Dostoyevski, Suç ve Ceza | Bir suçun psikolojik öyküsü ve onun ahlaki sonuçları

1845 Mayısı’nda Dostoyevski daha üniversite öğrenciliği yıllarından tasarladığı ilk romanı İnsancıklar’ı bitirdi. Romanın müsveddelerini yazarın yakın dostu D.V. Grigoroviç ve ünlü ozan Nekrasov okudular. Heyecanlan öylesine büyüktü ki, doğruca devrin ünlü eleştirmeni Belinskiy’e gittiler. ‘İnsancıklar”ı, Belinskiy de çok beğendi ve beğenisini, “… Gogol’ü de geçecek… bundan önceki bütün edebiyatı gölgede bırakacak bir deha ile karşı karşıyayız”, sözleriyle dile getirdi. “İnsancıklar” 1846 yılında yayımlandı. Gerek “İnsancıklar” gerekse, yazarın bununla birlikte yayımlanan ikinci kitabı ‘Benzer’ büyük ilgi topladı. Daha sonra ‘Suç ve Ceza”da en parlak biçimde dile gelecek olan, yazarın yoksul, umarsız insanlara ve hayatın trajik yanlarına karşı duyduğu büyük ilgi ve duyarlılık, daha bu ilk yapıtlarında kendini göstermeye başlamıştı.

Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Fyodor Mi-hayloviç Dostoyevski 30 Ekim 1821 günü Moskova’da bir doktor ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1843 yılında, askeri öğrenci olarak okuduğu Petersburg mühendislik okulunu bitirdi, ancak bir yıl askeri mühendis olarak çalıştıktan sonra istifa etti. Nicedir verdiği bir kararla, edebiyat hayatına atıldı. Bundan hemen sonra da, 1844 yılında,   Balzac’ın “Eııgenie Grandet ” çevirisi Dostoyevski imzasıyla ilk yapıtı yayımlandı.

[youlist pid=”PLO8cBIjqvfO1TVNXREHoR7RpZS9_-1Er0″]
Sonraki şarkıya geçmek için >| şarkı seçmek için [>] işaretine basınız.

1847 yılında yazar ütopyacı sosyalist Petraşevski’nin grubuna girdi. Grup üyeleri zaman zaman toplanıyorlar, yazdıkları yazı ve şiirleri okuyup, felsefi tartışmalar yapıyorlardı. Bu toplantılardan birinde Dostoyevski, Moskova’dan eline geçen ve gizli dağıtılan Belinskiy’nin Gogol’e yazdığı bir mektubu okudu.

Dostoyevski ve grubun öteki üyeleri 23 Nisan 1849 günü, Çar I. Nikolay’ın polisince tutuklandılar ve sekiz ay süren gizli duruşmalar sonunda idama mahkum edildiler. 22 Aralık 1849 günü Sernyonov alayının geniş eğitim alanına getirildiler. Cezaların uygulanması için ilk üç kişilik grubun direklere bağlandığı sırada bağışlandıkları bildirildi. Dostoyevski’nin cezası 4 yıl kürek, 5 yıl da sürgüne çevrilmişti. Yazar, 1854 yılma kadar 4 yıl Omsk cezaevinde kaldı, daha sonra da, 1859 yılına kadar, 5 yıl, Semtpalatinsk’teki birlikte er olarak hizmet gördü.

Cezası bitip de Petersburg’a döner dönmez yeniden yazmaya koyuldu. Dyadyıışkin Son (Amcanın Rüyası) ve Selo Stepançikova iyego obitateli (Stepançikova Köyü ve Sakinleri) ‘nden sonra, art arda büyük romanları yayımlamaya başladı. Unijenmye i oskorblenniye (Ezilenler ve Horlananlar) Omsk’taki mahpusluk yıllarının anılan olan ve 1860’lı yılların ilerici, demokrat okurlarıma coşkuyla karşılanan Za-piski iz mertvogo doma, (ölü Evinden Anılar), Prestuplenie i nakaza-nie (Suç ve Ceza), Igrok (Kumarbaz), Idiot (Budala), Besi (Cinler), Podrostok (Delikanlı), Bratya Karamazovı (Karamazov Kardeşler) vd. Büyük yazar 28 Ocak 1881 günü öldü.

Dostoyevski 1840’ların ütopik sosyalizm düşüncesinin etkisinde kaldı. Ancak kürek ve sürgün hayatı bu etkilenimi önemli ölçüde değiştirdi. Yazar, cezaevi ve sürgündeyken, o yıllar edebiyatında sıkça görülen roman kişilerinden bambaşka insanlarla birlikte oldu; bunlar köylüler ve askerlerdi. Ama genç yazar aralarında olmasına karşın, “kara halk” dediği bu insanların iç dünyalarına girmesini önleyen sağır bir duvarla karşılaştı. O dönemler Rusyasında aydınlarla halk arasındaki derin uçurum, sonraki yıllarda da Dostoyevski’yi derin bir biçimde etkiledi. Bu durum bir bakıma onun büyük trajedisiydi. 1850’lerde bütün Avrupa’yı saran gericilik dalgası, Dostoyevski’de devrimin olabilirliği üzerine kuşkular uyandırdı ve 60’lı yıllarda onun Çernişevski ve öteki devrimci demokratların karşısında yer almasına neden oldu. 1861 köylü reformu sırasında ve ondan sonra ağabeyiyle birlikte yayınladığı Vremya ve Epoha adlı dergilerinde, halkı çarlıkla savaşa çağıran 60’lı yıllar devrimci demokratlarına karşı, önlerindeki en önemli görevin, halkla aydınların ve soyluların yakınlaşmasını sağlamak olduğunu, savunan yazılar yayımladı. Dostoyevski’nin 1860-70 yıllan arasında yazdığı romanlarına da yansıyan bu siyasal tavrı, onun aynı zamanda, Çernişevski, Saltıkov-Ş?edrin gibi demokratik halk hareketi temsilcileriyle çatışmasına da yol açtı. Aslında bu hareketin temsilcileri de Dostoyevski gibi halkla aydınların birbirine yaklaşmasını sağlayacak yolun arayışı içindeydiler. Ancak onlar Dostoyevski’den farklı olarak, halk yığınlarında devrimci bilincin artmasının ve halkın aydınlarla birlikte çarlığa karşı savaşa girişmesinin, bu yakınlaşmanın önkoşulu olduğunu anlıyorlardı.

Dostoyevski’nin, döneminin sosyalist ve devrimci demokrat düşüncesiyle giriştiği polemik, en iyi yansısını, “Suç ve Ceza ” romanında bulmuştur.

Suç ve Ceza

Camus:“Suç ve ceza’yı okuduktan sonra, ilk kez, yeteneğim hakkında bir kuşku duydum. ciddi olarak, bu işten vazgeçme ihtimalini ölçüp tarttım ”

“Suç ve Ceza” 1866 yılında yayımlandı. ?ok önemli toplumsal olayların, moral sarsıntıların yaşandığı bir dönemdir bu. Romanın konusu çağdaş Rusya ‘dir. Kahraman çağdaştır, o yılların bütün acılarını, yaralarını içinde taşıyan genç bir öğrencidir. Dostoyevski 1865 yılında M.N. Katkov’a yazdığı bir mektupta bu durumu, “… olaylar günümüzde geçiyor, yani şu bulunduğumuz yıl içinde” diyerek belirtmektedir.

Yazarın kendisi için de çok güç yıllardır romanını yazdığı yıllar. Büyük yalnızlıkları yaşamak, çok zor kararlar almak zorunda kaldığı yıllardır. 1864 yılında çok sevdiği insanları ardarda yitirmiştir: karısı Mariya Dmitriyevna, kardeşi Mihayil Mihayloviç, yakın dostu, ozan ve eleştirmen Apollon Grigoryev… Romanını yazdığı yıllarda, Petersburg’ta oturduğu semt, küçük memurların, öğrencilerin, dar gelirlilerin oturduğu semttir. Romanının kahramanı Raskolnikov ‘u oturttuğu eve çok yakın bir evde oturmuştur kendisi de. O yıllarda iki Petersbıırg vardır. Biri, görenleri bugün de büyüleyen mimari anıtlarıyla, parkları, bahçeleriyle Saray Petersbıırg’u; öteki, tozlu yollan, pis evleri, atölyeleri, seyyar satıcıları, meyhaneleri, mezeci dükkanlarıyla yoksulların Petersbıırg’u. Dostoyevski her iki Petersbıırg’u iyi biliyordu. Mühendislik okulunda okuduğu yıllar. -Yazlık Bahçe yakınında bir saraydı okulun yapısı- Saray Petersbıırg’unu tanıma olanağını bulmuştu. Ama tıpkı romanının kahramanına olduğu gibi, -ona da hiçbir şey vermiyordu, bu Petersbıırg. Onun yüreği öteki Petersbııg’daydı.
“Suç ve Ceza “nın odak noktasını, tüm XIX. yy. gerçekçi edebiyatı için geçerli olan sorun oluşturur. Bu, XVIII. yy. Fransız burjuva devriminden sonra Batı Avrupa’da ve 1861 toprak reformundan sonra Rusya’da oluşan yeni koşullar içinde, insan kişiliğinin olası gelişme yolları sorunudur. Yeni toplumsal yapının çelişkilerini henüz göremeyen aydınlanmacı-romancılar mutlakıyetin yokoluşunun, insanın çok yönlü gelişimini olanaklı kılacağına inanıyorlardı. Ama burjuvazinin zaferinden sonra, “herkesin herkese karşı” bireyci savaşma dayanan toplum koşullarında, kişiliğin özgür ve uyumlu gelişiminin hayalden başka bir şey olmadığı çabucak anlaşıldı. Balzac, Stendhal, Dickens, Thackeray, Flaubert ve öteki Batı Avrupalı romancılar, burjuva toplıı-nıınun, kişiliğin uyanmasını sağlamakla birlikte, onun gelişimi için ne büyük bir engel oluşturduğunu, kişiliği maddi ve manevi anlamda nasıl yok ettiğini gözkamaştıncı biçimde gösterdiler.
Pıışkin’den başlayarak XIX. yy. Rus yazar ve ozanları da, Batılı çağdaşları gibi, kişiliğin özgür gelişimi için açtıkları savaşın bayrağını yücelere kaldırdılar. Puşkin “çingeneler”de, “Yevgeniy Onegin’de, “Maça Kızı”nda, bireyci hayat felsefesiyle, bireyci ahlakın insanlığa aykırı, yaşamdan kopuk bir ahlak olduğunu gösterebildi. Puşkin ‘den başlayarak Rus edebiyatında, ilk bakışta birbiriyle çelişir gibi görünen, gerçekteyse karşılıklı olarak birbiriyle ilişkili ve birbirini tamamlayan iki konu görüldü: kişilik haklarının savunulması konusuyla, bireyci burjuva felsefe ve ahlakının -“yalnızca kendisi için serbestlik” isteyen , insanın ahlakının- eleştirilmesi konusu. “Suç ve Ceza”da bu iki konunun organik bileşimi, bu romanın derin insancıl heyecanını, şimdi ve gelecek için hep var olacak değerini belirleyen en önemli öğedir. Dostoyevski hayatının son günlerinde bir insan ve bir yazar olarak en büyük emelinin, Rusya ‘da ve tüm dünyada ezilen insanlara yardım etmek, “düşünce ve ışık ülkesi”ne. giden yolu bulmak olduğunu yazmıştı. Bütün XIX. yy. gerçekçi edebiyatında, böylesine yürekli, böylesine güçlü bir biçimde, geniş yığınların içinde bulunduğu yoksulluğu, acıları, toplumsal eşitsizliği, ezilişi “Suç ve Ceza ” kadar başarıyla dile getirebilmiş bir başka roman daha yoktur.
Ancak Dostoyevski’nin bu romanı, yalnızca ezilmişliğin ve toplumsal kötülüklerin sürükleyici trajizmini dile getirmekle kalmaz. Bu, aynı zamanda en yüce yargı yeri olarak insan vicdanına ve insan aklına bir başvurudur. Dostoyevski de başkahramanıyla birlikte, yoksulluğun ve acı çekmenin her toplum için kaçınılmaz olduğunu, bunların insanlığın değişmez yazgısı olduğunu ileri süren döneminin düşünürlerine, bunların ileri sürdükleri -kimi dinsel- düşüncelere şiddetle karşı çıkmıştır. Büyük yazar, bir hiç olarak kalmak, ses çıkarmadan boyun eğmek, her şeye sürekli katlanmak istemeyen, tam tersine, bütün varlığıyla toplumsal eşitsizliklere başkaldıran, haksızlıkla uzlaşmayan insanın ahlaki yüceliğini tutkuyla, coşkuyla savunmuştur.

XIX. yy. başlarının romantik yazarları, “orta halli” hayata, hayatın “olağanlıklarına” karşı insanın giriştiği her türlü isyanı yüceltiyorlardı. XIX. yy .ın ikinci yansında çok daha karmaşık tarihsel koşulların geçerli olduğu bir dönemde yaşayan Dostoyevski ise, yalnızca, romanının kahramanını çevreleyen dış dünya koşullarım değil, kahramanının davranışlarına yön veren öznel koşulların da felsefi ve psikolojik çözümlemesini yapmıştır. Bu durum “Suç ve Ceza” yazarına, öncele-rince böylesine çok.yönlü ve keskin biçimde dile getirilememiş pek çok sorunu ilk kez dile getirenlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır. Dostoyevski “Suç ve Ceza”da kendisiyle ve çevresiyle uyuşmayan, toplumsal eşitsizliklere karşı büyük bir nefret duyan, dürüst, düşünen, aydın bir gencin çok yönlü portresini çizer. Ama burjuva toplumunda bireysel ve toplumsal karşı koyusun yalnızca sağlıklı biçimleri değil, hastalıklı biçimleri de vardır. Kişisel çıkar gözetmeyen içten birtakım düşünceler, toplumsal eşitsizliklerin nihai nedenlerini ve bunlarla savaşım yollarını kavramaya her zaman yetmemektedir. Toplumsal baskı ve zulmün filizlendiği kökten, ezilen insanlara karşı coşkulu bir sevgi, onların acılarını paylaşma, haklarını savunma heyecanı, içinde yaşanılan topluma karşı bireysel, umutsuz, anarşistçe başkaldırılar da gelişebilir. İşte Dostoyevski romanında -daha sonra tarihçe de doğrulanan- bu düşüncelerden yola çıkmıştır.

