Sevgili Uzaklar,
Geçenlerde Sean Connery’nin “İlk Şövalye (First Knight)” adlı filmini izledim. Filmin bir yerinde Kral Arthur rolündeki Connery şöyle diyordu: “Camelot ülkesi sonsuzdur, o bir idealdir. Bu sütunları, bu direkleri yıkabilir, burayı ateşe verebilirsin. Ama Camelot’u asla yok edemezsin. Camelot bir düşüncedir.”
Ve Kral Arthur düşmanları tarafından vurulup ölüm döşeğindeyken son sözleriyle yine sonsuz ülke Camelot’a olan inancını dile getirerek son nefesini verir. O ölmek üzeredir, ama ülkesinin sonsuza kadar yaşayacağına olan inancı tamdır.
İçimdeki Camelot’u arıyorum yıllardır. Biraz yaklaşmadım da sayılmaz. İçimde sınırları olmayan, sonsuzluğa uzanan, duru pınarları, berrak gölleri ve mor dağları olan bir ülke olduğunu keşfedeli yıllar oldu. Ve insanın gerçek sonsuzluğu ve sınırsız düşleri bu ülkede yaklaşabileceğinin de farkına varmıştım. Ama bu ülkeye ulaşmak için insanın çetin sınavlarda başarılı olması gerektiğini bilmiyordum doğrusu. Bu ülkeye ulaşan bir insanın hayatı yendiğini de algıladım.
Evinizi yakıp düşlerinizi ateşe verebilirler, ocağınızı ve köyünüzü başınıza yıkabilirler. Tarlalarınızı zapt edip, hayvanlarınızı öldürebilirler. Bir gün bakarsınız ki, sırtınızda taşıdığınız o ağır hüzne bulaşmış yorgun düşlerinizden başka bir şeyiniz kalmamış. İşte insan o an hayatın karşısına yeni bir güç ve sonsuz bir enerjiyle çıkabilmek için içerdeki ülkesini aramalı, bulmalı ve orada, zalimlerin, tiranların asla ulaşamayacağı o iç ülkede dinlendirmeli yorgun düşlerini. Çünkü bu ülke öylesine gizli ki, değil başka birisinin orayı bulması, insanın kendi içindeki bu ülkeye ulaşması dahi yıllarını alabiliyor.
Ve o ülke, insana yeniden ayağa kalkacak, yeniden güçlü rüzgârlara göğüs germeyi sağlayacak sonsuz enerjileri de taşıyor bünyesinde.
İçimdeki ülkeye henüz ulaşmış değilim. Ama belli belirsiz de olsa uzaklardan seçebiliyorum onu. Her adımım beni ona yaklaştırıyor. Mor dağları seçiyorum, uçsuz bucaksız mavilikleri, hepsi birer düşü çağrıştıran top top bulutları…
Nietzsche’nin dediği gibi işte dostum:
“Bu kusursuz gün
Her şey olgunlaşmakta ,
Yalnız üzüm değil altın rengini alan ,
Bir güneş ışını vurdu hayatımın üstüne ;
Geriye baktım , ileriye baktım ,
Hiç bu denli çok ,
Bu denli iyi şeyler
Görmemiştim bir seferde…”
Evet, hiçbir zaman görmediğim parlaklıkta bir güneş ışını hayatımın üzerine vuruyor ve içimin en karanlık köşelerini aydınlatıyor. Tıpkı bu şiirde olduğu gibi, bu denli iyi şeyler görmemiştim hayatımda.
İçindeki ülkedeki güneş, ruhunun en karanlık köşelerini aydınlatacak kadar parlak. Ve o ülkede sular öylesine berrak ki, ruhunun ışıltılarını sularda görebilmen mümkün. İşte o ülkede sevgilim, insanlar öylesine sevgi dolu ki, huzuru bulmak için onların yüzlerine bakmak yeterli oluyor. İçimizde halklar yaşıyor. İçimizde insanlar yaşıyor.
Kendinden başka hiç kimsenin ulaşamayacağı ve asla yabancı ayakların üzerine basamayacağı, asla zapt edilemeyecek olan o yüce iç ülkenin sonsuz dinginliğiyle selamlıyorum seni.
Unutma sevgilim, içindeki ülkeye ulaştığında sonsuz evrene ve sonsuz insanlığa da bir adım daha yaklaşmış olacaksın.
O ülke sevgilim içinde bir yerlerde gizli. O ülke, gizli bahçeler gibi dingin, sonsuz ve mutluluğu bulaştıran düşlerin merkezi, işte o içindeki ülke.
Sevgiyle kal.
Erol Anar
Kaynak: “Sen” (Chiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2003)