Selahattin Erdem bir yazı yazdı; özetle BDP açısından her türlü tutumun masada olduğunu BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın sözlerine dayanarak söyledi. Meclisten çekilmek şakaya gelmez dedi, İyi düşünün diye uyardı. Meclis’ten çekilmenin de bir yol olduğunu söyledi. Erdem bunları anlattı. Doğru değil mi? Siz Menderes’in “tek parti diktasına karşı” “sine-i millete döneriz” dediğini unutmuş olmalısınız. Selahattin Erdem özellikle de kararı verecek olanın BDP olduğunun altını çizdi.
Çizer çizmez gürültü koptu.
“BDP Meclisten çekilecek…” “Neden?”
“Çünkü PKK emir verdi…” Yuh!..
Ardından “gözü yaşlı” uydurma “demokrat” sızlanmalar. “Benim için öldürme ve benim için Meclisten de çekilme!” “Ne yapalım?” “Sınır dışına çekilin!” “Neden?” “Çünkü hiçbir devlet sınırları içinde silahlı örgüte izin vermez.”
“Senin sınırının içindeki o şey devlet de, sınırının dışındaki eşeğin ayağı mı?”
“Uyduruk demokrat” işte. Söyler… Söylüyor da: “Hem devleti hem de PKK’yi eleştirmeliyiz.” Duyan da, ortada “akademik” bir tartışma var sanacak.
“Devletin şu dediği yanlış, PKK’nin de bu dediği yanlış” gibi bir tartışma var sankı ortada.
Tartışma değil. Savaş var. Burada bir kenara çekilip “iki tarafı eleştirmek” olmaz. Aydın olmak, tutum almak demektir. Bu savaşta “kim haklı”?
“Eleştirel aydın” mızmızlanıyor: “İkisi de haksız?”
Halk soruyor: “Kim daha fazla haksız? PKK’yi yok edeceğim diyen devlet mi, devleti yok etmeyeceğim, onunla aynı çatı altında yaşayacağım diyen PKK mi?”
“Eleştirel aydın” sahadan kaçıyor: Savaşı biz bitiremeyiz zaten, biz “dürüst” olmaya çalışıyoruz.
Halk yine soruyor: “Biri daha fazla haksız, diğeri daha az haksız olan iki güce eşit mesafede durmak ëdürüstlükle’ bağdaşır mı? Böyle davranmak, aslında daha fazla haksız olandan yana sinsi bir tutum alış değil mi? Böyle bir ahlaksızlık daha fazla haksız olanlara güç vermek ve savaşın uzamasına, daha fazla insanın ölmesine yardım etmek olmaz mı?
“Eleştirel aydın”ın yüzü çarık köselesi gibi. Kızarmıyor. Bağırmaya devam ediyor: “Benim için öldürme!”
Tövbe, tövbe!.. Senin için öldüren yok, meraklanma, vicdan yapma…Yapıyor. Utanmazlık parayla değil. Adam konuşuyor: “Benim için öldürme!”
“Eleştirici” yazar, gülünç bir şey doğrusu. Örneğin sürekli “çocuklarımız” filan diyerek, arkalarından gözyaşı döktüğü çocuklara şöyle seslenebiliyor mu?
“Devlet için ölme ve öldürme, silahını bırak, birliğini terk et, firar et!”
“Asker!.. Çukurca’da savaştığın kardeşindir, kardeşini öldürme, çek beyaz bayrağı, çık siperinden, karşındaki Kürt genciyle kucaklaş!”
Elbette böyle laflar etmesini istemeyiz bu “eleştirel yazar” tipinden. Maksadımız “iki tarafı eleştirmek” kavramının sanılandan çetin bir kavram olduğunu anlatmak. Yukardaki lafları edemeyen, başka türlü laflar etmeye kalkışmamalı…
Biz ne dersek diyelim, o her türlü lafı etmeye kalkışıyor. Başlıyor konuşmaya:
“Özerklik için savaşmak saçmadır, Komisyon’da demokratik anayasa için çalışmak varken neden savaşıyorsunuz? Ayrılacaksanız, Büyük Kürdistan’ı kuracaksanız, o zaman savaşın, ama özerklik için savaşmayın.”
Müthiş bir mantık değil mi?
Gerçek nedir?
Kürt özgürlük hareketi “Büyük Kürdistan için”, 12 Eylül faşizmine karşı silaha sarıldı. Her halkın olduğu gibi Kürtlerin de devlet kurma hakkı meşruydu ve 12 Eylül faşizmine silahla karşı koymak da “farz”dı. Sonra ne oldu? Sonra, Kürt özgürlük hareketi savaşı sona erdirmek için “Büyük Kürdistan” hedefinden vazgeçti. Barışçıl çözüm için “özerkliği” kabul etti. Şimdi ne oluyor?
Şimdi Kürt tarafı barışçıl çözüm için “özerkliği” savunuyor, devlet, ise özerkliği önlemek için PKK’yi imha etmeye çalışıyor.
İşte savaş da bu nedenle bitmiyor, sürüyorÖ
Neymiş? Demek ki, Kürtler “özerklik için savaşmıyormuş”, tersine, “savaşmamak için” özerkliği savunuyorlarmış… Eleştirel yazarda dur durak yok.
Gemi kaçırılmış. İçinde siviller. “Eleştirel yazarlarla” dolu olan medya basıyor sansürü.
“Terörün oksijenini kesiyor.” Nasıl oluyor bu iş?
Milyonlarca Kürt şu anda, o gemiye neden, nasıl, ne için, kim tarafından el konulduğunu biliyor. Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi protesto etmek isteyen militanın silahsız olduğunu da. İnfaz edildiğini de. Onu binlerle alıp, son yolculuğuna uğurluyor.
Eeee… O zaman ne oluyor?
Şu oluyor: Bu medyatörler Türkleri aptal yerine koyuyorlar; sansürü, onların beyni karışmasın diye dayatıyorlar.
Yani onlar, kendi uluslarına, Türklere güvenmiyorlar. Onları ahmak, idraksiz budala sayıyor, çocuk yerine koyuyorlar ve zihinleri bulanmasın, yoldan çıkmasınlar, “teröristin eyleminden” etkilenmesinler diye, “medya vesayetine” alıyorlar.
Şu işe bakın: Siyasetin üstündeki askeri vesayete karşı çıkanlar, şimdi Türklerin üzerinde devlet vesayetinin medyası haline geliyorlar…
Kürt sorunu belalı bir sorun. Bu sorunda yamukluk yapan yamuluyor…
Baksanıza, “Fethullahın polisi”, Güzel’in cenazesinde camiye gaz bombası atıyor…
15/11/2011 Ö. Gündem