Raskolnikov  sıradan  bir  suçlu  değildir.  Suçunu,  geliştirdiği  düşünce  sisteminin,  hem  kendi gözünde,  hem  de  başkalarının  gözünde  doğruluğunu  kanıtlayabilmek  için,  kendine  özgü toplumsal psikolojik  bir deney olarak  işler. Bu bakımdan cinayetten çnce ve sonra suçlunun içinde  bulunduğu  durumun  psikolojik  çözümlemesi,  Raskolnikov’un  felsefi  teorisinin analiziyle  birlikte  verilmiştir  romanda.  Bu  durum  Dosto-yevski’ye,  döneminin  düşünsel  ve ahlaki yalpalamalarını, çzellikle de kentlerdeki her tür sınıfsal kökenden, demokrat gençlerin yaşadıkları kararsız, değişken, sarsıntılı durumu yansıtabüme olanağı vermiştir.
Raskolnikov  akıllı,  aydın,  dürüst  bir  gençtir.  Eski  bir  Petersburg  evinin  bir  dolabı  andırır küçücük  çatı  bölmesinde  oturmaktadır.  Çevresindeki  yoksulların  yaşamını  gçzlemekte, yalnızca kendisinin değil,  binlerce  başka  insanın  da bu düzen  içinde  yazgılarının kaçınılmaz olarak yoksulluk, hastalık, erken ölüm olduğunu gçrmektedir. Bu durum onda yoğun düşünsel arayışlara  yol  açmıştır.  Arayış  peşindedir,  anıtı  hep  yalnızdır.  Kimselerle  gçrüşmez. İnsanlardan kaçar. Sorunu kendi başına çözmek, yalnız kendi gücüne yaslanmak ister.İçinde yaşadığı toplumsal eşitsizlikler üzerine düşünür: Tarih boyunca geniş yığınlar her türlü eşitsizliğe,  haksızlığa  boyun  eğerken,  kimi  insanlar  her  türlü toplumsal  kuralı  çiğneyerek,  toplumun  gidişini  değiştirmişlerdir.  Bunlar  olağanüstü insanlardır  ve  dönemlerinde  suçlu  olarak  görülmüşler,  lanetlenmişlerdir.  Ama  sonraki kuşaklar bunları kahraman, insanlığın kurtarıcıları olarak gçrmüşlerdir.
İçine  kapandığı  yalnızlık  ortamında  oluşturduğu  bu  bireyci,  toplumsal  içeriği  yönündense anarşik düşünceler, sonunda Raskolnikov’u “Ben bir  bit  miyim,  yoksa  insan  mı? ”  ikilemine götürür.
Oysa  Raskolnikov  geçmiş  çağlarda  ve  kendi  yaşadığı  çağda  mili/onlarca  ezilen  insanın toplumsal  haksızlıklara  neden  başkaldırmadık-lan  konusunu  yeterince  ve  ciddi  olarak düşünememiştir. Ezilen insanların geçmişte ve şimdi uysalca boyun eğmeleri onda çfke ve acı
yaratmakta, kendisim yığınların, halkın, “sıradan ” insanların karşısına ve onlardan çokyukarlarda bir yerlere koymaktadır. Raskolnikov’iun bulduğu kurtuluş yolu
şudur,  hem  kendine,  hem  de  herkese,  tarihteki  çteki  “olağanüstü  ”  insanlar  gibi  olduğunu, “sıradan  ”  insanların,  basit  halkın  dokunulmaz  kabul  ettiği  temel  ahlak  kurallarını  çiğneme hakkına sahip olduğunu göstermek… Bulduğu bu çıkış, kendisinin “olağanüstüler” grubuna mı girdiğini, yoksa bütün öteki zayıf insanlar gibi boyuneğenlerden mi olduğunu anlamak için bir sınama olarak nitelediği cinayete götürür onu.
Raskolnikov  tasarladığı  cinayeti  işler.  Ancak  giriştiği  trajik  “deney”  hiç  de  onun  beklediği sonuçları  vermez.  Hem  deneyiyle,  hem  de  gözlemlediği  Lııjin,  Svidrigaylov,  Sonya Marmeladova gibi kişilerin ortaya koyduğu çrneklerle, Raskolnikov adım adım kendisinin hiç de  “olağanüstü”  insanlardan  biri  olmadığı  sonucuna  varır.  Ve  sorun,  başlangıçta  düşündüğü gibi,  kendisinin  Muhammed’den  ya  da  Napolyon’dan  daha zayıf  olması  sorunu  değildir.
Raskolnikov’un  sevdiği  kızın  ağzından duyduğu  gerçek  bambaşkadır:  “Yanlışlık  temeldedir, “olağanüstü” insanlar teorisidir yanlış olan. Yaşadıkları toplumda da amaçlarına ulaşmak için bazı  insanlar  gçzlerini  kırpmadan  başkalarının  kanını  dçkmektedir.  Sonuç  olarak,  içinde yaşadıkları toplumdaki egemen sınıfların her gün sayısız kez yaptıklarından pek de farklı bir şey  değildir onun  yaptığı  da. Ve Raskolnikov kendi  deneyimiyle,  insanlık  dişi  düzene  karşı böylesi  bir  başkaldırının da  insanlık  dışı  bir  nitelik  taşıdığım,  bunun  ilerleme  ve  gelişme sağlayıcı  hiçbir  çzelliği  bulunmadığını,  tam  tersine  ahlaki  ççküşe,  kişilik  yıkılmasına  yol açtığını gçrmekte; önce yüreğinin sesiyle, sonra aklıyla, en sonra da bütün varlığıyla gerçeği kavramaktadır.  Artık  Raskolnikov’un  gözünde  gerçek  güzelliğin  ve  ahlakın  taşıyıcıları, kendilerini çteki  insanların üzerinde gçrenler değil, açlığın,  yoksulluğun en boğucu koşullan içinde  bile,  hayata  ve  insanlara  ilişkin  inançlarını  yitirmeyen,  ahlaki  yapılarında  en  ufak  bir salınma olmayan, suçun, zulmçn her tçrlçsçne karşı derin bir nefret duyan Sonya gibi sıradan insanlardır.
Raskolnikov cinayetten önce her şeyi ince ince hesapladığını sanmış, ama yanılmıştır. Hayatın gerçekliği, onun düşüncesindenden  bambaşka  çıkmıştır. önce tefeci  kadının  kızkardeşi  suçsuz Lizaveta’yı da öldörmek  zorunda  kalmış  ve  hiç  hesapta  olmayan  ikinci  bir  cinayeti  işlemiş,  sonra  tümüyle rastlantısal  bir  nedenle  karakola  gitmesi  gerekmiş  ve  burada  cinayetle  ilgili  olarak kendisinden  kuşkulanılmasına  yol  açmıştır. Ama  onun  asıl  yanıldığı  nokta,  işleyeceği  suçla ilgili  bütün ayrıntıları  hesapladığım sanması değildir. Suçtan sonra dış dünya ile  ilişkilerinin değişmeyeceğini,  daha  doğrusu  suçun  insanlarla  ilişkilerini  etkilemeyeceğini  sanarak,  kendi çzerinde yanılmıştır Raskolnikov. Eyleminden dolayı ahlaken yalnızca kendi kendisine karşı sorumlu  olduğu,  başkalarının  yargılarının  hiç  önemli  olmadığı  düşçncesi  iflas  etmiştir.
Dostoyevski’nin  büyük bir  ustalıkla  dile  getirdiği  gibi, XVIII.  yy.  rasyonalist  düşencelerinin ileri  sürdüklerinin  tersine,  tek  başına  bir  insan  hiç  de  “yapayalnız”  değildir.  İnsan  yalnızca belirli bir toplum içinde yaşamakla, her hareketiyle başka insanlara bağlı bulunmakla kalmaz, “Suç  ve  Ceza”nın  çatısını  bir  suçun  psikolojik  üyküsüyle,  onun  ahlaki sonuçlan  oluşturur.
Ancak romanının başkalıramam Rodiyonama  aynı  zamanda  toplumu  kendi  içinde,  kendi  yüreğinde  taşır;  ilk  bakışta  görülmeyen, gerçekteyse onu çevresiyle sımsıkı ilişkiler içinde tutan bir bağla bağlıdır topluma. Bu bağın kopması, kişiliğin hem maddi, hem de manevi planda parçalanmasıyla eşdeğerdir: ya da başka bir  deyişle,  bu  bir  tür  intihardır,  işte  Raskolnikov’un  cinayetten  sonra  derin  acılar  içinde toplumdan  kopmuşluk  duygusunu  yaşamasının  nedeni  budur.  En  yakınları  olan  annesiyle kızkardeşini bile kendisine sonsuz uzak, hatta yabancı bulur. Yoksulların, kanını emen, nefret ettiği  bir  tefeciyi  öldçrmek  istemiş,  ama  “kendini”  öldürmüştür  o.  Kendini  ahlaken  haklı çıkarmaya çalıştığı onca uzun mücadeleden sonra. Sonya ‘ya uyarak polise teslim olması da bu nedenledir.

Dostoyevski,  romanının  başkahramanı  aracılığıyla,  kişi- toplum  ilişkileri  sorununu  kendine Özgü  biçimde  tahlil  etmektedir.  Raskolni-kov’un  bireyci  “düşünce”si  ve  işlediği  suç,  onu çevresinden ayrı düşürmüş, bireysel suçluyu toplumdan koparmış ve onu baskı ve sömürüye karşı  onca  nefret  duymasına  rağmen.,  Lııjin’lerin,  Svidrigay-lov’hırın,  tefeci  Alyona İvanovna’ların  ve  halkı  ezen, sömüren  bütün  öteki  “alçaklar  “ın düşünce arkadaşı  yapmıştır.
Öte yandan Dostoyevski, cinayetten sonra dayanılmaz acılar içinde kıvranan Raskolnikov’un vicdanını,  cinayetin  meyvelerini  yemesine  bile  izin  vermeyen,  halkın  ahlaki  isterlerine uyabilecek  ve  kendisi  gibi  acı  çeken,  ezilen  insanlarla  yeniden  birlikte  olabilecek  canlı, sağlıklı bir başlangıç, bir çıkış noktası  olarak  göstermiştir.  Raskolnikov’un  cinayetten  sonra  çektiği acılar,  yazara  göre, kahramanım ahlaki çöküşe ve yokoluşa götüren, onu halktan soyutlayan bireysel hayallere ve ruhsal  sapkınlıklara  karşı,  onun  yapısında  varolan  toplumsal,  halksal  öz’çn  çstçn  geldiğini göstermektedir. “Suç ve Ceza “yi zamanımızın toplumsal ve ahlaki idealleri uğruna çetin bir savaşa girmiş bulunan çağdaş okurlar gözünde de önemli kılan derin felsefi öz buradadır.
Romanın epilogunda yazar, Raskolnikov’un bir erken Sibirya sabahında, ırmak kıyısında tek başına düşünceye dalışını  anlatır. “Raskolnikov  barakadan çıkıp doğruca kıyıya  indi,  burada istif  edilmiş  kütüklerin  üstüne  oturdu,  geniş  ve  ıssız  ırmağı  seyre  daldı. Bu  yüksek  kıyıdan, gözalabildiğine  uzanan  bozkır  gerölüyordu.  Irmağın  uzak  karşı  kıyısından  belli  belirsiz  bir şarkı  duyuluyordu.  Orada,  gçneşle  yıkanan  uçsuz  bucaksız  bozkırda,  küçük  kara  noktalar halinde  göçebe  çadırları  seçiliyordu.  Orada  özgürlük  vardı.  Orada,  buradakilere  hiç benzemeyen, bambaşka insanlar yaşıyordu…”
Romanının  son  ezgilerinin  son  birkaç  notası  olan  bu  sözlerde,  Dostoyevski’nin  ve kahramanının,  özgçr  insanların  sakin,  huzurlu  yaşamlarına  duydukları  bçyçk  özlem  dile getirilmektedir. Büyük Rus yazan ömrü boyunca acılar çekerek böyle bir hayata uzanan yolu aramıştı. Derinden derine ve içi burkularak aradığını bulamayacağını biliyordu. Kahramanını, yazgısında kesin bir ahlaki dönüş yaptırarak, “yeni bir hayat “ın eşiğinde bırakmasının nedeni budur. Raskolnikov kendine ve başkalarına yalan söylemeyen dürüst bir insandır. Cinayetten sonra  bile sonuna kadar dürüst  kalmıştır, hem kendine  karşı,  hem  başkalarına  karşı.  İşte  bu nedenle  Dostoyevski,  kahramanının  öyküsüne,  bir  düşüşün  öyküsü  değil,  ahlaki  yükselişin üyküsü  sayar.  Bir  yanlış  yapan  ve  yanlışını  anlayan  Raskolnikov,  bu  yanlışın  altında  ezilip yok  olmaz,  kendinde  kendini  yeniden  yaratacak  içgüçler  bulur,  insanlık  dışı  “düşünce”sinin başarısızlığa  uğrayıp  yok  olması/onun  kişiliğinde  yepyeni  bir insancıllığın  başlamasına kaynak oluşturur.
Dostoyevski’nin romanında çizdiği tablo oldukça karanlıktır. Ama bu karanlık içinde yine de bir ışık vardır. Bu, Raskolnikov’un insanlara gerçekten  hizmet  etmenin  yolunu  ve  araçlarını  bulacak  ahlaki  gçce,  cesarete  ve  kararlılığa sahip  olduğuna  duyduğumuz  inançtır,  ççnkç  Raskolnikov  her  şeye  karşın  “insan  ”  olarak hamiştir. .
İnsan  dehasının  yarattığı  en  yçüe  yapıtlardan  biri  olan  bu  romanın  son  sayfasını  da  çevirip kapattığımız zaman içimizde aydınlık bir şeyler duymamızın nedeni de bu olsa gerek.

6 Yorumlar

  1. Kitap kadar güzel olmayacağını düşündüğüm halde filmini görmeyi çok isterdim….

  2. rivayet odur ki :
    suç ve ceza yayınlandıktan sonra,
    petersburg savcısı yazar hakkında dava açar.
    gerekçesi ise şöyledir: “bir caninin ruhsal durumunu
    bu kadar gerçekçi ve ayrıntılı anlatan bir kişinin
    geçmişinde kesinlikle bir cinayet saklıdır..
    (günümüz silivri savciları gibi)

  3. beni derdinden etkiledi bu kitap.neydi o, tasvirler mi? yoksa konusu mu? yoksa yazar mı? aslında hepsi bu kadar muthiş bir kitap okumamıştım

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz