“Erdoğan henüz hayattayken, AKP’de “miras paylaşımı” için hazırlıklar başladı”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Marmara Üniversitesi’ne bağlı bir hastanede “gizlice” ameliyat olmasının üzerinden  iki hafta geçti. Bu süre içinde Erdoğan’ı sınırlı sayıda  kişinin görebilmesi ve bunlardan birinin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden olması durumun ciddi olduğunun bir göstergesi olabilir mi? Cumhurbaşkanı Aptullah Gül’ün Gülen Cemaati’nin isteği üzerine, şike yasasını ‘veto’ etmesi AKP’in bölünmesinin bir işareti mi? Bülent Arınç’ın “Ben Tayyip Erdoğan’a bile biat etmedim“,  Genel Başkan Yardımcısı ve sözcüsü Hüseyin Çelik’in “Bir insan hayatta iken tereke (miras) paylaşımına gidilmesi ahlaksızlıktır” açıklamalarında bulunmalarının sebebi ne olabilir?  Barış Yarkadaş ve  Veysi Sarısözen’in bu sorulara cevap arayan  yazılarını aşağıdan okuyabilirsiniz.

“Everest’ten ‘sonrası’ hızlı iniştir!”

Psikolojik savaşın en büyük yalanı, şu andaki AKP egemenliğinin “yenilmezliği” yalanıdır. Medya tekeli bu yalanı, AKP egemenliğinin derin çelişkilerini, gerçekte “kağıttan kaplan” gibi bir şey olduğunu topluma göstermeyi önlüyor. Bu medyayı izleyen ve CHP’nin çapsızlığını da gören milyonlarca insan, Türkiye’de AKP’den başka hiçbir siyasi gücün kalmadığına inanabilir. Aslı Aydıntaşbaş’ın belirttiği gibi, medya “BDP’ye sansür uyguluyor, CHP’ye de BDP muamelesi yapıyor.” Yazar, CHP’nin İzmir ve BDP’nin Amed mitinglerini medyanın sansür etmesinden işte bu sonucu çıkarıyor.

AKP gerçekte “kağıttan kaplan”dır. Bu partinin içinden “AB programını” çıkartın, onların etrafındaki “liberal aydın” desteğini yok sayın. Geriye biraz modernleşmiş Erbakancılıktan başka bir şey kalmadığını görürsünüz. Babacan AB’den vazgeçti, Fethullah Gülen’in sözcüsünün “muhafazakar demokratlarla, liberal demokratları yol ayrımına geldi” demesinin üstünden birkaç hafta geçmemişti ki, Mehmet Altan’ın Star’daki yazıları azaltıldı bile… AB’siz, liberalsiz bir “milliyetçilik, muhafazakarlık ve Amerikancılık”ın Demirellerden, Çillerlerden bir farkı kalır mı? Bir de bu resme, hala Kürt halkının bileğinin bükülemediğini, Suriye tuzağının büyük bozgunlar vaad ettiğini, ekonominin tehlikeli sinyaller verdiğini ekleyin. Ve Allah gecinden versin, bir de “Erdoğan’dan sonrasını” düşünün: Ve seyredin cemaatle rakip tarikatların rant kavgasını…

AKP başına geleceği anlamıştır: Acelesi ondandır. Bu aptalca tutuklamalar, bu akılsızca bombardımanlar, bu vahşice kan dökmeler ve yeniden “kontra”lara muhtaç kalmalar, gerçekte güçsüzlüğün ve yenilginin ilanıdır. AKP deprem bölgesine kurulmuş bir “Everest building” gibidir.

Buyurun AKP’ye bir kere daha bakalım.

Ne görüyoruz? Gördüğümüz, adam henüz hayattayken, AKP’de “tereke paylaşımı” için hazırlıkların başladığıdır. Siyasette tereke ya da miras paylaşımı kadar yıkıcı hiçbirşey yoktur. Liderlik koltuğunun bir tane olması, adayların ise her zaman farklı çıkarları temsilen birden fazla olması ve liderlik koltuğunun bir bacağını birine, öteki kolunu diğerine tarlayı böler gibi taksim edilmesi de mümkün olmadığı için, “tereke paylaşımı” siyasette partilerin başına çok kötü işler açar.

AKP bu nedenle “tereke paylaşımının başladığını” ilan eden Hüseyin Çelik’in demecinden sonra, dün itibariyle psikolojik olarak saldırıdan savunmaya geçmiştir.

Malum önce eski bir kamuoyu araştırması, Başbakan hastalandığı için “güncellendi.” Acul köşeci Emre Aköz bu araştırmayı, Cumhurbaşkanlığı bağlamında yorumlasa da, yorumlayan yazısının zamanlaması, yazıyı Başbakan’ın “hastalığı” ile kendiliğinden bağlamış oldu. Başbakan adaylarıyla ilgili değerlendirmeler hep bu bağı pekiştirdi. Bu arada Başbakan’ın yokluğunda, onun bilgisiyle hazırlanan Şike Yasasını Gül’ün veto etmesi “adaylık çıkışı” olarak yorumlanmayı hak etti. Onu ikinci “aday” Arınç’ın “Erdoğan’a biat etmemiş adamım” demesi izledi, böylece “adaylık” ilanı adeta kesinlik kazanır gibi oldu.

Biz bu konuyu gündeme getirdikten sonra, gelişmeler, dikkat çektiğimiz Zülfü Livaneli’nin yazısını doğruladı; Bakanlar Kurulu’nun Pazartesi günü yapılacak toplantısına “katılacak” dendiği halde Başbakan katılamadı. Medya Başbakan’ın Bütçe görüşmelerine de katılamayacağını, sözcülüğü Babacan’ın yapacağını yazdı. Bu durum “Erdoğan’dan sonrası” ile ilgili AKP içi “tereke paylaşımı” kızıştırdı.

AKP aygıtının başında bulunanlardan Genel Başkan Yardımcısı ve AKP sözcüsü Hüseyin Çelik dün şöyle deyiverdi:

“Bir insan hayatta iken tereke (miras) paylaşımına gidilmesi ahlaksızlıktır.”

Başbakan’ın “terekesini” biz paylaşmayacağımıza göre, bu “ahlaksızlığı” yapanlar belli ki AKP’nin içindekiler. Bu itham, şimdiden “adaylıklarını” ihsas ettirenleri mi hedef alıyor? Eğer alıyorsa iyi ediyor.

Ama aynı Hüseyin Çelik “Başbakan’dan sonrası tereke paylaşımına” örgütü hazırlamak için şunu da söyledi:

“Başbakanımız ilelebet o makamda oturacak değil”

Gördünüz mü? Böyle patavatsızlık olur mu? Başbakan hasta, hastalığının ne olduğu belirsiz olsa da, durumu ciddi, o daha yatağından kalkmadan, “Başbakanımız o makamda ilelebet oturacak değil” dendiği zaman siz bundan ne anlarsınız?

Ve Tayyip Erdoğan henüz hayattayken aygıt, ancak “lider” yaşama gözlerini yumduğu zaman, liderin taraftarlarını yatıştırmak için söylenebilecek olan şu edebi lafları da konuşmasına ekledi:

“Dünyanın en yüksek tepesi Everest’e bu unvanı kazandıran, onu kucaklayan Himalaya dağlarıdır. Sayın Başbakanımız karizması, liderliği, işin hakkını vermesiyle sadece Türkiye’de değil dünyada göz dolduran bir liderdir. Ancak, Himalayalar’ın varlığını da hiç kimse unutmasın.”

Adamın neredeyse “Sayın Everest sizlere ömür, ama Himalayalar dimdik ayakta” demediği kaldı.*

Gerçekgündem’den Barış Yarkadaş,  5 aralık tarihli yazısında yazısında: ”Çatlak şikeyle su yüzüne çıktı..” demişti.

AKP’de bir şeyler oluyor…

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Marmara Üniversitesi’ne bağlı bir hastanede “gizlice” ameliyat olmasının üzerinden tam on gün geçti. Bu on günlük süre içinde, Erdoğan’ı sadece bir kaç kişi görebildi. Bu kişiler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’di.

Joe Biden’in Erdoğan’ı Kısıklı’daki evinde ziyaret edeceğinin açıklanmasına rağmen, ABD Gizli Servisi’nin hastane çevresinde ‘keşif’ yapması dikkatlerden kaçmadı. Gizli Servis’in ameliyatın gerçekleştiği hastane ile çevresinin fotoğrafını çekmesi, “Erdoğan acaba hala hastanede mi?” kuşkusunu uyandırdı.

Bu sorunun cevabını sanırız sadece ABD ve Erdoğan biliyor… Kim bilir; belki bir gün “yeni wikileaks” belgelerinde bu soruların cevaplarını bulabiliriz.

Ancak görünen o ki; bu soru kadar önemli olan bir başka gerçek daha var: Başbakan Erdoğan, pazartesi günü yapılması gereken Bakanlar Kurulu’na yine katılamıyor. Erdoğan’ın çevresi her ne kadar “Başbakanımız turp gibi” dese de bunun gerçek olmadığı anlaşılıyor. Medya, korktuğu için Başbakan’ın kamuyu ilgilendiren sağlık sorununa ilişkin herhangi bir haber yapamıyor. Bu yüzden, Başbakanlık kaynaklı haberler “mutlak doğru” olarak kabul ediliyor. Oysa; Erdoğan’ın pazartesi günü yapılması gereken Bakanlar Kurulu’na YİNE katılamaması “işlerin yolunda gitmediği”ni gösteriyor.

Bu gerçek; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yaptığı çıkışlarla da görülüyor. Cumhurbaşkanı Gül, Fethullah Gülen Cemaati’nin isteği üzerine, şike yasasını ‘veto’ ediyor. Arınç, bizzat Başbakan Erdoğan tarafından hazırlatılan Yeni Şike Yasası’na henüz tasarı aşamasındayken karşı çıkıyor. Aynı Arınç, yasa Çankaya’dan döndükten bir gün sonra Bursa’da ilginç bir konuşma yapıyor. Arınç, “Ben Tayyip Erdoğan’a bile biat etmedim” diyor.

Medyamız, AKP’ye ilişkin “iç çatışma” haberlerini vermekten korktuğu için bu sözler arada kaynayıp gidiyor. Oysa; AKP’nin içten içe kaynadığı ve bu kaynamanın artık “taşma noktası”na geldiği görülüyor. Zira; Başbakan Erdoğan’ın hastalığından cesaret alanlar, içlerinde yıllardır taşıdıkları kompleksleri dışarı vurmaya başlıyor. Arınç, hep arka planda kaldığı için, artık sıranın kendisine gelmesi gerektiğini düşünüyor. Bu yüzden, “Ben biat etmedim” diyor. Gül ise, Erdoğan’a en büyük golü, sırtını Fethullahçılara yaslayarak atıyor. Fethullah Gülen’in Başbakan Erdoğan’a henüz bir “geçmiş olsun” mesajı yollamamış olması da dikkatlerden kaçmıyor.

Bu bağlamda, en ilginç gelişmelerden biri ise ortaya çıkan bir anket… Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer, ABD’li bir kuruluşun yaptığı anketi yayımlayarak, “Erdoğan sonrası hesaplar”a bir projeksiyon tutuyor. Ankete göre, seçmenler “Erdoğansız bir AKP’ye ilgi göstermiyor.” Seçmenlerin yüzde 48’i “Erdoğan olmazsa AKP’ye oy vermem’ diyor.

Anketin bir – iki ay önce hazırlanması; bu anketin hemen ardından Erdoğan’ın ameliyat olması ise manidar… Anket, “Erdoğan Köşk’e çıkarsa kimi tercih edersiniz?” minvalinde yapılmış. Ancak; ortaya çıkan sonuç, AKP açısından “iç karartıcı” olarak görünüyor. Seçmenin, Erdoğansız bir AKP’yi tercih etmeyeceği açıkça görülüyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sağlık durumunun hangi aşamada olduğunu bilmiyoruz. Bu bağlamda, sadece Arınç ve Gül’ün yaptığı çıkışlar üzerinden yorum yapabiliyoruz. Ancak görünen o ki; AKP tüzüğüne göre, bir sonraki dönemde vekil olamayacak olan Arınç da Gül de Erdoğan’la sorun yaşıyor. Gül’ün yakın çevresine Erdoğan’ın bazı uygulamaları hakkında dert yandığı Ankara’da açıkça konuşuluyor.

AKP, medyanın neredeyse tamamını kontrol altında tutuğu için, iktidar partisi içindeki ‘çatlak’ su yüzüne çıkmıyor. Oysa ki; Gül’ün Başbakan Erdoğan’a rağmen şike yasasını veto etmesi, çok önemli bir gelişmedir. Henüz altı ay önce imzaladığı bir yasayı, altı ay sonra beğenmeyen Gül’ün içine düştüğü çelişki, basit değildir. Medya, Gül’e bu çelişkiyi hatırlatacak mecalden bile yoksun… Bu yüzden, toplum gelişmeleri tek taraflı görüyor ve analiz edemiyor. Hafızalar tazelenmediği için, Gül ile Erdoğan’ın içine düştükleri görüş ayrılığı gözlerden kaçırılıyor.

Bütün bu olan biten; “Tek Adam Hakimiyeti”nin artık AKP içinde de sıkıntıya yol açtığını gösteriyor. Arınç ve Gül, Erdoğan’ın kontrolsüz bir şekilde büyümesinden ve tüm gücü kendisinde toplamasından rahatsız… Erdoğan’ın yeni anayasada başkanlık modelini istediği, bu olmazsa Köşk’e çıkmayı planladığı biliniyor. Şu an için, Erdoğan’ın önünde durabilecek bir güç de görünmüyor. Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasının AKP’nin güçten düşmesi, Gül ve Arınç’ın ise siyasette etkili olamaması anlamına geldiği biliniyor. Bu yüzden, “şike yasası” Gül ve Arınç’ı ittifak haline getiriyor. Erdoğan ise, Gülen Cemaati’yle arasına mesafe koyup Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yaklaşıyor. “Demokrasiden uzaklaşırsın, statükoya teslim olursun” sözlerine ise kulak asmıyor, asmamaya da kararlı…

Anlayacağınız, sadece CHP değil, AKP kazanı da kaynıyor. Medya şimdilik olan biteni görmezden gelse de önümüzdeki günlerde yazmak zorunda kalacak. Çünkü; özelikle İMKB’deki cemaat etkisinin azaltılması için Ali Babacan’ın bu operasyonda bizzat Erdoğan tarafından görevlendirilmesi, “AKP İttifakı”nı oluşturan çevrelerdeki rahatsızlığı daha da artıracak. Erdoğan’ın gücü ve yetkiyi kimseyle paylaşmak istemediği bilinen bir gerçek… Erdoğan, AKP’nin yüzde ellilik oyunun yarısından fazlasını “tek başına” aldığını biliyor. Ve bu gücü kimseyle paylaşmaya niyeti de yok… Bu, Fethullah Gülen, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Arınç için de geçerli bir gerçek…

AKP’yi izlemeye devam edin…

Özellikle de yıllardan bu yana hep geri planda kaldığını ve hakkının yendiğini düşünen Arınç’ı…

Dün yeni bir yazı kaleme alan Barış Yarkadaş, Arınç ve Güle kötü haberi veriyor Erdoğan’ın durumu iyi.

Arınç ve Gül’ü üzecek bilgi

 Futbol Asla Sadece Futbol Değildir 
Simon Kuper

Başbakan Erdoğan ile Gül – Arınç ikilisinin arasında yaşanan gerilimin ”Şike Yasası’nın veto edilmesi”yle birlikte deşifre olması, sıcak günlerin yaklaştığını gösteriyor. CHP’nin bir ilçe başkanı bile görevden alındığında bunu ekranda saatlerce tartışan medyanın, AKP içindeki derin çatlağa gözlerini yumması ise dikkatlerden kaçmıyor. Anlı – şanlı köşe yazarları ise, AKP’de yaşanan fırtınayı köşelerinde dindirmeye çalışıyor. Bunların başında ise Mehmet Ali Birand, Ruşen Çakır, Metehan Demir ve Bilal Çetin geliyor. Bu yazarlara göre, AKP’de herşey neredeyse güllük gülistanlık…

O halde, şimdi onların ne dediğine değil, gerçeklere bakalım… Sanırım, çok büyük ilgi gören bir önceki yazımızın ardından, AKP içindeki fırtınanın fotoğrafını çekmek de yine bize düşecek…. Sadece CHP değil, AKP’deki gelişmeleri anlamak isteyenler de yine bu köşeyi referans alacak. Zira; iktidara göbekten bağımlı medya, hem Gül’ü hem de Erdoğan’ı idare etmek zorunda. Bizim öyle bir derdimiz de kaygımız da yok. Özellikle Doğan Grubu Medyası, Abdullah Gül’e sınırsız destek verdiği için, Başbakan Erdoğan’ın sık sık hedefi haline geliyor. Doğan Grubu, bu yüzden AKP içindeki sıkıntıları “özgürce” yazamaz. Bu cesaretleri de yok, güçleri ve inandırıcılıkları da… Ancak buna rağmen, Abdullah Gül’ü desteklemekten vazgeçmeyecekler.

Kamuoyunun geniş kesimleri bilmez… Gül ile Doğan Grubu arasındaki ilişkiler çok sıkıdır. Hatta öyle ki; Gül, henüz Başbakan bile olmamışken, Hürriyet Gazetesi’nin kuruluş yıldönümü dolayısıyla yapılan basına kapalı toplantıda “geleceğe ilişkin projeksiyonu”nu Doğan Grubu yöneticilerine anlatmış ve övgülere mazhar olmuştu. Erdoğan, o toplantıyı hiçbir zaman unutmadı! Doğan Grubu, bugün de aynı tavrını sürdürüyor. Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanlığı tartışmaları sürerken, Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasını istediği ve Başbakan’ın Abdullah Gül olması gerektiğini söylediği biliniyor. Erdoğan bunu da unutmuyor.

Şimdi hem kendine ”merkez” diyen hem de “AKP destekçesi” medyanın bildiği halde yaz(a)madıklarına geçelim:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hastalığının ortaya çıkmasıyla birlikte, hiç hesapta ve gündemde yokken, Cumhurbaşkanlığı tartışması başladı. Oysa ki; CHP’nin tüm ısrarlarına rağmen, Yüksek Seçim Kurulu Cumhurbaşkanlığı seçim takvimini açıklamamakta ısrar ediyor. Çünkü; Başbakan Erdoğan, bu konuda henüz bir karar vermiş değil! Erdoğan, Çankaya seçimlerinin nasıl ve hangi tarihte yapılacağına ilişkin kararını önümüzdeki günlerde verecek. Oyun planını da yeniden kuracak. Çankaya seçimlerinin 2012’de olması gerektiğine karar verirse, düzenlemeyi de buna göre yaptıracak. (Garip ama gerçek…)

Başbakan Erdoğan, arkasına aldığı rüzgarla, Çankaya’ya kolayca çıkabileceğini biliyor. Erdoğan, Çankaya’ya çıktığı taktirde ise, yerini Milli Eğitim Bakanı ÖMER DİNÇER’e bırakacak. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden beri en yakınında bulunan Dinçer, böylece Başbakanlık koltuğuna oturacak. Erdoğan, hem Çankaya’yı hem de Başbakanlık’ı idare edecek.

Cemaat – Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın telaşı da bu yüzden zaten. Arınç ve Gül, Erdoğan’ın oyun planında kendilerine yer olmadığını biliyor. Bakmayın siz Mehmet Ali Birand’ın bugünkü yazısına… Birand, “Arınç – Gül ve Erdoğan arasında çok sıkı bir ilişki var” diye yazıyor. Doğan Grubu adına yazılan o yazıda, gerçek olmayan birçok ifade bulunuyor. Güya; Erdoğan Köşk’e çıkarsa, yerini Gül’e bırakacakmış… Gül ise, siyasete mesafeliymiş… Başbakanlık yapmayı düşünmüyormuş…

Abdullah Gül’ün Başbakanlık’ı düşünmediği doğru… Zaten kavga da bu yüzden patlıyor. Fethullah Gülen ve Doğan Grubu’nun sınırsız desteğini alan Gül, Köşk’te 5 yıl daha kalmak istiyor. 5 + 5 modelinin hayata geçmesini istiyor. Erdoğan ise buna sıcak bakmıyor. Bülent Arınç’ın durumu ise daha sıkıntılı… Arınç, Erdoğan’ın Köşk’e çıkması halinde, “sıranın kendisine gelmesi” gerektiğini düşünüyor. Bu yüzden de sık sık çıkış yapıyor. Erdoğan’a aklınca ”ayar vermeye” çalışıyor.

Arınç bu cesareti, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tavrından alıyor. Hatırlarsınız, o dönem yine bu köşede yazmıştık. Erdoğan’ın aklında, Gül’ü Köşk’e çıkarmak yoktu. Erdoğan, Nimet Çubukçu ya da Vecdi Gönül gibi “düşük profilli” bir ismi Köşk’e çıkarıp hem ”türban sorunu”nu gündemden düşürecek, hem de askerle hiç de istemediği bir kavgaya girişmek zorunda kalmayacaktı. Meşhur Dolmabahçe görüşmelerinde üzerinde uzlaşılan konulardan biri de buydu.

Ancak olmadı. Fethullah Gülen Cemaati, Erdoğan ve yakın çevresine “Tayyip Bey Köşk’e çıkmasın, orada oturtmazlar” telkininde bulundu. Erdoğan biraz bu telkinlerden, biraz da AKP’nin kendisi olmadan yoluna devam edemeyeceği düşüncesinden hareketle, Köşk’e çıkmadı. Bunun yerine, Arınç’ın ve cemaatin bastırması yüzünden Gül’ü çıkarmak zorunda kaldı. O dönemin gazetelerini bir hatırlayın… Gazetelerde her gün papatya falı açılırdı… “Erdoğan’ın kafasındaki isimler”in kim olduğu üzerine yazılar yazılırdı. Erdoğan, Gül’ün ismini TBMM’de en son gün; zoraki açıkladı. Çünkü; Arınç, o dönem Tayyip Erdoğan’a şunu demişti: “Köşk’e ya ben, ya sen ya da Abdullah çıkacak. Başka bir ismi kabul etmiyorum.”

Keza; Erdoğan’ın kafasındaki ismin Çubukçu ya da Vecdi Gönül olduğunun ortaya çıkması üzerine, Hayrunnisa Gül de eşine yakın milletvekillerinin kadın eşleriyle yaptığı bir sohbette, “Abdullah Bey Köşk’e çıkmazsa parti ikiye bölünür” demişti. Bunun üzerine Emine Erdoğan’dan sert bir uyarı almıştı. Ki; Emine Erdoğan “Çankaya bizim kırk yıllık rüyamız, oraya Tayyip Bey çıkmalı” demesine rağmen, ”reel politik”i göz ardı etmiyordu.

Şimdi yeniden günümüze gelelim:

Bir önceki yazımda da söyledim… Şike Yasası’nın veto edilmesi, basit bir gelişme değildir. Gül, Erdoğan’la bir bilek güreşine girmiştir. Köşk’te 5 yıl daha kalmayı planlayan Gül, cemaat ve Arınç’la kurduğu ittifakı “Şike Yasası” üzerinden güçlendirdi. Başbakan olmayı çok isteyen Arınç, Tayyip Erdoğan’a “Ben ne olacağım?” sorusunu yüksek sesle yöneltmeye başladı. Başbakan’ın planlarını Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e göre yaptığının ortaya çıkması ise gerilimi daha da yükseltti. Ve ne yazık ki; “ilişkileri çok sıkı” denilen Gül ile Arınç, Erdoğan yatağa düşer düşmez, “fırsat bu fırsat” deyip Köşk tartışmasını başlattı.

Şimdi onlara kötü bir haberim daha var:

Dün Gürsel Tekin’le görüştüm. Annesini kaybeden Tekin’i arayan isimlerden biri de Tayyip Erdoğan’dı. Tekin’e “Başbakan’ın sesi nasıl geliyordu?” diye sordum. Tekin, Başbakan’ın kendisine, “Anne acısını çok iyi bilirim. Seni anlıyorum” dediğini aktardı ve şunu söyledi: “Sesi çok iyi geliyordu. Gayet dinlenmiş bir ses tonuyla konuştu. Yorgun bir hali de yoktu.”

Anlaşılan, Arınç ve Gül’ün “Erdoğan’sız AKP” hayalleri bir müddet daha suya düşecek. Dostları Taha Akyol’un Hürriyet’te yaptığı AKP analizinde siyah harflerle vurguladığı ve hastalığına gönderme yaptığı “Kader ne gösterecek, bilmiyoruz” sözü ise bir süreliğine daha rafa kalkacak. Erdoğan, göreve başlar başlamaz ise “erken başlayan koltuk kavgası”nın aktörlerine gereken dersi verecek. Zira; Erdoğan şunu çok iyi biliyor: AKP varsa, Erdoğan sayesinde var!

Erdoğan, bunu 2011 seçimlerinde bir kez daha test etti:

Fethullah Gülen Cemaati’nin parti içindeki etkisini azalttı. Cemaatten sadece 4 kişiyi vekil yaptı. Gül’ün yakın çevresi dışında hiç kimseyi TBMM’ye taşımadı. Anlı – şanlı isimleri aday dahi göstermemesine rağmen, AKP yüzde elli oy aldı.

Bunun verdiği özgüven, Tayyip Erdoğan’ın parti içinde daha rahat hareket etmesini sağlıyor. Ne Arınç’ın ne de Gül’ün parti tabanında hiçbir karşılığının olmadığını biliyor. Bu yüzden, Şike Yasası’nın vetosu üzerinden yapılmaya çalışılan bilek güreşini “çok yakından” takip ediyor ama ciddiye de almıyor.

Erdoğan, “Tayyipsiz AKP” planlarının sadece kendi üzerinden yapılmadığını da farkında… Kendisine yakın iki ismin; Çiller ile Ağar’ın birdenbire “çete suçlaması”yla karşı karşıya kalmasının arka planını da yorumluyor. Zira; oyun kurucular, Erdoğan’sız AKP’nin bir arada duramayacağını biliyor. Erdoğan’ın kimseyi dinlemeyip Köşk’e çıkması ve yerine de Ömeri Dinçer’i getirmesi halinde “merkez sağ”da yeni arayışların başlayacağı biliniyor. Bu yüzden, merkez sağda alternatif haline gelebilecek iki ismin Çiller ve Ağar’ın “eski defterler” yüzünden saha dışına itilmeye çalışıldıkları görülüyor. Önümüzdeki günlerde, Ağar ve Çiller’e ilişkin daha çok olumsuz haber okuyacağınızı şimdiden söyleyebilirim…

Tabii bunları yazarken, bazı okurlarımız, “İyi ama Ahmet Davutoğlu bu oyunun neresinde?” diye sorabilir. Erdoğan’ın oyun planlarında Davutoğlu da yok. Zira; AKP “sıfır sorun” ve “BOP eşbaşkanlığı” gibi sıkıntılı süreçleri Davutoğlu’nun öngörüsüzlüğü yüzünden yaşıyor. AKP içinde “Enver Paşa olmaya özeniyor” diye eleştirilen Davutoğlu, iktidar partisine Libya, Mısır, Suriye ve Tunus’la cephe açtırdı. “Sıfır Sorun” diye başlayan politika, “Herkesle Sorun” haline dönüştü. Erdoğan, bu politikalardan kurtulmaya çalışıp TSK ile aynı paralalde yürümek istiyor.

Başbakan’ın bu girişimi ise, özellikle cemaat medyası tarafından “Statükoya teslim oluyorsun” , “Demokrasi iddiandan vazgeçiyorsun” sözleriyle engelleniyor. Davutoğlu’na “konjonktür” gereği tahammül eden Erdoğan, bu yüzden güvenebileceği isimlerle olan mesaisini ise yoğunlaştırıyor. Erdoğan, Ergenekon operasyonlarının “ölçüsüz” bir hale gelmesine engel olmaya çalışan ve bu yüzden cemaat medyasının sık sık hedefi haline gelen Beşir Atalay’a daha çok sahip çıkıyor. Atalay, Deniz Feneri ve benzeri konularda çokça eleştirilmesine rağmen, yanından ayırmıyor. “Hocam” dediği Atalay’ın kendisine yanlış yaptırtmayacağına inanıyor. Erdoğan bu sırada, tıpkı aylar önce söylediğimiz gibi, “Yeni Anayasa” yapılmasına da engel oluyor. Yeni Anayasa’nın içine yerleştirilecek birçok maddenin, “Türkiye üzerinde ameliyat”a sebep olacağını düşünüyor. Erdoğan’ın yeni anayasa istememesinin siyasi sebepleri de var. Erdoğan, yeni anayasa ile birlikte, “söyleyecek bir şeyinin kalmayacağı”nı da düşünüyor. Anayasa çalışmaları bu yüzden hayli yavaşlamış durumda…

Birileri Erdoğan’ın hastalanmasını fırsat bilip siyaset mühendisliği yapmaya soyunsa da Erdoğan’ın AKP içindeki bu marjinal gruba pabuç bırakmayacağını söyleyebiliriz. Erdoğan, sadece Köşk’e çıkmayı değil, belediye başkanlığı seçimlerine ilişkin planlarını da yapıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı için Egemen Bağış’ı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı için ise Binali Yıldırım’ı düşünüyor. Melih Gökçek’le yürümek istemeyen Erdoğan, bir önceki seçimde aday yapmak istediği ancak konjonktür gereği vazgeçtiği Veysel Tiryaki’yi Ankara adaylığı için hazırlıyor. Tiryaki’nin Altındağ Belediye Başkanlığı döneminde yaptığı çalışmalardan sık sık övgüyle bahseden Erdoğan, 2014 seçimlerinde mevcut belediye başkanlarının bir çoğuyla yollarını ayırmaya kararlı…

Anlayacağınız, Cemaat – Gül – Arınç Cephesi ile Erdoğan arasındaki tartışma daha da büyüyecek. Futbol üzerinden başlayan tartışma, AKP içindeki çatlağı büyütecek. Erdoğan, olan bitenin farkında… Doğan Grubu’nun, Abdullah Gül’ün İngiltere gezisini olağanüstü bir şekilde haberleştirmesini de kendisine yönelik planların bir adımı olarak görüyor. Bu yüzden, Abdullah Gül İngiltere’deyken Dersim tartışmasını birden bire en üst seviyeye taşıdı.

Böylece; hem Gül’ün çok yakın olduğu İngiliz ekolüne bir mesaj verdi, hem de gündemi değiştirme ve belirleme gücünün “hala” kendisinde olduğunu gösterdi. Gül ise; bunun farkına vardı ve döner dönmez yeni siyasi hamlelerle yanıtını verdi. Youtube’a verdiği demeçte, “Köşk’te yalnız kalıyorum, bazen sıkılıyorum” anlamına gelebilecek sözler etti. Bu sözler, Erdoğan’a “Aktif siyasete hazırım, beni yok sayamazsın” mesajıydı.

Medyamız, CHP’nin görevden alınan ilçe başkanını bile saatlerce tartışırken, AKP ve çevresindeki gelişmeleri “yazamıyor.” Bir kısmı ise, bildiği halde yazmayarak, kamuyonun bilgi edinme hakkını gasp ediyor. Okuruna – izleyicisine saygısızlık yapıyor.

Oysa ki; AKP de tıpkı CHP gibi adeta kaynayan bir kazan… Bunun bir kısmını dün gece TRT 1’de anlatma fırsatı buldum. Önümüzdeki günlerde bu meseleler daha çok tartışılacak. Bu kaçınılmaz… Çünkü; Erdoğan yüzde ellilik gücün çok büyük bir kısmının kendisininin olduğunu gördü. Bu yüzden; artık hiç kimseye ihtiyaç duymuyor. Ve bu gücü, bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere kimseyle paylaşmak istemiyor.

Başta da dedik ya; siz bakmayın medyanın anlı – şanlı kalemlerinin “AKP’de herşey güllük gülistanlık” güzellemelerine… Herşey güllük gülistanlık ise; bunu neden söyleme gereği duyuyorlar acaba? Belli ki; onlar da tartışmanın çok erken başladığının farkında… Gül ve Arınç’ın bu tartışmadan galip çıkamayacaklarını görüyor ve krizi öteletmeye çalışıyorlar…

Cemaat medyası ise, birçok mensubunun AKP’yle “kaynaşması ve bu yapı içinde erimesi” yüzünden Erdoğan’a kızgın… Tek sebep kuşkusuz bu değil… Ancak; cemaatin etkili isimlerinin “para ve iktidar”ın gücüne kapılıp saflarından kopması, üstelik bunların bürokrasideki etkili isimler olması, Fethullah Gülen’i rahatsız ediyor. Gülen’in geride bıraktığımız günlerde “Lükse ve dünya nimetlerine yenik düşmeyin” sözü, Erdoğan’a değil, AKP içinde çalışan yakınlarına yönelik… Erdoğan, Turgut Özal’ın taktiğini kullanarak, cemaatten birçok ismi devşirdi. Cemaatten kopup AKP’ye geçenler, doğal olarak cemaatin etkisini de azaltıyor.

AKP mevzusuna önümüzdeki günlerde yeni bilgilerle devam edeceğiz… Bunu söylerken, yazının girişindeki kitap ismini de size bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum: Futbol Asla Sadece Futbol Değildir – Simon Kuper ***


*Veysi Sarısözen, Gündem 07 Aralık 2011
** Gerçekgündem, Barış Yarkadaş 05 Aralık 2011
*** Gerçekgündem, Barış Yarkadaş 07 Aralık 2011

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz