Farklı düşünce ve duygu süreçleri nedeniyle çocuklarla yetişkinler arasında bir dizi alanda yanlış anlamalar ortaya çıkar.
1. Nesne ilişkileri alanında küçük çocuk olgun bireyden en başta benmerkezci oluşuyla ayrılır. Nesne sürekliliği aşamasından önceki dönemde nesne, yani çocuğa annelik eden kişi, çocuk tarafından kendine ait bir varoluşa sahip değilmiş gibi görülür; bu kişi, yalnızca, çocuğun ihtiyaçları ve arzulan nezdindeki işlevi çerçevesinde algılanır. Annenin kendinde ya da anneyle kurulan ilişkide olup bitenleri çocuk bu dönemde kendi kişiliğiyle bağlantılandırır. Annenin diğer aile bireylerine, kendi ilgilerine, ev işine ya da mesleğine yönelmesi; duygu dalgalanmaları, hastalığı hatta ölümü çocuk tarafından annenin kendisini yadsıması olarak yaşanır. Kendinden sonra bir kardeşin doğumu çocuk için annesinin kendisine sadakatsizliği anlamına gelir. Yani bu, annenin kendisine düşmanlığıdır ve o da buna düşmanlıkla, duygusal uzaklaşmayla ya da daha fazla istekle ve zorluk çıkarmakla yanıt verecektir.
2. Cinsel alanda çocuğun bedensel olgunluğa ulaşmamış olması, anne baba arasındaki genital olayları kendi genitallik öncesi durumuna tercüme ederek algılamasına yol açar. Bundan da anne babanın cinsel birleşmesi, babanın anneye vahşice saldırması olarak yanlış anlaşılır ve bunun sonucu olarak da ileride birey eril ya da dişil eş ile yani saldırgan ya da kurbanla özdeşleşmekte güçlük çeker. Bu yüzden çocuk ileride cinsel kimliğine dair güvensizlikler taşır. Cinsel aygıtın çocuklukta henüz olgunlaşmamış olması aynı zamanda cinsel açıklamaların başarısız kalmasının da nedenidir. Anne babanın cinsel bilgileri vermeye çalıştıkları sırada çocuk, bu bilgileri kendi bedensel ve duygusal deneyimlerine denk düşen çocuksu cinsel kuramlara tercüme eder; örneğin ağız ve anüsü cinsel organların yerine koyar, kadının cinsel ilişki yoluyla hadım edildiğini düşünür.
3. Çocuksu düşünce tarzının farkları sadece niteliksel değil, ikincil süreçlerin birincil süreçlere oranla görece zayıflığı düşünüldüğünde aynı zamanda nicelikseldir de. Küçük çocuklar şaşılacak kadar “uslu” olabilir ve örneğin hastalık sırasında tıbbi girişimlerin, tadı kötü olan ilaçlan almanın, diyetin gerekliliğini çok iyi anlayabilirler. Ama, anne babayı şaşırtan bu tutumların güvenilir olmadığı görülür. Doktorun gelmesi ya da söz konusu olan ameliyatın yapılması yaklaştıkça, yani korku arttıkça birincil süreç düşünce tarzı, ikincil süreç düşüncelerine üstün gelmeye başlar. Gerekli olan cerrahi girişim çocuğun fantezisinde kendi bedeninin doktor tarafından kasıtlı olarak yaralanmasına, hasta yatağı hapishaneye, diyet de ceza olarak yemek verilmemesine dönüşür. Böyle şeylere kendi gözleri önünde ya da yokluklarında izin veren anne babalar da çocuğun fantezisinde düşmanların ve saldırganların koruyucusu haline dönüşerek nefret, öfke ve kızgınlığın hedefi olurlar.[i]
4. Çocuklarla yetişkinler arasındaki bir başka önemli fark da zamanın değerlendirilmesiyle ilgilidir. Zamanın akışının insanlar tarafından değerlendirilişinde, ölçümün id düzeyinde mi yoksa ben düzeyinde mi yapıldığı önemlidir, İd’den kaynaklanan itkiler doğaları gereği herhangi bir ertelemeye tahammül edemezler, yani sabırsızdırlar. Beklemek, ertelemek ve sabır bene ait süreçlerdir, onun nitelikleri arasındadır ve ruhsal aygıta ancak düşünce süreçlerinin işlemeye başlamasından girmesinden sonra yavaş yavaş katılır. Yetişkin, zamanı kendi beniyle ve saat, takvim gibi nesnel yardımcılar aracılığıyla ölçer. Buna karşılık çocuklar zamanı nesnel dürtü süreçleri, yani gereksinimleri ve dilekleri aracılığıyla ölçmektedirler. Anne dışarıdan verilmiş olan zaman düzenine tam anlamıyla uysa da mama aralarının “çok uzun” olduğuna çocuğun açlığı karar verir. Ayrılık ve özlem durumunda, örneğin hastanede, her zaman birimi, yetişkinlerin ölçümüne göne çok kısa olsa da çocuğa sonsuz görülebilir. Çocuk için burada dayanılabilir ya da dayanılamaz, zararsız ya da zararlı olan, tamamıyla onun beninin olgunluğu ya da olgunlaşmamış olmasına bağlıdır; halbuki genellikle zaman, çocuğun aleyhine olarak, yetişkinlerin çocuğa tümüyle yabancı olan ölçüleriyle ölçülmektedir.
Çocuklar için, büyüklerin hareketlerini kendi duygu dillerine tercüme etmek nasıl doğalsa, anne babalar için de, kendi yetişkin düşünce tarzlarından ötürü çocukların yaşantılarını küçümsemek ve yanlış anlamak o kadar kaçınılmazdır. Bu yüzden anne babanın, çocuklarının ruhsal geçmişine dair anlattıkları genellikle güvenilmez, eksik ve yanıltıcıdır.
Çocuklarını klinik muayene için getiren anne babalar, örneğin çocuğun bebekken “memeyi hemen almadığım”, annesi bir yere gidip geldiği zaman “bir süre onunla hiç ilgilenmediğini”, ya da annesi hasta olduğu zaman “kendisine kimseyi dokundurmadığım”, hastaneye “ilk korkulan geçtikten sonra alışabildiğim” önemsiz bir ayrıntıymış gibi söyleyiverirler.[ii]
Oysa bu tür önemsiz ve kısa süren küçük olayların, analitik bir bakışla yakından incelendiğinde, çoğu zaman çocuğun duygu yaşamındaki dönüm noktalarının; yani korkuların, patolojik değişimlerin, aşağılık duygulanma, tutuklukların ve semptom]arın ortaya çıkmasına yol açan zedeleyici olaylar olduktan görülür.
[i] Bu noktada ayrıca bkz. Anna Freud (1952), Joyce Robertson (1956).
[ii] Bu örnekler Hampstead Çocuk Terapisi Kliniği’ndeki vakalardan alınmıştır.