İçine girip saklanacağımız hiçbir ezberlenmiş cümle, hiçbir denenmiş klişe kalmadı, bütün cümleler yeniden yazılmalı şimdi.
İnsanlık tarihinin en büyük dönemeçlerinden birini yaşadığımız bu dönemde, gelecek bizi karanlığıyla değil ışıklarıyla korkutuyor, her şeyin aydınlık ve açık olacağı bir dünyada kendimize yalanlardan, eskimiş ve manasızlaşmış düşmanlıklardan, yersiz böbürlenmelerden yaptığımız mevziler artık bizi korumuyor.
Kendi kendimizle karşı karşıyayız.
Hiçbir düşman kendi gerçeğimiz kadar ürkütücü değil bizim için.
Belki de o yüzden düşmanlarımıza değil ama düşmanlıklarımıza sığınıyoruz.
Herkes kendini, ‘neye ve kime düşman olduğunu’ söyleyerek tarif etmeye çalışıyor.
Olmayan kimliklerimizi, düşmanlarımızla oluşturmaya çabalıyoruz.
İnsafsız tarih, bütün düşmanların da yerini değiştiriyor, korkuyla çırpınan zavallı bir kör gibi artık yerlerinde olmayan düşmanlara ateş etmeye uğraşıyoruz.
Işık eskitiyor bizi.
Ezberlenmiş cümlelerimizi eskitiyor.
Klişelerimizi eskitiyor.
Mevzilerimizde huzursuzuz.
Sorular çarpıyor yüzümüze.
Eğer düşmanlarımız olmazsa biz de olmaz mıyız, ancak düşmanlıklarımız kadar mı varız biz yeryüzünde?
Kartvizitimizde yalnızca dinimiz, ırkımız ve düşmanlarımız mı yazılı?
Kendimize ait, kendi yaptığımız ne var?
Hayallerimiz yalnızca olmayan düşmanlarımızı alt etmeye mi yönelik, düşmanları kaybettiğimizde hayallerimizi de mi kaybedeceğiz?
Alışkın olduğumuz karanlıklardan alıp bizi içine çektikleri bu ışık eski pusulalarımızı mı bozuyor, bu ışıkta yolumuzu bulabilmek için akla ve cesarete ihtiyacımız olduğunu anlamak, aslında aklımızın ve cesaretimizin de yetersizliğini mi gösteriyor bize?
Ezberlenmiş cümlelerimize, klişelerimize, artık var olmayan düşmanlıklarımıza onun için mi sarılıyoruz böyle?
Kim kendisini, neye düşman olduğunu söylemeden tarif edecek, kim kendini yalnızca düşünceleriyle, yaptıklarıyla, yapmak istedikleriyle, amaçları ve hayalleriyle anlatabilecek?
İçine saklanacak hiçbir eski cümle kalmadı, bütün cümleleri yeniden yazmak, bütün haritaları yeniden çizmek gerekiyor.
Işık üstümüze üstümüze geliyor.
Ve biz ışıkta kaybediyoruz yolumuzu.
Işık bizi körleştiriyor.
Bize yolumuzu gösterecek düşmanlarımız nerede, hani nerede yıllarca değerli anlamlar taşıyan o eski cümleler, mevzilerimiz niye yıkıldı, ne oldu mağaralarımıza?
Hep karanlığı anlatıyor sözlerimiz ama şimdi ışığı anlatmanın zamanı, hep düşmanları seçiyor gözlerimiz ama şimdi dostları görmenin zamanı, hep geçmişe dönmek istiyoruz ama şimdi ileriye gitmenin zamanı.
Işığın, dostluğun, geleceğin bize bu kadar yabancı olduğunu görmek gizlice yaralıyor bizi ve bir kere daha düşman olmaya çalışıyoruz eskiden düşman olduklarımıza.
Işıktan bir çağ açılıyor önümüze ve biz eskimiş cümlelerle, yıpranmış klişelerle, bitmiş düşmanlıklarla o bildik mevzilerimizi yeniden yapmaya çabalıyoruz.
Eski cümlelerimiz, klişelerimiz ve düşmanlarımız olmazsa biz de olmazmışız gibi geliyor bize.
Akılla ve cesaretle yeni haritalar çizmekte zorlanıyoruz.
Kendimizi, düşmanlarımızı söylemeden tarif edemiyoruz.
Ama artık eski siperler bizi yeni ışıklardan korumuyor.
Kendimizi, düşüncelerimizle, yaptıklarımızla, yapmak istediklerimizle anlatmak zorundayız kendimize; kendimizi bir kere daha en baştan tanımalı, kendimizi bir de ışıkların altında görmeliyiz.
Sığınacaksak akla ve cesarete sığınmak ve bütün cümleleri yeniden yazmalıyız.
Işıktan bir çağ açılıyor çünkü.
Şimdi yeni cümleler bulmanın zamanı.
Ahmet Altan
Ve Kırar Göğsüne Bastırırken
Can Yayınları, İstanbul, 2003.