Havramızda sansar büyüklüğüne yakın bir hayvan yaşıyor. Pek çok zaman rahatça görebiliyoruz kendisini, hemen hemen iki metreye kadar yaklaşmamıza izin veriyor. Açık yeşil bir rengi var; şu ana dek kimse postuna el sürebilmiş değil, bu konuda bir yorumda bulunmak mümkün değil. Giderek postun gerçek renginin de belirsiz olduğunu ileri sürmek mümkün sanki. Posta şu andaki rengini sağlayan yapışıp kalmış tozlardır belki de, hatta sıva parçalarıdır, çünkü renk havranın iç duvarlarının sıvasına da benzer, belki bir ton açık. Korkaklık hesaba katılmazsa, genellikle sessiz uyuklamaktan hoşlanan bir hayvan, ürküten olmazsa bulunduğu yerden öteye gitmeye kalkışmıyor pek. En sevdiği yer kadınların oturduğu kafes, gözle görülür bir haz duygusuyla pençelerini kafesin parmaklıklarına geçiriyor, gövdesini ileriye uzatıp yukarıdan tapınanlara bakıyor. Havranın bekçisinin görevi, hayvanın kafeslere yaklaşmasını engellemek, çünkü hayvan kafesin yakınlarına alışmamalı, kadınlar ondan korktuğu için gerekli bu. Kadınların neden korktuğu da anlaşılır gibi değil. Öyle korkutucu bir görünümü olduğu söylenemez hayvanın; uzun boynu, üç köşeliye benzeyen yüzü, handiyse yatay durumda ağzından fırlayan dişleri, üst dudağında, dişlerin üzerinden taşan açık renkte, sert kıllar; bunlar bir insanı korkutmaz ki ama çok geçmeden korkutuculuğu verenin aslında o masum görüntü olduğunu anlıyor insan. Öncelikle insanlardan uzak duruyor hayvan, ormandaki yaban hayvanlardan daha ürkek, yine de yeri binanın içi. Sanırım onun şanssızlığı, binanın bir havra, her an insanların girip çıktığı bir yer olması. Onunla bir dil bağı kurulabilse, şu dağ başındaki köyümüzün cemaatinin her geçen yıl küçüldüğü, havrayı yaşatmak için gereken paranın giderek daha zor sağlandığı anlatılarak oyalanabilirdi belki.
Kısa süre içinde bu havranın erzak ambarı ya da benzer bir yapıya dönüştürülmesi, hayvanın da gereksinimi olan yalnızlığa kavuşması beklenebilir bir şey.
Hayvandan sadece kadınların korktuğu doğru, erkeklerin çoktandır umurunda değil. Bir kuşak kendisini takip eden kuşağa gösterdi onu, herkes defalarca gördü, sonunda hayvana göz ucuyla bile bakan kalmadı. Onu hayatlarında ilk kez gören çocukları bile korkutmuyor artık. Havranın evcil hayvanı o. Hem, havramızın buradan başka yerde rastlanmayan bir evcil hayvanı olmaması için bir neden de yok. Kadınlar da olmasa, hayvanın varlığı giderek unutulacak. Aslında kadınların da hayvandan korktukları yok. Bu hayvandan her gün korku duymak, yıllar yılı bu korkuyu sürdürmek garip olurdu. Hayvanın erkeklere değil kendilerine yaklaştığını söyleyerek, korkularını haklı göstermeye çalışmıyorlar değil, bu söylediklerinde de haklılar; hayvan kafesten aşağıya, erkeklerin olduğu yere doğru inmeyi göze alamıyor, bunca yıldır onu havranın zemininde gören olmadı. Kadınların kafesine yaklaşması engellendi mi, karşı duvarın pervazında, kafesin hizasında eğleniyor. Pervaz da çok dar, ancak iki parmak eninde ve havranın üç duvarını dolanıyor; işte bu pervazda gidip geliyor hayvan ama çokluk kadınlara bakarak sessiz kalıyor öyle. Bu daracık pervazda nasıl yol alabiliyor, anlaşılır gibi değil. Bu pervazın sonuna dek gidip geriye dönmesi tam bir gösteri. Artık yaşlandığına kuşku yok, nedir, havada attığı cesur parendeler görmeye değer. Bu perendelerin başarısızlığa uğradığı yok, boşlukta ters yöne dönüp gezisini sürdürüyor. Birkaç izlediğinde buna alıştığı doğru insanın, hayvanı izleyip durması için bir bahane bulması güç. Kadınların da gözlerini hayvandan alamamaları ne korkudan ne de yapacaklarını merak etmelerinden; tapınmaya yoğunlaşsalar hayvanı akıllarından çıkarmaları mümkün olurdu. Diğerleri izin verse, en azından dinibütün kadınlar başarabilirdi bunu, ne yazık ki, çoğunluğu oluşturanlar tüm gözlerin kendilerinde olmasını arzu ediyor, hayvan da bunun için kullandıkları en önemli malzeme oluyor. Yapabilecek güçleri olsaydı, daha fazla korkabilmek için hayvanı kendilerine daha da yaklaşamaya razı ederlerdi. Doğruyu söyleyelim, hayvan onların yanına o denli yaklaşmaya hiç kalkışmıyor, kendisine dokunmaya kalkmadıkları sürece ne kadınları ne de erkekleri umursuyor. Ayin olmadığı zamanlar kim bilir hangi delikte yaşıyorsa, ayin sırasında da o deliğe girse ne iyi olacak. Tapınma ve insan sesi başlar başlamaz ortaya çıkıveriyor. Amacı olan biteni görmek mi? Kendini güvenceye almak için uyanık kalmak mı? Belki de gerektiğinde kaçabilmek için yeterli özgürlüğü saklı tutmak istiyordur. Neden ne ise, ayin başlar başlamaz çıkıyor ortaya. Korkudan havada parendeler atıyor, ayin sona ermeden çekip gitmekten de çekiniyor. Öyle yükseklerde yaşaması, yüksek yerlerin güvenlikli özelliğinden kuşkusuz, bir de en güzel gezinme yerler az önce anlattığım duvar pervazları olduğundan; nedir, her zaman yükseklerde kaldığı da söylenemez, kimi zaman daha aşağılara, erkeklerin bulunduğu yerlere dek inebiliyor; kutsal yasaların hücresini kaplayan perdenin pirinç bir sopası var, bu pirinç sopa cezbediyor hayvanı, sık sık sopanın yanına dek yaklaşıyor ama burada bir yaramazlık yaptığı da yok, sessiz sakin duruyor sopanın yanında. Kutsal yasalar hücresinin hemen yanına geldiğinde bile kimseyi rahatsız etmiyor; hiç kapanmayan, kim bilir göz kapaklarından yoksun çipil gözleriyle biz cemaati izliyor durduğu yerden, fakat kimseye uzun boylu baktığı söylenemez, aklı fikri kendisine yönelecek olası tehlikelerde.
Tehlikeler konusunda, az öncesine dek, kadınlardan daha zekiye benzemiyordu. Çekineceği ne olabilirdi? Ona bir şey yapmak isteyen kim çıkabilir cemaatten? Yıllar yılıdır burada özgürce yaşamıyor mu? Erkeklerin ona karıştığı yok. Kadınlara gelince, bir ortadan kalksın hayvan, epeyi yas tutan çıkar aralarında. Dahası, havradaki tek hayvan kendisi, bir düşmanı da yok.
Bu durumu, aradan geçen bunca zamandan sonra, artık sezmesi gerekirdi. Ayinlerin gürültüsü haklı bir neden olabilir ama bu gürültü de sonuçta belli bir düzeyin üstüne çıkmıyor, hem her gün, bayramları dozu artarak sürüp gidiyor, buna da alışması gerekmez miydi? Üstelik bu gürültünün ardına takılmış düşmanlardan değil de anlamını kavrayamadığı şu ayinden geldiğini de görüyor. Pekiyi, neden bu korku? Çoktan tarih olmuş zamanlardan kalma mı? Yoksa gelecekte yaşanacakların içedoğuşu mu? Acaba bu hayvan, tapınmak için havrada toplanan üç ayrı kuşaktan insanların tümünden çok şey mi biliyor?
Kulaktan kulağa yayılanlara bakılırsa, çok yıllar önce havradan kovulmak istenmiş. Belki doğrudur bu ama bunların gerçekle ilintisiz efsaneler olması daha büyük olasılık. Kanıtlanabilen gerçeklik, bu hayvanın havradaki varlığının dinsel ayinlerinin geçerliliği açısından caiz olup olmadığının yıllar önce tartışılmış olması. Birçok hahama ayrıntılı raporlar hazırlatılmış, birtakım görüşler belirmiş zaman içinde; ağırlık hayvanın havradan kovulup mekânın yeniden kutsanması düşüncesindeymiş. Dışarıdan bakınca kolay bunu söylemek, hayvan yakalanacak gibi değil çünkü, bu yüzden onu havradan kovmak da olanaksız; ancak yakalanıp havradan uzaklaştırıldığında kutsamanın yapılacağı güvenlik oluşabilir oysa.
Söylenenlere kulak verilecek olunursa, çok uzun yıllar önce böyle bir yakalayıp kovma işine kalkışılmış. Havranın müstahdeminin anımsadığına göre, tıpkı kendisi gibi havranın işlerine bakan dedesinin anlatmayı çok sevdiği çocukluk günlerinde, hayvanın yakalanmasının olanaksızlığı öykülenirmiş. Dede o günlerde tırmanmadaki başarısıyla bilindiği için hırsa kapılmış, havranın en kuytu yerlerine dek ışık aldığı bir kuşluk vakti yanına bir ip, bir sapan ve bir sopa alarak tapınaktan içeri süzülmüş.
Franz Kafka
Hayvan Öyküleri