“Önümüzdeki Avrupa savaşlarından sonra insanlar beni anlayacaklar.” – son yazılarının tam ortasında yükselir bu peygamberce söz. Çünkü gerçekten de, bu büyük uyarıcının hakiki anlamı, onun tarihsel zorunluluğu ancak yüzyıl dönümündeki dünyamızın gergin, tedirgin ve tehlikeli hali içinden bakıldığında anlaşılır: Her bulut kümesini, her fırtına sezgisini sinirden zihne, sezgiden söze dönüştüren bu atmosferik dehada Avrupa’nın ahlaki bunalımının bütün basıncı olanca şiddetiyle boşalmıştır, tarihin en korkunç fırtınasından önce zihnin en muhteşem fırtınası esmiştir. Nietzsche’nin “uzağı gören” bakışları başkaları evlerinde oturup cümlelerin rahat ateşinde ısınırlarken krizi görmüştür, onun nedenini de görmüştür: “Avrupa halklarını birbirine karşı adeta karantinaya alıp kendi içine kapatmış olan ulusal kalp uyuzluğu ve kan zehirlenmesi”, bütün güçler telaşla gelecekteki daha yüksek bir bağlanmaya can atarlarken, kendi tarihini fazla düşünmeyen bir “sığır nasyonalizmi”. Ve “Avrupa’nın küçük devlet politikasını ebedileştirme” çabalarını, sırf çıkarlara ve ticarete dayalı bir ahlakı savunma gayretlerini görünce, şu felaket haberi öfkeyle fışkırır ağzından: “Bu absürd durum daha fazla devam etmemeli,” diye yazar ateşli parmağıyla duvara, “üzerinde durduğumuz buz öyle inceldi ki hepimiz meltem rüzgârının sıcak, tehlikeli nefesini hissediyoruz.” Avrupa’nın toplumsal yapısındaki çatırdamayı hiç kimse Nietzsche kadar hissetmemiştir, hiç kimse o iyimser kendini beğenmişlik döneminde bütün Avrupa’nın üzerinde çınlayan bu umutsuz kaçış çığlığını, dürüstlüğe, berraklığa, o en yüksek zihinsel özgürlüğe kaçış çığlığını işitmemiştir. Bir dönemin yaşanıp bittiğini ve ölümcül bir krizle birlikte yeni ve şiddetli bir dönemin başladığını kimse onun kadar güçlü hissetmemiştir: Bunu ancak şimdi, onunla birlikte biliyoruz.
Bu ölümcül krizi o, ölümcül bir biçimde önceden düşünmüş, ölümcül bir biçimde önceden yaşamıştır: Onun büyüklüğü, onun kahramanlığı budur. Zihnine son sınırına kadar eziyet eden ve sonunda parçalayan bu muazzam gerilim onu daha yüksek bir unsura bağlamıştır, bu da dünyanın kan çıbanı patlamadan önceki yüksek ateşinden başka bir şey değildir. Çünkü her zaman zihnin fırtına habercisi kuşları devrimlerden ve felaketlerden önce uçar, savaşlardan ve krizlerden önce halkın yükseklerde kuyrukluyıldızlar gören ve onlara kanlı yörüngeler çizdiren kör inancının, bu batıl inancın zihinde bir gerçekliği vardır. Nietzsche yükseklerde beliren böyle bir fenerdir, fırtınadan önce havanın aydınlanmasıdır, rüzgâr vadilere inmeden önce dağların tepesinde duyulan uğultudur; hiç kimse tek tek her ayrıntıyı olduğu gibi kültürümüzün yaklaşan çöküşünün şiddetini de meteorolojik olarak böylesine kesin bir şekilde önceden hissetmemiştir. Ama yüksek ve berrak görüş alanını kendi zamanının boğucu, kasvetli havasına duyuramaması, üzerinde yükselen gök kubbede bir işaret asılıyken ve kehanetin kanatları çırpınıp dururken içinde bulunulan zamanı asla hissetmemesi ve onu yakalayamaması da zihnin ebedi tragedyasıdır. Yüzyılın en berrak zihni bile zamanın onu anlaması için yeterince açık seçik olamamıştır: Tıpkı Perslerin yıkılışını gören ve Atina’ya doğru soluk soluğa onlarca kilometre koşarak mesajı ancak tek bir canhıraş çığlıkla duyurabilen (sonra aşırı ısınan göğsünden ölümcül bir kan boşalan) maraton koşucusu gibi Nietzsche de kültürümüzün korkunç felaketini sadece haber verebildi, ama engelleyemedi. Zaman karşısında kendinden geçip sadece muazzam, unutulmaz bir çığlık atar o ve sonra zihni çöker.
Benim hislerime göre, ona kitaplarının “dünyadaki bağımsızlığı çoğalttığını” yazarak Nietzsche’nin gerçek eylemini en iyi ifade eden, yine onun en iyi okuru Jakop Bruckhardt olmuştur. O zeki, bilge adam çok net vurgulamıştır: Dünyadaki bağımsızlıktır o, dünyanın bağımsızlığı değil. Çünkü bağımsızlık her zaman sadece bireyin içinde var olur, kişinin içinde; onu kitlelerle çoğaltmak imkânsızdır, o kitaplardan ve eğitimden doğup büyümez: “Kahraman dönemler yoktur, kahraman insanlar vardır.” Onu dünyanın ortasına ve her zaman sadece kendisi için diken bireydir. Çünkü her özgür zihin bir İskender’dir, fırtına gibi bütün şehirleri ve ülkeleri fetheder, ama mirasçısı yoktur: Bir özgürlük imparatorluğu her zaman diyadoklar ve yöneticiler, sözün kölesi olan yorumcular ve açıklayıcılar yüzünden çürür. Nietzsche’nin olağanüstü bağımsızlığı bu yüzden bir öğreti sunmaz (ders kitaplarının kastettiği şekilde), bilakis bir atmosfer sunar, fırtınaya ve yıkıma dönüşen şeytani bir tabiatın sonsuz ölçüde berrak, aşırı derecede aydınlık, tutkuyla dolu atmosferini sunar. Onun kitaplarına girenler ozonu hissederler, her türlü bulanıklıktan, sisten ve boğuculuktan arındırılmış temel havayı hissederler: Bu kahramanca manzarada bütün göklerin sonuna kadar özgürce bakarlar ve sadece saydam, bıçak gibi keskin havayı içlerine çekerler, o güçlü kalplere ve özgür zihinlere uygun havayı solurlar. Nietzsche’nin nihai anlamı her zaman özgürlük olmuştur, hayatının anlamı ve çöküşünün anlamı budur: Tıpkı doğanın aşırı gücünü kendi sürekliliğine karşı şiddetli bir başkaldırıyla boşaltmak için hortumlar ve siklonlara ihtiyaç duyması gibi, zihin de zaman zaman aşırı bir güçle düşüncenin müşterekliğine ve ahlakın monotonluğuna başkaldıran şeytani bir insana ihtiyaç duyar. Yıkan ve bu arada kendini de yıkan bir insana; ama bu kahraman asiler de evreni şekillendirmede ve inşa etmede, o sakin şekillendiricilerden hiç de geri kalmazlar. Onlar hayatın zenginliğini gösteriyorsa, bunlar da akıl almaz genişliğine işaret ederler. Çünkü duygunun derinliğini her zaman sadece trajik tabiatlarda duyumsarız. Ve insanlık sadece ölçüsüz olanda fark eder kendi sınırını.
Stefan Zweig
Kendileriyle Savaşanlar