FAŞİZM İNSANLARI NE HALE GETİRİYOR… STEFAN ZWEİG

1

“Dürüst ve iyi niyetli olmak neye yarar, eğer tepedeki bir avuç insan böyle olmak istemezse. Boğa kırmızı bez parçasına baktığında ne görüyorsa, onlar da başka bir bayrağa baktıklarında aynısını görüyorlar…” [Clarissa, Stefan Zweig]

Stefan Zweig, 22 Şubat 1942’de eşi ile birlikte intihar ettiğinde arkasında muazzam bir eserler yığını bırakmıştır. Yazdıkları incelendiğinde, denemeler, uzun denemeler, romanlar, oyunlar ve özellikle biyografiler, tarih çalışmaları olmak üzere akıl almaz bir çalışma ürününü 61 yıllık hayatına sığdırdığını görüyoruz. Bu anlamda, birçok yorumcunun söylediği, “yazın dünyasının en fazla yazan, en çalışkan yazarı” cümlesinde bir abartma olduğunu söylemek mümkündür. Eserlerinin 1920 ve 30’lu yıllarda, Osmanlıca dahil (Örneğin Korku, 1905 ve Satranç 1917’de Almanca’dan çevrilip eski harflerle yayımlanmıştır) 50’den fazla dile çevrilmiş olması, Zweig’ın en çok okunan dünya yazarları arasına girmesi ve halen 32 eserinin Türkçeye çevrilmiş kitaplar olarak ülkemiz kitap piyasasında bulunması da bu savı doğrular niteliktedir.

Salzburg yılları çalışmaları ve Hitler Faşizmi’nden etkilenmeye başlaması

Zweig, I. Dünya savaşı bitince, savaşta tarafsız olduğunu ilân ettiği için gittiği İsviçre’den Avusturya’ya döndü ve Salzburg’a yerleşti. Tekstil ticaretiyle uğraşan Yahudi kökenli bir baba ile yine zengin bir bankacının kızı olan anneden dünyaya gelmişti. Kısacası Zweig doğuştan zengindi. İki çocuklu bir dul bayan olan ilk karısı ile evlendi ve Salzburg’un en güzel semtinde bir köşk satın alarak 20 yıla yakın bir süre bu köşkte yaşadı. Bu yıllar, hem yazarlığı, hem de sosyal ilişkileri açısından en verimli yılları oldu. 1920 yılında Balzac, Dickens ve Dostoyevski üzerine çalıştı. 1925’te Hölderlin, Kleist ve Nietzche üzerine birer inceleme yazdı. 1928’de Casanova, Stendhal ve Tolstoy üzerine incelemelerini yayımladı. Sahip olduğu imkânlar sayesinde, Roland, Levi, Benjamin, Mann, Wells, Joyce, Werfel, Schnitzler, Ravel, Toscanini, Richard Strauss gibi döneminin önemli kültür insanlarını defalarca bu köşkte misafir etti ve onlarla iyi ilişkiler kurdu. I. Dünya Savaşı sırasında askerliğini yaparken gitmiş olduğu Galiçya cephesinde savaşın tüm kötülüklerini yakından görüp etkilendiğinden, yazdığı gazete yazılarında ve verdiği konferanslarda devletleri yönetenlerin aşırılıklara yönelmemelerini ve sabırlı olmalarını tavsiye etti. 1928’de Tolstoy’un 100. ölüm yıldönümü anma etkinliklerine katılmak üzere Rusya’ya davet edildi. Gorki’nin aracılığı ile eserleri Rusça’ya çevrilmeye başlandı. 1931’de, “Akıl Aracılığı ile İyileşme” adlı kitabını yazdı Einstein’a ithaf etti. 1933’te ise Hitleri müthiş kızdıran bir olaya taraf oldu: Richard Strauss tarafından bestelenmiş olan “Sessiz Kadı” adlı operanın librettosunu yazdı. Yahudi kökenli olan bütün sanatçıların eserlerinin Almanya’da icra edilmesini yasaklayan Hitler’in, çok uğraşmasına rağmen bu operayı yasaklayamaması Hitler’i çıldırttı!

Avusturya’yı mecburen terk edişi ve sürgün yılları

Ancak bu güzel günler, Hitler’in örgütlediği ve sosyalizmle isim olarak dahi bağdaşmayan Nasyonal Sosyalizmin Avrupa’ya adım adım egemen olmasıyla sona erdi. Almanya ve işgal ettiği bölgelerde artık Yahudiler, çingeneler ve psikiyatri hastaları üzerinde tıbbi deneyler yapılarak veya sebepsiz yere kurşuna dizilerek öldürülüyorlardı. Aynı şekilde, Hitler’in, yandaşı olmayan gazetecilere, öğretmenlere, profesörlere ve işadamlarına tahammülü yoktu. Kafası “safkan ırk yaratmak” gibi akıl almaz bir saçmalıkla dolu olan Hitler ve yandaşları, Yahudi kökenli olan Zweig’ı da kara listeye almakta gecikmediler. Berlin’de Opera meydanında yakılan kitaplar arasında, artık arasında Zweig’ın kaleme aldığı eserler de yüklü bir yere tutuyordu. Gestapo’nun villasını basıp da silâh araması bardağı taşıran son damla oldu ve Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Artık o da ülke dışına kaçan Yahudiler ordusuna dahildi. Londra’da idi ve “Rotterdam’lı Erasmus’un Zaferi ve Trajedisi”ni yayımladı. 1937’de ilk eşi Frederke’den ayrıldı ve bir yıl sonra astım hastası bir genç hanım olan sekreteri ile birlikte Portekiz’e geçti. İngiliz vatandaşlığına başvurdu. 1939’da ilk eşinden esinlenerek yazdığı “Sabırsız Yürek”i yayımladı. 1940 yılında da bayan Lotte ile evlendi. Faşizmin yayılma korkusu bütün benliğini sarmıştı. 1941’de “Brezilya: Geleceğin Ülkesi” adlı kitabını yayımladıktan sonra bu ülkede yerleşmeye karar verdi. Brezilya’nın Petropolis kentine yerleşen Zweig burada, en ünlü hikayesi olan “Satranç”ı kaleme aldı. 1941 de Montaigne üzerinde çalışmaya başladı En önemli eserlerinden birisi olan ve dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını savunduğu “Dünün Dünyası- Avrupa Anıları”nı yazdı ve yayımladı.

Satranç adlı kitabını Okan Bayülgen’den aşağıdan dinleyebilirsiniz. 

En çok eleştirilen yönü: Yazma yoluyla faşizmle mücadele etmeye kendini inandırmış olması…

Durgun, sakin, temkinli ve neredeyse melankolik denecek derecede yalnızlığı seven ve öyle yaşayan Zweig’ın tek isteği yazmak, yazmak ve yine yazmaktı. Hitler faşizminin onun tüm benliğini sarmasının, hayatını tehdit eder hale gelmesinin ve sık sık “faşizm benim kişisel özgürlüğümü sınırlıyor” demesi de sakin bir ortamda yazma özgürlüğünün yok olabileceğini düşünmesinden kaynaklanıyordu. Kendini, kültür ve sanat yoluyla insanlığın birleşebileceği, savaşların ve faşizmin yok olabileceğine inandırmıştı. Yazarak faşizmle mücadeleyi şiar edinmişti. Güncel siyasetle ilişkisini kesme düşüncesi, yazmasına imkân vereceği için işine geliyordu. “Vicdan Zorbalığına Karşı” isimli eserinde bu görüşün felsefi izlerini bulmak mümkündür. Ama kendi yazma rahatlığını elinde tutabilmek için bilerek uyguladığı bu psikolojik bastırma yöntemi yakın çevresi tarafından çok eleştirildi.

En ağır eleştiriler de yakın arkadaşı, yazar Josep Roth’tan geldi

Roth, önce, “Almanya’da yasaklanışını tebrik ederim!” dedikten sonra şunları yazdı: “Cehennem hüküm sürüyor… Ama Zweig halâ kendi dünyasının içinde yazıyor! İdeali faydasız, gerçekdışı, gülünç ve tehlikelidir. İnsanın kendisi ve uğruna yaşadığı ve yazdığı her şeyin çiğnendiği bir dünyada hoşgörü neye yarar ki? Ya mücadele edin, ya da susun!”… Ama bu eleştirilere rağmen Zweig yolundan dönmedi. Başta “Satranç” olmak üzere trajedi, drama, melankoli ve teslimiyet kavramlarını sorgulandığı, yaşamında ve çağdaşlarında görülen karamsarlık, ruhsal çöküntü, yalnızlık, umutsuzluk, çaresizlik, hiçlik, açmazlık psikolojilerini, eğitimini aldığı felsefenin imbiğinden geçirdiği onlarca eser yazdı. Thomas Mann’dan daha çok tanınır, okunur oldu. İlginçtir, Zweig, Türk okurlar tarafından da aranan ve okunan bir yazar haline geldi ve halâ da öyle. Örneğin “Satranç” adlı mükemmel romanı, ki Zweig’ı bundan iyi tanıtan bir kitap yoktur, Türkiye’de 54 yayınevi tarafından basılmış. Sadece “Kitap Yurdu” adındaki site, bu kitaptan 32.000 adet satmış! Zweig’ın Türkçeye çevrilen eserlerinin toplam sayısı, dilimize çevrilen tüm Almanca ve Fransızca eserlerden de fazla!

Zweig’ların karı-koca beraberce intihar etmeleri

Stefan Zweig çalışan tüm yorumcuların birleştiği ortak bir nokta vardır. O da Zweig’ın son tahlilde hep bir “kaçış ve teslimiyet” içinde bulunduğudur. Yorumculara göre, bu özelliği eserlerine de yansımıştır. Bu nedenle, Hitler faşizmi, insancıl, şiddet ve kavgadan uzak, sadece bireysel özgürlüğünü koruyarak yazmak isteyen, yurdundan edilmiş Zweig için bir kâbus olmuştur. Oluşan faşist düzenin gün gelip yıkılabileceğini hiç düşünmeyen Zweigi yeni dünyada kendine yer olmadığına inanmıştı. Ruh sağlığı iyice bozulan Zweig, yine direnmedi ve “teslimiyeti” tercih etti. Walter Benjamin gibi, uzun zamandır yanında çok güçlü bir zehir olan küçük bir “Veronal” şişesi taşıyordu. Bıraktığı intihar mektubunda da belirttiği gibi, “doğru zamanda ve doğru şekilde hayatına son vermeye” karar verdi ve birkaç yudum zehirden içti. Karısını zorlamadı. Ama “Karar verdiğinde içebilirsin!” dedi. Karısı ise ilginçtir, galiba çok kadınca bir soru sordu: “Beni seviyor musun?” ve birkaç yudum oda içti. Ertesi gün odaya girenler, her ikisini de yatakta yan yana yatar şekilde buldular. Lotte’nin eli Zweig’ın elinin üzerindeydi ve yaşamıyorlardı. Zweig, yaşadığı ve öldüğü Petropolis kentinin belediye mezarlığına gömüldü. Ölümü hak etmeyen Zweig, 61 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Zweig dahil, milyonların ölümüne neden olan Hitler ise, bu olaydan 8 ay sonra, saklanmakta olduğu sığınakta kendini vurarak, eşi Eva Braun ise siyanür içerek intihar ettiler. “Allah’ın sopası yok” derler ama galiba var!

Prof. Dr. Turgut Turhan
Kıbrıs Gazetesi | 02 Mart 2022

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz