Bireysel akılsızlığın hükümranlığı | Lidere sadakat ve kişilik – Prof. Dr. Yasin Ceylan

Kültürümüzde hakikate bağlılıktan ziyade, önder makamında olan kimseye bağlılık egemen. Böyle bir yaşam biçimi, dini tarikatlarda ve cemaatlerde ezelden beri mevcuttu. Günümüzde aynı geleneğin siyasete de bulaştığını görüyoruz. Bir devlet adamının veya siyasi parti liderinin, doğru yanlış her türlü tasarrufunu savunan, ne yapmışsa, ne söylemişse, bunu bir hikmet ve fazilete mebni kılan koca adamlar görüyoruz. Televizyon kanallarına çıkıp, cansiperane, liderlerinin en fahiş sözlerindeki gizli kalmış doğruları, en müstekreh tavırlarındaki estetik noktaları dile getirirler. Milyonları aydınlatırlar! Bu methüsena kervanına akademik unvanlı kimselerin de katıldığını görünce, artık dayanamadım. Tüm necip ruhları ve temiz vicdanları tedirgin eden bu çirkin tavrın ihtiva ettiği unsurları, gücüm yettiği kadar, açığa vurmak niyetiyle, bu yazıyı yazmayı gerekli buldum.

Hep doğru, hep doğru
İnsanlar doğru şeyler söylerler, doğru işler yaparlar. Doğru sözleri ve işleri takdir edilir. Aynı insanlar yanlış sözler söyleyebilirler, eğri işler yapabilirler. Yanlışları dile getirilir, eğri yaptıkları ilan edilir. Hiçbir insanın ömrü boyunca hatadan sakınması, devamlı isabetli düşünmesi, hep doğru işler yapması mümkün değil. İnsanın bedensel ve zihinsel donanımı da buna uygun değil. Ancak her söz ve eyleminde iyi niyet sahibi olabilir. Ama bu, ne bir sözün doğruluğunun ne de bir eylemin meşruiyetinin garantisi olabilir. Durum böyleyken, bir insan, ne kadar zeki ve akıllı olursa olsun, makamı ne kadar yükseklerde olursa olsun, hatadan vareste değildir. Tenkit ve düzeltmeye muhtaçtır. Tarihi şahsiyetler büyük övgü ve fevkalade sıfatlarla tasvir edilirler. Eğer hata ve zaaflarından söz edilmiyorsa, artık insan olmaktan çıkmış, bir üst mertebeye terfi etmişlerdir. İnsanüstü bir varlığa nasıl saygı duyacağımızı bilmediğimizden, artık onlar, biz, insan tarifi içinde kalan yaratıklar için bir anlam taşımazlar. Kısacası, zaafı ve hatası zikredilmeyen bir aziz, aziz olmaktan çıkar, insanüstü olduğu için erdemlilik vasfını da yitirir.
Bir insana yapılacak en büyük kötülük, onu, bazı vasıflarından dolayı, insanüstü bir mertebeye çıkarmaktır. Bu, aynı zamanda insanlığa da yapılmış büyük bir kötülüktür. Diktatörler ve despotlar, kendiliklerinden, zulmün ve cinayetlerin şampiyonu olmazlar. Onları zulüm ve cinayetlere sevk eden, etraflarını saran kişiliksiz meddahlardır. Yalan sözlerini doğru, çirkin eylemlerini güzel gösterirler. Her türlü sözlerini alkışlar, her tür buyruklarına boyun eğerler. Eğer başka bir dünyaya dirileceksek, diktatörlerin yalnız başlarına azap çekmediklerini, etraflarını saran çok sayıdaki aveneleriyle, azaba gark olacaklarına şahit olacağız. Erdemli bir toplumda despotlar ve zalimler üremez. Onlar, ancak neşv ü nemalarına uygun topraklarda gün yüzüne çıkarlar.
Diktatörler bireysel akıllarına güvenir. Diğer insanlardan daha akıllı olduklarına inanırlar. Her konuda ahkâm keserler. Çünkü diğerlerinden daha çok bilirler! Etrafındaki kişiliksiz zevat, bu düşünce ve fillerini tasdik ve tasvip eder. Halbuki şahsi sorunlarımızı çözmede bile aciz kalan bireysel aklımız, toplumun devasa meselelerini nasıl çözebilir? Toplumun hiçbir sorunu, istişari akla başvurmadan çözülemez. Hele çağdaş sosyal meselelerin üstesinden gelmek, geleneksel meşveretin de ötesinde, uzman bireylerin kolektif aklını gerektirir.
Milletine ve insanlığa hizmet eden devlet adamı mütevazı olur. Bu tevazu onun insan bilgisinden kaynaklanır. Bilgisi arttıkça hata yapma kuşkusu da artar. Düşüncesinin isabetli olup olmadığını, ilim ve tecrübe sahibi kimselere danışarak öğrenmeye çalışır. İlim insanı, devlet ricali karşısında eğilmeyen, doğruları pervasızca söyleyen kişidir. Devlet adamı, sırf bu vasfından dolayı ilim ehline saygı duyar. Dalkavuk tıynetli, sözde bilim insanı olan şarlatanları da, semtine yaklaştırmaz. Çünkü eleştiriye cesaretleri yetmediği ve şahsiyetleri elvermediği için, doğruyu yüceltmek yerine, korku ve menfaat saikasıyla, yanlışa evet diyeceklerdir.

Birey ve eleştiri
Demokrasinin egemen olduğu ülkelerde her birey, hak ve özgürlüklerden yararlanarak, kendine yeterli kişi olma şansına sahiptir. Akıl ve bilincini yetkin kıldığı için, yaşam serüveninde başka bir insanın rehberliğine ihtiyacı yoktur. Her insana saygılıdır, ama kimsenin izinden gitmez. Prensiplerle hareket eder, kimseyi taklit etmez. İnsanları, doğrulara ve etik kurala uygun hareket ettikleri müddetçe savunur, taraf olur. Yanlış söyleyen ve yanlış yapan, en yakını ve samimi dostu bile olsa, ona rıza göstermez, aksine itiraz eder. Bu tür bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumda karizma ve kahramanlık bir avantaj değildir. Bilim zihniyetinin ve akli değerlerin ağırlık kazandığı kültürlerde herhangi bir siyaset adamı, büyüleyici retorik ve etkileyici karizmasıyla büyük misyonlara getirilmez. Onun yegâne sermayesi, kapsamlı ve derin bilgi ve tecrübesiyle güvenebildiği, özgürce düşünebilen uzman kadrosudur. Bu sayede kendi ülkesinde ve dışarda olup biteni doğru okuyabilir. Küresel aklın bir organı haline gelebilir. Bu kapasitede değilse, olayları doğru algılayamaz. Küresel akıl ve bilincin organik bir parçası olamaz. O zaman hem kendisine hem de ülkesine zarar verir.

Siyaset olması için
Siyaset alanı, doğmalardan ibaret olan din ve deneysel hakikatlerden ibaret olan bilimden farklı olduğu için, hata ve yanılgıların en fazla yapıldığı bir alandır. Bu sahadaki doğrular, çoğu zaman kısmi ve belli bir zamanla sınırlıdır. Zıt düşünce ve iddiaların, diyalektik bir süreç içinde, üstünlük sağlayabileceği bir alandır. Ülkenin refahını ilgilendiren herhangi bir proje, ona zıt düşecek bir başka projeyle yarışmadığı müddetçe, sınavı geçmiş sayılmaz. Meşruiyeti muvazaalıdır. Böyle dinamik bir alanda fikirlerin, bilimsel doğrular ve dinsel dogmalar gibi lanse edilmesi, eleştiri ve çürüten karşı kanıtlara kapalı bırakılması, onu siyaset olmaktan çıkarır. Onun yerine, birilerinin kafasından çıkan düşünce ve planların dayatıldığı bir düzenek hakim olur.
Sonuç olarak, bir siyaset adamı, gerçekten ülkesine ve halkına hizmet etmek istiyorsa, kendisini her an hata yapabilir durumda görmesi gerekir. Yaptığı ve yapabileceği yanlışları, kendisine çekinmeden söyleyecek dostlar edinmesi gerekir. Bu adamın kalitesini, meddahlar ve geçim gailesiyle düşünmeye vakit bulamayan kitleler değil, çoğu zaman ona karşı olan akil kimseler belirler. Bu sebeple, her yaptığına doğru diyen dalkavukları, etrafından uzaklaştırması gerekir. Çünkü onlar, bu davranışlarıyla hem kendi kişiliklerini hem de liderin kişiliğini tahrip ederler. Ancak bundan doğan zarar, onlarla sınırlı kalmaz. Bundan tüm toplum zarar görür. Bu anlattıklarımızı şu kısa sözle özetleyebiliriz: Günümüz, bireysel aklın hükümranlığının bittiği bir gündür.

19/08/2012 Radikalİki

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz