Dünyanın ilk ve tek Kaplumbağa Terbiyecisi Osman Hamdi’nin ölümünün 100’üncü yıldönümü

osman hamdi beyBirçok tablo yapmıştı ama “başyapıtım” diyeceği eseri henüz yapmadığını düşünüyordu. İki metre yirmi üç santim boyundaki yeni bir tabloya başlamıştı. Kısa süre sonra tablo belirginleşti. Figür yine kendisiydi. Sakalları ağırmış, kamburu ortaya çıkmıştı. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Yerde ise kaplumbağalar vardı. Yaşlı adam elinde bir ney tutuyordu. Boynunda ise sopa asılıydı. Yeni tablosunda bir anlamda kendini anlatıyordu Osman Hamdi. Batılılaştırmaya çalıştığı muhafazakâr bir toplumda eğitimci rolü oynamak, tıpkı kaplumbağa terbiyecisi gibi büyük sabır istiyordu. Tablo bittiğinde resmi görenler ne anlatılmak istendiğini anlamakta zorlandı. Birbirlerine böyle bir mesleğin olup olmadığını sordular…

Osman Hamdi bey online resim sergisine bak

[srizonfbalbum id=7]

Osman Hamdi’nin hikâyesi 30 Aralık 1842’de İstanbul’da başladı
Ölümünün 100’üncü yıldönümü dolayısıyla Türkiye’de ve dünyada çeşitli etkinliklerle anılan Osman Hamdi Bey, ünlü tabloları dolayısıyla çoğu kişi tarafından “ressam” olarak bilinir. Oysa ressamlığı kadar önemli olan iki mesleği daha vardı; arkeolog ve müzeci… Osmanlı İmparatorluğu’nda amaca uygun ilk müze olan, günümüzün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu, yıllar sonra Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştürülen Sanayi Nefise Mektebi’nin ilk yöneticisiydi. Modern anlamda müzeciliği başlatan Osman Hamdi Bey, eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan isim olarak da tarihe geçti. Ayrıca, Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı. Başyapıtı olan “Kaplumbağa Terbiyecisi” sonrasında, uzun bir süre böyle bir meslek olup olmadığı tartışılmıştı.

Osman Hamdi’nin hikâyesi 30 Aralık 1842’de İstanbul’da başladı. Ayasofya’nın hemen yanındaki bir mahallede dünyaya geldi. Çocukluğu, Mahmutpaşa Yokuşu’ndaki bir konakta geçti. Gençlik yıllarının başında, o dönem Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) olan babası İbrahim Edhem, onu hukuk eğitimi almak üzere Fransa’ya gönderme kararı aldı. Kendisi de İmparatorluğun yurt dışına eğitime gönderdiği 4 öğrenciden biriydi. Oğlunu seyahat öncesi uzun uzun tembihledi: İçkiden ve kadınlardan uzak durmalısın…

Annesi Fatma Hanım, kardeşleri Mustafa, Galip ve Abdullah’ı geride bırakıp, 18 yaşında, 1860 yılı Nisan ayında tahta bavuluyla Paris’e geldiğinde, onu en çok etkileyen ve dikkatini çeken Osmanlı’da yasak olan heykeller oldu. Dakikalarca önünde durup, heykelleri inceledi… Dünyaca ünlü heykeltıraşlar, ressamlar, yazarlar, şairler ve filozofların yaşadığı Fransa’da günleri geçtikçe, sanata olan merakı ve tutkusu da önlenemez boyutlara geldi Osman Hamdi’nin. Okula gitmek yerine odasında resim çizmeyi tercih ediyordu. Hukuk öğrencilerine zorunlu olmayan arkeoloji derslerine girmekten zevk alıyordu. Aylar geçtikçe memnuniyetsizliği dayanılmaz bir hâl aldı.

Hukuk yerine sanat

Paris’e gelmesinin üzerinden 4 yıl geçti. Hukuk okuması babasının kararıydı, kendisi ise resim yapmak istiyordu. Bütün boş vakitlerini resim atölyelerini dolaşarak geçiriyordu.

