnız…

Furuğ Ferruhzad

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz