Ne Darwin ne de onu izleyen destekleyicileri evrim kuramını ispatladıkları savındaydılar. Onlar kuramı gözlemsel kanıtlarına dayanarak doğruladıklarına inanıyorlardı. Darwin’in en ateşli savunucusu Huxley’ın bile türlerin evriminin doğal seleksiyon düzeneğine dayandığı tezine tümüyle katıldığı söylenemez. Ancak «Darwincilik» denen daha sonraki bir gelişme Darwin’in evrim kuramına doğruluğu kesin bir tür dogma kimliği kazandırma bağnazlığı göstermiştir.
Evrim kuramına yöneltilen eleştirileri (bunlar ilerde belirteceğimiz gibi, dinsel, duygusal ve bilimsel olmak üzere değişik kaynaklı tepkilerdir) gereğince değerlendirmek için, her şeyden önce, Darwinciliğin ne olduğunu anlamamız gerekir. Değişik yorumlara uğrayan, bu nedenle de anlam belirsizliği içine düşen «evrim» teriminin, öncelikle tanımsal açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç vardır.
Günlük anlamında «evrim» açılma veya gelişme süreci demektir. Politikada toplumun devrim gibi köktenci bir atılımla değil, birikimli bir süreç içinde değişmesi anlamına gelir. Biyolojideki kullanımıyla «evrim» (a) Canlıların daha basit ilk formlardan daha karmaşık formlara doğru gelişmesi, veya (b) aynı soydan organizma topluluklarının özelliklerinde kuşaklar boyu birikimle oluşan değişiklik anlamına gelmektedir. Biyolojideki kullanımları içeren «Darwincilik», dar anlamda, doğal seleksiyon düzeneğini vurgulayan görüşün adıdır. Buna göre, tüm canlı türler, organizmaya doğal koşullarda ayıklanmaktan kurtulma ve çoğalma olanağı sağlayıcı varyasyonların doğal seleksiyonuyla gelişir. Darwincilik doğal seleksiyon tezini yoklanması gereksiz doğruluğu apaçık bir ilke saydığı ölçüde bilimsel bir kuram olmaktan uzaklaşmakta, ideolojik bir öğreti kimliği kazanmaktadır. Ancak hemen belirtmeli ki, bu öğretisel eğilim geçmişte kalmış bir olaydır. Bugünkü anlamıyla «Darwincilik» bilimsel evrim kuramıyla özdeştir.
Üzerinde durulması gereken bir nokta da Darwin kuramının kapsamına ilişkindir. Darwin kendisinden sonra gelen kimi yandaşlarının tersine kuramının, evrime ilişkin her şeyi açıkladığı savında olmamıştır. Bilimsel her kuram gibi Darwinciliğin de açıkladıklarının yanı sıra açıklayamadığı olgular vardır. Örneğin, kalıtıma ve mutasyona ilişkin hemen hiçbir şeyin bilinmediği sırada, bir türü oluşturan bireyler arasındaki varyasyonların açıklanması beklenemezdi. Nitekim Darwin kuramı varyasyon olgusunu içermekle birlikte açıklamaktan uzak. kalmıştır.
Darwinciliğin doğal seleksiyonu evrimin gerçekleşmesinde tek ve şaşmaz düzenek saydığı sanısı da yanlış bir yorumun ürünüdür. Darwin’in kendisi hiçbir zaman türlerin oluşmasını yalnızca doğal seleksiyonun bir işlevi olarak görmemiştir. Kuramında doğal seleksiyon evrimleşmenin temel aracı olarak sunulmuş, ancak başka etkenlere de yer tanınmıştır. Bu etkenler arasında Darwin’in özellikle değindiği Lamarck kuramında vurgulanan organların kullanılışı veya kullanışsızlığı noktası vardır.
Darwin’in Lamarck kuramına tümüyle sırt çevirmediğini gösteren bu esnekliği hem anlayışla hem övgüyle karşılamak gerekir. Darwin’in zamanında kalıtım bilim henüz ortaya çıkmamıştı. Bu nedenle bireylerin yaşam deneyimlerinde edindikleri özelliklerin kalıtsallaşarak yavrularına geçtiği düşüncesini benimsemede fazla bir güçlük yoktu. Bu düşüncenin olgusal kanıttan yoksunluğu Darwin’in ölümünden sonra ancak ortaya konmuştur. Darwin, Weismann’ın ortaya koyduğu bu sonucu öğrenseydi bile evrim sürecinde çevre etkisini yadsıyan katı görüşüne katılmayacaktı her halde.
19. yüzyılın ikinci yarısı, deyiş yerindeyse, Darwin’in bir bakıma putlaştırıldığı dönemdir. Türlerin Kökeni, İncil gibi, istenilen anlamda yoruma açık yarı kutsal bir kitaba dönüşür. Almanya’da, doğal seleksiyon ilkesi Prusyalı Junkerlerin üstün ulusların oluşması için zayıfların yok edilmesi gerektiği inancına aranılan «bilimsel» desteği sağlar. Prusya’da Darwin’i izleyen Treitschke ile Bernhardi savaşı yüceltmeye yönelik yoğun bir çaba içine girerler. Darwin’in kendi ülkesi İngiltere’de doğal seleksiyona dayanan evrim düşüncesi, ticaret ve sanayide acımasız rekabetin, emek sömürüsü ile sömürgeciliğin gerekçesi olur. O dönemde sosyalist entelektüellerin yorumu daha insancıldı; onlara göre Darwin’in gözlemleri arasında, canlıların çetin doğal koşullara dayanma ve çevreyle uyum kurmada bireyler arası dayanışma ve işbirliği savaşım kadar yer tutan bir olaydır. Öyleyse, bireyleri birbiriyle acımasız vuruşan bir toplumdan çok, dayanışmaya dayanan bir topluluğun gelişme ve ilerleme gücü daha yüksek olabilir. Ne var ki, hızlı sanayileşme sürecine giren geçen yüzyılın kapitalist rekabet ortamı evrimde dayanışmayı değil, zayıfın acımasız ayıklanması düşüncesine yatkın olmalı ki, evrim doğal seleksiyonla özdeş tutuluyordu. Daha insancıl bir yorum öyle bir ortamda santimantal bir fantezi olmaktan ileri geçmezdi. Oysa doğanın tümüyle acımasız ve kırıcı Çalıştığı tezine katılmamayı salt duygusallık diye nitelemek doğru değildir. Doğada, toplumsal yaşamda olduğu gibi, yarışma ve savaşım yanında dayanışma ve işbirliği de vardır. Kaldı ki, Darwin’in kendisi yaşam savaşımında «en uyumlunun ayıklanmaktan kurtuluşu» tezinin dar anlamda yorumlanması eğilimine karşı gerekli uyarıda bulunmuştu. En uyumlu her zaman «en güçlü» demek değildi. Yaşam savaşımında güçlerini birleştirip dayanışma içine girenlerin de, en güçlüler gibi, başarı sağladıkları söylenebilirdi. İnsanın Soyu adlı kitabında Darwin bu noktayı açıkça belirtmiştir:
Üyelerinin çoğunluğunun birbiriyle dayanışma içinde olan topluluklar en iyi gelişme gösteren ve çoğalan topluluklardır.
Ne var ki, Darwin’i izleyenler, çoğunluk, dar yoruma düşmekten kurtulamamıştır. Onu en iyi anlayanlardan biri olan Huxley bile, hayvanlar dünyasını bir «ölüm-kalım arenası» diye niteler. Ona göre,
Bu arenada zayıflarla beceriksizlerin elenmesi, güçlülerle beceriklilerin egemenliği kaçınılmazdır.
Yorumunda daha ihtiyatlı davranan Herbert Spencer yalnızca, «yaşam savaşımında en uyumlu» nitelemesinin anlamı üzerinde durur.
Cemal Yıldırım
Evrim Kuramı ve Bağnazlık