Bir yıl önce kapılarını artık yabancı öğrencilere de açan Ecole des Beaux Arts’ta girmek rüyalarını süslüyordu. Günlerce uğraştı ama okula asli öğrenci olarak kayıt yaptırmayı başaramadı. Konuk öğrenci olarak başladı. Dönemin ünlü Fransız ressamı Gerome’un yönettiği atölyenin müdavimi oldu. Bu sırada hukuk okumak istemediğini babasına da bir mektupla açıkladı. O günlerde açılan bir resim sergisine “Türk Kadını” adlı tablosunu göndermişti. Bu tablosuyla gazetelerde övgü dolu eleştiriler çıktı. Ancak bu sırada babasından “İstanbul’a dön” diyen mektup geldi. 1869’da Paris’ten 27 yaşında usta bir ressam olarak ayrılarak İstanbul’a döndü.

Viyana’daki sürpriz

Özel hayatına dair beklenmedik bir gelişme, yine yurt dışındayken oldu. Viyana’da 1873 yılında düzenlenen uluslararası fuarda görevlendirilmişti. Sergiye katılacak Osmanlı heyetinin baş sorumlusuydu. Başarılı geçen sergi döneminde bir gün bir sürprizle de karşılaştı; Maria adlı 17 yaşındaki kıza aşık oldu. Maria’nın teklifini kabul etmesi üzerine, babasına mektup yazarak, İstanbul’daki eşinden ayrılacağını duyurdu. Nikah günü ikinci eşine, “Sana bundan böyle Naile” demek istiyorum” dedi. İstanbul’a döndüğünde Hariciye Nazırlığı Protokol Müdür Muavini olarak atandı.

Bir süre sonra babası sadrazam oldu. Ülkede parlamenter sistemin emeklemeye başladığı günlerde Osman Hamdi de yeni bir görev için kolları sıvadı, 6. Bölge Belediye Müdürü olmuştu. Bir süre sonra ihmal ettiği resme yeniden başladı.

Babası Edhem Paşa Dahiliye Nazırlığı’na getirilmişti. Ondan tüm vilayetlere resmi bir yazı göndererek, buldukları tarihi eserleri müzeye yollamalarını istedi. Müzedeki koleksiyonu zenginleştirmek için Nemrut Dağı’na çıktı. O döneme kadar hiç milli kazı yapılmamıştı. Osmanlı’nın ilk arkeolojik kazı macerası da böylece başlamış oldu. Bu kazılar sırasındaki notlarıyla Nemrut Dağı Tümülüsleri adlı kitabı Fransızca olarak hazırladı. Başlattığı işin daha verimli hale gelmesi için tarihi eserlerle ilgili yürürlükteki tüzüğün acilen değişmesi gerektiğini fark etti. Kazılarda bulunan eserler, bulunduğu topraklarda kalmalıydı. Abdülhamid’in 21 Şubat 1884’te yeni düzenlemeyi kabulüyle, Asarı Atika Nizamnamesi yürürlüğe girdi. Bundan böyle Osmanlı topraklarının üstünde ve altında bulunan bütün tarihi eserler devlete ait olacaktı. Osman Hamdi, Nemrud’un ardından Sayda’da kazılar yaptı. Sayda kazısında bulduğu ve arkeoloji dünyasının baş yapıtları kabul edilen, aralarında İskender Lahti’nin de bulunduğu lahitler ve diğer eserlerin sergilenmesi için ilk Türk müze binası olan bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin 1881’de temelini attı, 1891’de hizmete açtı.

Okul yöneticisi ve müze müdürü

O günlerde tek resmi görevi müze-i Hümayun Komisyon üyeliğiydi. Müze Müdürü Dr. Dethier’in ricası üzerine komisyona katılmıştı. Bu görevi kabul ettikten sonra da Osmanlı’nın arkeolojik geçmişine merak salmıştı. Ancak karşılaştığı manzara onu üzüyordu. Zira kazılarda bulunan eserlerin adeta yağmalanırcasına yurt dışına çıkarıldığını gördü. Dr. Dethier ölünce, müze müdürlüğüne Eylül 1881’de Osman Hamdi getirildi. Tam da bu sırada Osmanlı’nın ilk güzel sanatlar akademisinin -Sanay-i Nefise- kurulması kararı alındı. 1882 yılının ilk gününde, okulun yöneticisi olarak, Müze Müdürü Osman Hamdi’nin görevlendirildiği açıklandı. Osman Hamdi, burada Ecole des Beaux Arts’ın eğitim anlayışını hayata geçirmeyi hedefliyordu. Okul binası için müze müdürü olduğu Çinili Köşk’ün yanındaki boş araziyi seçti. Mimar olarak bir süre önce bir sergide tanıştığı Alexander Vallaury’i seçti. Ona aynı zamanda okulun mimarlık bölümünün başına geçmeyi de teklif etti. Heykel öğrencileri için Roma Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde ünlü heykeltıraşların öğrencisi olan Osgan Efendi’yi okulun kadrosuna aldı. Sanayi-i Nefise, 3 Mart 1883 günü törenlerle açıldı. Artık güzel sanatlar alanında eğitim almak isteyen gençler Avrupa’ya gitmeyecekti.

67 yaşında cübbe giydi

Osman Hamdi, müzecilikte 25 yılını doldurduğunu farklı ülkelerden gelen kutlama, nişan, madalya ve takdirnameler sayesinde fark etti. İmparatorluk müzesi sürekli eklenti binalarla koca bir ”U” şeklini almıştı. Dünyanın en hızlı genişleyen müzesi olmuştu. 1909 yılında Oxford Üniversitesi ona fahri doktora unvanı verdiğini açıkladı. İngiltere’ye gitti. 67 yaşında cüppe ve kep giydi. Yaşayan bir efsane olmuştu… Osman Hamdi, 1910 yılına hasta olarak girdi. İngiltere yolculuğu onu çok yormuştu. Artık müzeye gidemiyordu. Takvimler 24 Şubat’ı gösterdiğinde Osman Hamdi hayata gözlerini yumdu.

Vazgeçilmez modeli eşi Naile Hanımdı

Resimlerinin ana teması insan olan Osman Hamdi’nin modelliğini eşi Naile Hanım yapıyordu. Resimlerinde erkek model olarak ise çoğunlukla kendisini kullanıyordu. Zaman zaman isyanını da eserlerine yansıtıyordu Osman Hamdi. “Gezintideki Kadınlar” tablosunda, dokuz kadını dış mekanda betimleyip bir ilke imza atmıştı. Birçok tablo yapmıştı ama “başyapıtım” diyeceği eseri henüz yapmadığını düşünüyordu. İki metre yirmi üç santim boyundaki yeni bir tabloya başlamıştı. Kısa süre sonra tablo belirginleşti. Figür yine kendisiydi. Sakalları ağırmış, kamburu ortaya çıkmıştı. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Yerde ise kaplumbağalar vardı. Yaşlı adam elinde bir ney tutuyordu. Boynunda ise sopa asılıydı. Yeni tablosunda bir anlamda kendini anlatıyordu Osman Hamdi. Batılılaştırmaya çalıştığı muhafazakâr bir toplumda eğitimci rolü oynamak, tıpkı kaplumbağa terbiyecisi gibi büyük sabır istiyordu. Tablo bittiğinde resmi görenler ne anlatılmak istendiğini anlamakta zorlandı. Birbirlerine böyle bir mesleğin olup olmadığını sordular…

Önemli eserleri
* Kahve Ocağı
* Kuran Okuyan Kız
* Çarşaflanan Kadınlar n Gebze’den Manzara
* Silah Taciri
* Beyaz Entarili Kız
* Sarı Kurdeleli Kız
* Kaplumbağa Terbiyecisi

Dünyanın ilk ve tek Kaplumbağa Terbiyecisi
Şule TÜRKER

V. Pazar 27.06.2010

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz