Evrensellik ve Tarih – Claes G.Ryn (Felsefe Makalelerinden Seçmeler)

1. Ahlaksal nihilizm ve görecilik bir zamanlar yararlandıkları akademik saygınlığı taşımıyor görünürler. Çok sayıda felsefeci ve başkaları yalnızca estetikte ve bilgikuramında değil ama törebilimde de evrenselliği doğrulamaya sürüklenmektedirler. Nihilizmin ve göreciliğin sorgulanması entellektüel mayalanmayı ve çok gereksinim duyulan bir felsefi yeniden diriliş için elverişli koşulları düşündürebilirdi, ama evrenselliğe olan yeni ilgi bir anlıksal derinleşme belirtisi olmaktan çok ideolojik modanın bir belirtisi olabilir. Ahlaksal yükümlülük önesürümleri tipik olarak felsefi sıkılıktan yoksundurlar ve birçok değişik yönde işlerler. Geleneksel Yahudi-Hristiyan kişisel davranış düzgülerinin yanısıra ‘‘almaşık yaşam tarzları ’’nı da, özel mülkiyetin ve toplumsal ayrımlaşmanın yanısıra toplumun eşitlikçi yeniden yapılandırmasını da, minimal hükümetin yanısıra toplumcu ortaklaşacılığı vb. de desteklemek üzere evrensel ‘‘değerler ’’ ya da ‘‘doğrular’’dan söz edilir. Yüksek bir ahlak kavramı belki en yaygın olarak duygusal bir ‘‘sevecenlik’’ ve ‘‘duyarlılık’’ törebilimi ile özdeşleştirilir.Evrenselciliğin sık görülen bir başka türü ‘‘demokrasinin’’ tüm toplumlar için hedef olduğunu bildirir ve bu önesürümü ‘‘insan hakları’’na Jacoben-benzeri başvurularla güçlendirir. Törel yükümlülüğün dili sık sık kişinin kendi benimsediği ve evrensel onay önesürümünde bulunmayı istediği politik ya da başka kişisel yeğlemeleri üzerine bir cila gibi görünür.

2. ‘‘Evrensel değerler’’, ‘‘ahlaksal ilkeler’’, ‘‘doğrular’’ ve benzeri şeylerin doğrulanmalarına bu nedenle kuşkuyla yaklaşılmalıdır. Ama felsefi açıdan kuşkulu önesürümlerin yayılması evrenselliğin anlamının ciddi bir yeniden irdelemesini caydırmamalıdır. Evrensellik ile tarihsel tikellik arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek Batı düşüncesinin bir yeniden dirilişi için vazgeçilmez koşul olabilir.

3. Burada amaç törel ve başka evrenselliğe olan bir yaklaşımı tanımlamaktır ki bu yaklaşım, ister felsefi açıdan dürüst isterse daha ideolojik olsunlar, ahlaksal doğruluğun en çağdaş doğrulanışlarından belirgin olarak ayrıdır. Yalnızca evrensellik ile tikellik arasındaki gerilimi değil ama onların karşılıklı bağımlılıklarını ve bütünleyici bağlantılarını da vurgulayan bir evrensellik anlayışı ortaya koyulacaktır. Yaklaşım değer-özekli tarihselciliğin yaklaşımıdır.

4. Yeni bir evrensellik anlayışının gerekli olmasının nedenleri çok ve çeşitlidir. Bilgikuramında, soyut evrenselci somutlaştırmalar ve katılıklar insanın bilme ediminin dinamiklerinin doğru bir açıklamasına engel oluştururlar. Estetikte, duruk, öykünmeci güzellik kavramları insan yaratıcılığı ve sanatsal görüşlerin özgünlüğü tarafından katılan şeye yeterince duyarlı değildirler. Törebilimde, soyut ahlaksal saltıkçılık ahlaksal yaşama taslak bir yaklaşım ve insan varoluşunun edimsel ahlaksal fırsatlarına ilişkin zayıf bir anlayış yaratır. Fransız Jacobenlerin ve torunlarının durumunda olduğu gibi, böyle bir yaklaşım kabul edilen ahlaksal ilkeleri kolayca ahlakçı zorbalığa çevirir. Daha genel olarak, soyut ahlaksal evrenselcilik felsefi önermeler ile somut insan deneyimi arasında bir uçurum yaratır. Evrenselliği tikel eylemlerde cisimleştirmesi için bireyi gereğince hazırlamaz. Bu tür evrenselcilik ahlakın özünü ‘‘erdem’’, ‘‘iyi’’, ‘‘türe’’ ve ‘‘haklar’’ın salt soyut irdelemelerinde yitirme eğilimi taşır. Tamı tamına doğru formülasyonları bulmak ya da ‘‘evrensel ilkeler’’in tamı tamına doğru, sofistike uygulamasını ortaya koymak için karmaşık tartışmalar yürütmek edimsel olarak kendini geliştirmekten ya da somut iyi eylemleri üstlenmekten daha önemli görünmeye başlar.

5. Evrensellik ile tikellik arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmede yararlı bir ilk adım modern dünyada bu konuyla ilgili iki geniş düşünce akımı arasındaki çatışmayı irdelemek olabilir. Bu görünürde uzlaştırılamaz yönlenimleri kısaca gözden geçirmek dikkati felsefi sorunun düğüm noktasına odaklamaya yardım edecektir. Şu savı ileri sürmek olanaklı kılınacaktır: evrensellik soyut kuramsal ‘‘ilkeler’’de ya da daha başka tarihsel-olmayan yargı ya da görüşlere değil ama, somut deneyimde aranmalıdır; düzgüsel yetke, insan için varolduğu sürece, tarihsel tikellikte yerleşmiştir. Böyle bir savın birçok kişiye birdenbire tuhaf ve üstelik terimlerde bir çelişki gibi gelmesi konuyu yeniden düşünmeye olan ivedi gereksinimini gösterir. Evrensellik ve tikellik sorununu ele alma konusundaki yaygın ve derinden kökleşmiş alışkanlıklar felsefi yenileşmeyi engellerler.

6. ‘‘Evrensellik’’ terimi buraya dek özellikle varoluşa daha yüksek ve dayanıklı bir imlem kazandıran yapılara göndermede bulunmak için kullanılmıştır ve aşağıda da böyle kullanılacaktır. Ama terim daha geniş olarak insan yaşamına da göndermede bulunabilir, ve ister daha yüksek değerlere yardımcı isterse onları yıkıcı olsunlar onun çarpıcı, yineleyen, kaçınılamaz öğelerini gösterebilir. İkinci anlamda evrensellik ‘‘insan durumunun doğasına’’ ya da ‘‘gerçekte olduğu biçimiyle yaşama’’ benzer yananlamlar taşır. Bu tartışmada vurgu düzgüsel olarak evrensellik üzerineyse de, burada geliştirilen yeniden oluşturulmuş anlayışta bu anlamın ikinci anlamla sıkıca bağlı olduğu görülecektir. Vurgunun nereye getirildiğini bağlam gösterecektir. Benzer bir çifte anlam ‘‘olgusallık’’ sözcüğü tarafından taşınabilir. Bu terim de yaşamı tamamlayan ve ona değer katan şeyi belirtmek için kullanılabilir, ama aynı zamanda daha genel olarak insan varoluşunda iyisiyle kötüsüyle her zaman bulunan öğelere de göndermede bulunabilir. Aşağıdaki uslamlama düzgüsel evrenselliğin ‘‘olduğu gibi yaşam’’dan yapay olarak ayrılmasına karşı yöneltilmiştir. Amacımız dünyada onu etkisizleştirebilecek şeylerden bütünüyle bağımsız olarak tasarlanan evrensel iyinin büyük ölçüde sorgulanabilir ve gizil olarak tehlikeli bir soyutlama olduğunu tanıtlamaktır.

7. Modern dünyada ahlaksal evrensellik düşüncesini reddedenlere göre, bugün ve tarih boyunca ahlaksal iyinin içeriği konusundaki görüşlerin büyük türlülüğü ahlaksal nihilizmin ya da göreciliğin gerçekliğini doğrular. Yalnızca ekinler arasındaki ayrımlar değil ama her biri içindeki inançların eriminin genişliği de herhangi tek bir iyi ölçününün varolduğunu yalanlar. Modern batı toplumunda inançların ve yaşam tarzlarının hızla çoğalması eskimiş, duruk ahlak görüşlerinin hoş karşılanan bir terkedilişini imler. Liberalizm ve ondan türeyen akımlar ‘‘çoğulculuk’’ gereksinimini, yaşam için hedefler koymada bireysel özgürlük gereksinimini kanıtlamışlardır. Törel yeğlemeler dışardan dayatılmamalıdır. Zorunlu kamu düzenini sürdürmede etkilenenlerin onayının sağlanması özseldir. Toplumun genel gidişi ve kişisel özgürlüğün sınırları konusundaki gelişen uylaşım yurttaşlar tarafından yeniden gözden geçirilmeye her zaman açık olmalıdır.

8. Yüksek bir ahlakın bugünkü savunucuları arasındakilerden birçoğu bu tip düşünmeyi özünlü olarak eksik bir ‘‘modernite’’yi ya da ‘‘liberalizm’’i temsil ediyor olarak görürler. Evrenselin anlamını yeniden kazanmak için klasik ya da Hristiyan erken bir düşünce kipi yeniden diriltilmelidir. Törel doğruyu anlamak için uygun temeli sağladıkları söylenerek sıklıkla Platon ve Aristoteles’in incelenmesi salık verilir. Bu tür felsefi eğilimler insanın hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeylerin kaçınılamaz öznelliğini varsayanlar ve toplumsal ve politik düzeni toplumsal sözleşme ya da pragmatik uylaşım terimlerinde düşünenler arasında rahatsızlık yaratr. Görecilere ve nihilistlere göre, evrenselliğe ilginin bir dirilişi tatsız bir ahlaksal saltıkçılığa geri dönüş, ve politik yetkeciliğin yeğlenişi anlamına gelir. Aşkın bir ahlaksal düzen kaynağını kabul etmek kişisel bireyselliği ve durumun değişebilirliğini önemsememe ya da gözardı etmeye denk gibi görünür. Evrenselliğe inandığını bildiren birçok kişi ahlaksal doğru için kendi duydukları kaygıyı insan varoluşunun tikellik, türlülük ve değişebilirliğine olan bir ilginin karşısına çıkarmakla bugün bu kuşkuları doğrulamaktadırlar. Yaşamın tarihsel doğasını vurgulamak, diye ileri sürerler, evrenselliğe gerçek bir saygının temelini zayıflatır. Tarihsel olarak evrimlenmiş uylaşım tikel durumlarda iyiye katkıda bulunabilir, ama gelenek olarak gelenek hiçbir ahlaksal ve anlıksal yetke taşımaz. Doğrunun enson ölçünü tarihsel olarak türetilmiş inançlar ve koşullardan bağımsız olmalıdır. Tarihin değişen tikellikleri başka nasıl değerlendirilebilecektir?

9. Platon iyi ölçününü tarihsel akış olarak yorumladığı şeyin ötesine yerleştirir. Evrenseli değişim ve tikellik dünyasından yükselişle bağıntılandırır. En yüksek iyi kalıcı ve değişmezdir. ‘Çok’un yayılmasının karşısında düzenleyici aşkın Bir durur. Platonik felsefe evrenselliğin boşlanması pahasına tikelliği ve öznelliği öne sürmüş olan yukarda sözü edilen tipte entellektüel akımlarla keskin bir karşıtlık içindedir. Sonraki vurgu birçok değişik biçimler almıştır — Lockecu, romantik, varoluşçu, ‘‘post-modern’’ v.b. Bireycilik ve çoğulculuk eski Batı geleneğinin kolay kolay yitmeyen ahlaksal ve başka önyargılarını üstlerinden attıkları oranda, öznelciliğin aşırı uçlarına eğilim göstermişlerdir. Bu aşırılıklara karşı ve toplumsal düzene yönelik bir tehlike olarak algıladıkları şeye karşı tepki gösteren düşünürlerin evrenselliği ve toplumsal kenetlenmeyi güçlü olarak olumlayan Yunan felsefesine bir ilgi duymaları şaşırtıcı değildir. Ama modernlik-öncesi kaynaklara bu geri dönüş de sık sık bir yan yoldur ki modernliğin daha derin felsefi karşıçıkışlarının çevresinden, daha özel olarak Alman felsefesinin öncülük ettiği başarımlar olarak tarihsel bilincin ve somut evrensel kavramının çevresinden dolanır. Felsefeyi tarihselleştirmeye karşı, evrensel değerler ve gerçeklikler adına getirilen eleştiriler genellikle felsefenin daha verimli düşüncelerinin beceriksiz bir kavranışını sergilerler. Birçok evrenselcinin bıraktığı izlenim Platon ve Aristoteles gibi eskiçağ düşünürlerinin ya da Thomas Aquinas gibi bir Hristiyan düşünürün yararına modernitenin bir bütün olarak reddedilmesi gerektiğidir. Aynı zamanda, modernizme karşı olmaları geçmiş çağlardaki gözde yazarlarına çeşitli modern düşünceler yüklemelerini engellemez.

10. Öyleyse bireysel özgürlük ve çoğulculuk üzerine getirilen modern vurgu için küçük de olsa geçerli bir neden var mıdır? Evrensellik ile tikellik arasındaki ilişki ön-modern düşünce tarafından yeterlice anlaşıldı mı? Evrensele yaklaşmak için bireysellik ve tikellikten olabildiğince uzak mı durmalıyız? Tarihsel varoluşumuz evrensel iyiliğin arılğını bozar mı? Olgusallık başka bir yerde mi yatar?

11. Leo Strauss tarihsel-olmayan bir evrensellik kavramları olduğu için ‘‘eskiler’’e hayran olan ünlü bir politik düşünürdür. Özünlü felsefi önemi az olsa da, evrenselliği ve tikelliği kendi ele alış yolu soruna onunla ya da izleyicileriyle sınırlı olmayan genel bir çağdaş yaklaşımı örnekleyebilir. Strauss bireyselliğe ve tikelliğe dikkat etmenin evrenselliğe olan gerçek bir ilgiyle uzlaştırılabilmesi olanağını tasarlayamaz. Dışlanan bu olanak onun Edmund Burke hakkındaki iki-değerli duygularını açıklar. Bir yandan, Strauss Burke’ün kılgısal tutuculuğunun klasik düşünceyle ‘‘tam anlaşma’’ içinde olduğunu düşünür. Ama öte yandan, Burke’ün düşüncesi tikelliği, türlülüğü ve koşulları düzgüsel olanla her nasılsa bağlayan yeni bir tarihsel vurguyu temsil eder. Strauss, evrenselliğin tarihsel bireysellik ile bağlanmasının felsefi açıdan yıkıcı gelişmeler için yolu hazırlamaya yardım ettiğini ileri sürer. Bunlar tarihsel koşullara bakılmaksızın kendinde doğru olan üzerindeki eski yoğunlaşmayı yokederler. Özeksel sorun Strauss tarafından şöyle saptanır: ‘‘Eskiler ve modernler arasındaki tartışma sonunda, ve belki de daha başlangıçtan bu yana, ‘bireyselliğin’ konumu üzerinedir.’’

12. Evrensel değerleri savunduklarını ileri süren birçokları ‘‘tarihselcilik’’ diye adlandırdıkları şeye, yani insan varoluşunun kaçınılmaz olarak tarihsel olan doğasına bir inanca saldırırlar. Tarihselcilik ahlaksal ve başka yargının deneyim ve bireysel koşullar tarafından bilgilendirilmesi ve onlara ayarlanması için bir gereksinim görür: bir gereksinim ki tarihselcilik-karşıtları tarafından evrensel ölçünlerin temellerini zayıflattığı söylenir. Bu eleştirinin usayatkınlığını irdelemeden önce belirtmelidir ki zaman içinde tarihselcilik çok çeşitli biçimler almıştır ve bunlar arasında yakın dönemlerde tarihselliği tüm süreklilik ve anlamın bir yadsınışı yönüne zorlamış olanlar da yer alır. Bu tartışmada ‘‘tarihselcilik’’ genel olarak onsekizinci yüzyıl Avrupasında ortaya çıkan ve ondokuzuncu yüzyıl Alman felsefesinde güçlü bir felsefi güç olan tarihsel anlayışa — Historismus denilen şeye — göndermede bulunur. Burada kullanıldığı biçimiyle ‘‘tarihselcilik’’ terimi yakın zamanların kimi düşünce eğilimlerinde kazanmış olduğu özel anlamları kucaklamaz.

13. Evrenselliğin tarihselcilik-karşıtı savunucularına göre, tarihsel irdelemelerin ahlaksal doğrunun belirlenimini etkilemesine izin vermek göreciliğe ve nihilizme düşmektir. Tarih değişim akışına aittir ve özünlü olarak ahlaksal yön sağlamaya yeteneksizdir. Biricik kılavuzluk yetkesi ustur. Strauss ve izleyicileri tarihsel olarak türetilmiş ölçünler ile us tarafından ‘‘doğa’’da saptananlar arasında keskin bir ayrılık yaratırlar. Aşağıdaki pasaj yalnızca ikisini ayırdetmekle kalmaz ama karşıtlıklarını da vurgular.

14. Yalnızca insanların anlaşması üzerine kurulmuş bir davranış ölçününün özünde insan anlaşmalardan bağımsız olarak insanların ve şeylerin doğasından ortaya çıkacak bir ölçüne aykırı olması anlamında, uylaşımsal olan doğal olana karşıttır. İnsanların oluşturduğu ölçünler elbette yapaydır. …

15. ‘‘Uylaşımsala, yapaya ve geleneksele saygılı’’ olmak o düzeye dek ‘‘doğa ve usa bağlılıktan vazgeçmek’’tir. Geleneksel bir uylaşıma herhangi bir yetki yüklemek evrensel bir yargı kaynağını umursamamayı imler. Bu gibi formüller, ne denli çok sık yinelenseler de, evrensellik ile tikellik arasındaki ilişkinin yalınlaştırmacı bir yorumunu açığa sererler.

16. Modern ussalcılığın bir ölçüde bilinçsiz etkisi altında, Yunan felsefesinin tarihselcilik-karşıtı hayranları evrenselliği eski dünyada olanaklı olmuş olandan daha köktenci olarak tarihsel-olmayan bir tarzda anlarlar. Tikelin hiçbir bilgisinin olamayacağı konusunda Platon ve Aristoteles’in ortaya koydukları bilgikuramsal varsayıma karşın bu iki düşünür, özellikle Aristoteles, felsefi uygulamalarında somuta büyük bir dikkat yöneltirler. Platon’un diyaloglarının anlamı onlarda betimlenen tikel kişilikler ve ruh durumlarından ayrılamaz. Hemen akla Sokrates, birey — kişi ve felsefeci birarada — gelir. Daha sağın bir anlatımla, bir felsefeci olduğu denli bir yazın sanatçısı da olan Platon kişileri, olayları ve görgül durumları betimleme yoluyla yaşam görüşünün büyük bölümünü iletmeyi başarır. Somut kendilik anlamı cisimleştirir. Aristoteles’in Nikomakhos Törebilimi’ndeki uslamlaması okuyucunun çeşitli terimlerin deneyimsel göndermeleriyle belli bir tanışıklığını imler. Aristoteles’in, söz gelimi çok sayıda kent-devleti ‘‘anayasası’’ örnekleri gibi, geniş erimli somut gereçlerden oluşan incelemeleri, tikelliğin bir yolda bilinebilir ve evrensele bir yol gösterici olduğu konusunda, bulanık da olsa, bir ayrımsamayı imlerler. Bilginin yalnızca evrensellerle ilgili olduğu yolundaki öğretide tikellik ile evrensellik arasında bu varsayılan bağlantıya yeterince açıklama getirilmez.

17. Gerçi Yunan düşünürler düzgüsel olgusallığı değişim alanının üstünde ve ötesinde varoluyor olarak düşünmüş olsalar da, onlara, özellikle Aristoteles’e, bütünüyle tarihsel-olmayan bir ussallık yüklemek bir zamanlama yanlışıdır. Yunan düşünürler modern anlamda tikelliği ve bireyselliği bulmuş değildiler. Şimdinin geçmişin bir göstergesi ve ürünü olarak görüldüğü özbilinçli olarak tarihsel bakış açısını taşımıyorlardı. ‘‘Tarih’’ terimini bizden ayrı olarak kullanıyorlardı. Ancak bulanık olarak ayrımında oldukları birşeyi us anlayışlarından sağın olarak dışlayamazlardı. Bugünün tarihselcilik-karşıtları tarafından savunulan evrenselcilik türü hiç olmazsa elyordamıyla işleyen bir modern tarih anlayışını varsayar ki, aynı zamanda reddedilmeye açıktır.

18. Platon’da bütünüyle tarihsel-olmayan ussalcılığın örneğini görenler modern soyutlamacılıktan etkilendiklerini gösterirler. Strauss’un izleyicileri genellikle ‘‘eskiler’’i Aydınlanmadan ve ona akraba felsefi akımlardan türemiş düşüncelere göre yorumlarlar. Örneğin Sokrates bir ön-Aydınlanma kişiliği olarak görünür. Platon’un Jean-Jacques Rousseau ile ya da Aristoteles’in John Locke ile çok büyük bir ortaklık taşıdığına inanılır. Bu modern düşünürler de yine daha sonraki düşüncelerin ışığında yorumlanırlar. Bu tür genelde ahlaksal soyutlamacılık hakkında onun evrensellik tasarımının sıklıkla törel iyiye ilişkin klasik kavramlara olduğundan çok söz gelimi Fransız Devriminin törel düşüncelerine benzerlik taşıyıp taşımadığı sorulabilir.

19. Törel ve daha başka içgörülerin tarihsel irdelemelerden ayrı olarak oluşması gerektiği görüşü büyük bir felsefi kavrayış düzeyi ister, ama tarihselcilik-karşıtının evrenselliği soyut ussallıkla ya da daha başka tarihsel-olmayan düşünme yollarıyla ilişkilendirmesi son iki yüzyılın getirdiği büyük felsefi fırsatların ayrımında olmamanın ya da onları gözardı etmenin açık bir örneğidir. Kökleşmiş önyargılar modern tarihsel bilincin daha derin imleminin ve daha umut verici gizilgüçlerinin ayrımsanmasına karşı engel oluştururlar.

20. Evrenselliğe ve tikelliğe çok ayrı bir yaklaşıma geçmeden önce eklenmeli ve vurgulanmalıdır ki tarihsel koşula ayarlanmaya ya da başka yollarda somuta bağlanmaya bir gönülsüzlük soyut ussallık biçimleriyle sınırlı değildir. Burada ve şimdide olandan kaçınma her zaman anlak ve imgelem arasında bir etkileşimi imler. Tarihsel dünyayı bir yana bırakmaya yönelik bir istek şairlerin, ressamların ya da bestecilerin imgeleminin yanısıra bilimsel yapıtların yazarlarının imgelemini de damgalayabilir. Görünüşte yüksek anlıksalcı olan öğretilerin yakın bir yoklama üzerine düşlemci imgesel görüş tarafından esinlendirildikleri ortaya çıkabilir.

21. Olgusal yaşamda düşkırıklığına uğratan şeyden imgelem yoluyla kaçış her zaman olmuştur, ama özellikle son iki yüzyıl gündüşü imgelemi diye adlandırılabilecek şey için varsıl bir bitek sağlar. Birey edimsel yaşamın somut gereksinimleri ve fırsatları ile ortak çok az şey taşıyan ve tam bu nedenle daha doyurucu olduğu düşünülen kendi yaratısı bir alana doğru sürüklenir. Bu imgelem niteliğine kapılmışken, kişi varolan dünyanın cansıkıcı engellerine ve ağır sorumluluklarına katlanmak zorunda değildir. Bu imgelem tipi sanatsal ya da başka türden biçimlerle karşılaştırılabilir ki, bunlara, tarihsel olarak varolmaları zorunlu olmayan olanakları, kişileri ve olayları yaratıyor ya da tasarlıyor olsalar da, güçlü bir realizm ve sınır duyusu, yaşamın süreç içinde ne olabileceğine ve ne olamadığına ilişkin bir duyu sinmiştir. Kaçış imgelemi ise başka bir yerde olmak için, şimdiki dünyanın sunabildiğinden daha doyurucu koşulları geniş ölçüde elde etmek için duyulan bir özlemi anlatır. Bu hayal kurma tipinin özgül yanları kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir. Söz gelimi geçmişe özleme, kır yaşamı hayallerine, özgür erotik aşk düşlerine, ya da erdemli olarak dönüştürülmüş topluma ilişkin görüşlere düşkünlük gösterebilir. Son iki yüzyılda gündüşü imgelemi kendini düşlemin hızla geçip giden uçuşlarına sınırlamayı gittikçe artan biçimde reddetmiştir. İncelikle kurulu görüşler oluşturmuştur ki taşıyıcıları tarafından bunlara içinde edimde bulunduğumuz dünyadan daha büyük önem ve değer yatırılır. Birçok insan için bu imgelem niteliği günlük yaşamın sürekli bir eşlikçisi, oldukları gibi olan şeylere karşı süreğen bir yakınma kaynağı olmuştur. Birey gittikçe daha çok kendi gözde düşünde yaşar ve her zaman daha sıkıcı, giderek çekilmez görünen varolan bir dünyayı eleştirmek için onu bir model olarak kullanır.

22. Gündüşü imgeleminin tarihsel olmaması ya da tarihsele karşıt olması yalnızca, imgelem olarak, sezgisel görüş olması ve tarihsel gerçeklik algısı olmaması anlamına gelmez. Yaşayan ve davranan insanlar tarafından bilindiği biçimiyle insansal durumun önemli olgularını tipik olarak umursamama ya da önemlerini azaltma eğiliminde olması gibi özel bir anlamda da tarihsel olmayan ya da tarihsel olana karşıt bir imgelemdir. Bu kaçınma biçimi imgelemi kullanıyor ve ona başvuruyor olmakla birlikte, onu tarihsel olgusallıkların değerini indirmenin daha ussal ya da bilimsel görünen yollarıyla ilişkisiz görmek ciddi bir yanılgı olacaktır. Tersine, öğretisel, felsefi bildirimler her zaman, ister kaçamaklı ister daha olgusalcı olsun, temelde yatan ve yazarın düşüncesini yönlendiren bir imgelem niteliğini öngerektirirler. Bilimsel bir yaklaşıma düşkün görünen birkaç kişiden söz edersek, Bacon, Comte ve Marx imgesel bir yeni dünya görüşünden güçlü olarak etkilenirler. John Locke ya da John Stuart Mill gibi görünüşte yavan ve ussalcı olan başka düşünürler için de aynı şey geçerlidir. Aslında, kimi ussalcı ya da bilimci öğretilerin çekicilikleri arı anlıksal içeriklerinden çok anlıksal anlatım verdikleri sezgisel görüşte yatmaz mı diye sormak yerindedir. Hiç Das Kapital’in sağın uygulayımsal uslamlamasını özümseyerek toplumcu olan, ya da Locke’un İkinci İnceleme’sini benzer olarak özümseyeek liberal olan biri var mıdır?

23. Eğer tüm öğretiler kendi yapı ve esinlerinin bir bölümünü belli bir imgelem niteliğinden alıyorlarsa, kimi kuramların, kuram olarak, tarihi önemsizleştirme etkisi taşıdıklarını yadsımak söz konusu değildir. Çeşitli felsefi soyutlamacılık türleri bütünüyle kuramsal ya da ‘‘ideal’’ önermelere soğrulmuş olmakla, kendilerini somuttan ve edimselden az çok bilerek yalıtırlar.

Felsefe Makalelerinden Seçmeler – Claes G.Ryn
Çeviri : Nur Küçük ve Yasemin Çevik

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz