Evinizin mutfağındaki tüpgaz kadar tehlikeliyim şimdilerde. Her an patlayabilirim. Şu uhrevi dünyada ve nadide memleketimizde olayların popkorn gibi çoğalmasından dolayı çok gerildim. Etrafımın acilen birkaç metrelik beton duvarla kapatılması gerekiyor. Şu geoit dünyada ansızın patlayıp etrafa inanılmaz boyutlarda zarar verme potansiyeline eriştim çünkü. Hatta Dünya’mızın eksenini 10 ceme kaydırabilirim bile.
Masum bi tüpün, nükleer reaktörler kadar tehlikeli olabileceğini en yetkili ağızdan, ülkemizin yarısını temsil eden yakışıklı, karizmatik olduğu kadar nükleer fizik alanında ihtisas yapmayı da ihmal etmemiş olan başbakanımızdan duydum. Öyle kulağım da misafir olmadı. Alenen 70 milyonla beraber duydum. Zaten o cennetten çıkma sopa gibi sert sesi duymamak mümkün mü?
Mutfağa girip huzur içinde menemen bile yapamıyorum artık. Japonya’dan özel kıyafet getirttim. Çayımı bu şekilde demliyor, hamsimi aynı kıyafetimle yapıyorum. İyi de oluyor. Balık kokusundan da kurtuldum. Fakat mutfağa girerken tırsunami dalgaları ardı ardına geliyor ve tırsım tırsım tırsıyorum yine de.
Popkorn misali çoğalan olaylar sperm kalitemi düşürdü mü diye de endişeleniyorum. “En az üç çocuk” yapmayı planlıyorum çünkü. Çocukları yapıp birilerinin üstüne salıcam. Çirkef planlarım var.
Mesela şu “bedelli askerlik” mevzusunu her duyduğumda spermlerin kitlesel olarak yok olduğunu düşünüyorum. Piyango falan vurursa, aldığım bütün parayı bu meselenin sonlandırılması için hükümete ve sözde muhalefetine rüşvet olarak verecem. Burada herkese deklere ediyorum. Bedeli neyse verecem artık. Biz “bedelli” değil “yardırmalı” askerlik yaparken iyiydi! Çok kazançlı insafsız esnafların kazara insana dönüşmüş ama sperm olarak kalmayı becermiş veletlerinin müjdeli bi haber almasını bütün memleket ahalisi olarak izlemek zorunda mıyız? Bedelli çıksa da razıyım artık. Yeter ki bu kapçık ağızlı tartışma bir an önce son bulsun.
Memleketin olaylarına bakınca “kusinami dalgaları” ardı ardına geliyor.
Türkiye’nin neredeyse yarısının üye olduğundan şüphelenilen Ergenekon örgütünün davası, bu hafta kendini aştı. Bu sefer de basılmamış kitabı yasakladılar. Ergenekon savcılarının yeni sloganı anlaşılan “basılmamış kitap kalmasın” oldu! Sloganı duyunca ifade özgürlüğünde güneş sistemi içinde bir inciyiz zannedebilirsiniz. Bu savcılar bi yerlerde iddiasına falan mı giriyorlar bilmiyorum. Bi’şeyler mi yarıştırıyorlar birbirileriyle “basamasın abi orayı!” “baba sen orayı bas ben de yayımlanmamış kitabı toplatırım!” diye düşünmekten alıkoyamıyorum artık. Bu olanlardan sonra sistemin savunulan, şımarık çocuklarına, yani “imamın ordusu”na her olayın ardından “bi büyük rakı şişesi” atmak istiyorum. Ama boş olarak tabi. Hem %70’ini vergi olarak verecem hem de içmeyecem! Karaciğerimi yüce rabbime vergi olarak veririm o rakıyı yine de içerim. Neyse. Artık yeni bir protesto şeklimiz oldu. Domates attık anlamadılar, yumurta attık “pişirin yiyin zekanız gelişsin” dediler, onu da yaptık ve yumurtayla beslenmiş nöronlarımızla düşünüp yeni bir yöntem bulduk; Rakıyı içiyoruz ve boş şişeyi uç kısmından usulca tutup olay mahalline fırlatıyoruz.
Bence dolu şişe atsak daha etkili olur. Düşünsenize “imamın ordusu” polislerimize bi eylem sırasında dolu bi 70’lik rakı fırlattığımızı. Yemiiin ederim molotof halt eder yanında. Çıkan kokuyu aklınıza getirsenize. Aman yarabbim! Bizim kitle kokuya doğru koşarken mevzu bahis olan ordunun elemanları kokudan nasıl kaçarlar? Onlar kaçıyor, peşlerinden biz takip ediyoruz ve ara sokaklarda kıstırıp rakı koklatıyoruz. Yılların rövanşı!
Tüp çocuk sahibi olmamak için spermlerimi bu şekilde korumaya almak istiyorum. Herkese tavsiye ederim. En az üç sağlıklı muhalif ve cesur çocuğun yapım öncesinde ilk atlatması gereken badire bu. Sonrasında fallop tüplerini geçip, rahim duvarına tutunmak da onların işi olsun.