Batı’ya damga vuran İslam filozofu olarak bilinen İbn-i Rüşd, Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhçı, matematikçi ve tıpçıdır. Kurtuba’da doğdu ve Marakeş, Fas’ta öldü. Tercüme ve yorumlamalarıyla Aristo’yu Avrupa’ya yeniden tanıtmıştır. İslam felsefesinde Aristocu akım olan meşşailiğin temsilcilerindendir.
Kitapları 12. yüzyıldan itibaren Latince’ye tercüme edildi. Fizik, gökbilim, felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konular üzerine yoğunlaştı. En temel eserleri arasında “El Külliyat Fi’t Tıbb (Tıp Konusunda Toplu Eserler)”, “Faslu’l-Makal /Felsefe-Din İlişkisi”, “Tehafütü’t- Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı)”, “Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l Muktesid (3 Cilt) ve Mezhepler Arası Mukayeseli İslam Hukuku”, “Aristoteles Metafizik Büyük Şerhi”, “Psikoloji Şerhi / Kitabu’n -Nefs” ve “Siyasete Dair Temel Bilgiler” yer alıyor.
“BATI FELSEFESİ TARİHİNDE İBNU RÜŞD
İbnu Rüşd (Avrupalılar Averroes derler) (1126-1198) İslâm dünyasının öbür ucunda yaşamıştır. Cordoba’da doğan İbnu Rüşd’ün babası ve büyük babası kadıydı, kendisi de önce Sevilla’da, sonra Cordoba’da kadılık yapan İbnu Rüşd, önce teoloji, fıkıh, sonra tıp, matematik ve felsefe tahsil etmiş, halife Abu Yakub Yusuf’a Aristoteles’in eserlerini şerhetmeye yetenekli bir kişi olarak tavsiye edilmişti. (Bununla birlikte o, Graikosça bilmezdi). Abu Yakub Yusuf, İbnu Rüşd’ü himayesine almış, 1184’de onu kendi doktoru tayin etmiş, fakat maalesef hasta Abu Yakub iki yıl sonra ölmüştür.
Yusuf’un yerine geçen Yakubul-Mansur 11 yıl, babasının başlatmış olduğu hamiliği sürdürmüş, sonra Sünnîlerin karşı durmasından telâşa düşerek filozofu mevkiinden attığı gibi önce Cordoba yakınlarındaki küçük bir saraya, sonra Fas’a sürgün etmiştir. İbnu Rüşd’ün suçu, eskilerin felsefesini öğreterek, gerçek imanı sarsmasıydı. Al-Mansur, doğruluğun us yönünden (akıl tarafından) tek başına, başka herhangi bir yerden yardım görmeden bulunacağını düşünenleri, Tanrı’nın cehennem ateşinde yakacağını anlatan bir buyrultu çıkardı. Mantık ve metafizik konusundaki bütün kitaplar ateşe atıldı. (İbnu Rüşd’ün, ölümünden az önce tekrar göze girerek geri alındığı söylentisi vardır.)
Bundan kısa bir süre sonra İspanya’daki Fas toprakları Hıristiyan fetihleri dolayısıyle gittikçe azaldı. İspanya’daki İslam felsefesi İbnu Rüşd ile bitti ve İslâm dünyasının öteki kısımlarında sıkı bir Sünnîlik, düşünceye son verdi.
Überweg İbnu Rüşd’ü, salt iman dışına çıktığı yolundaki suçlamaya karşı savunmaya girişir. Bu biraz komiktir. Böyle bir sorun hakkında karar vermek İslâmlara düşer. Überweg, mistiklere göre Kur’anın her metninin 70 veya 700 türlü yoruma açık olduğunu, sözel (lafzî) anlamınınsa sadece bilisiz (cahil) halk için söz konusu olduğunu söyler. Bunda, bir filozofun öğretisinin Kur’anla pek çatışmayabileceği sonucu çıkar. Çünkü 700 yorum arasında hiç değilse biri, filozofun söylemek istediğine uygun düşecektir. İslâm dünyasında bununla birlikte, bilisiz kişilerin Kutsal Kitap’ın sağladıkları dışına çıkan her bilgiye karşı durduğu anlaşılıyor. Özel bir itizal ortaya çıkmamış olsaydı bile çekinceliydi (tehlikeliydi) bu. Halkın Kur’anı sözel solarak anlayacağı fakat bilgelerin başka türlü düşüneceği yolundaki mistik görüşün halk yönünden destek kazanması belkiliği (ihtimali) güçsüzdü.
İbnu Rüşd Aristoteles’in, yersiz yere Yeni-Platonculuğun etkisinde kalmış olan Arap yorumunu ıslah etmeye girişmişti. İbnu Rüşd, Aristoteles’e bir din kurucusuna karşı gösterilen saygıyı göstermişti. (İbnu Sina, bu saygının bile üstüne çıkmıştı. Ona göre, Tanrı’nın varlığı vahiyden bağımsız olarak us yönünden bulunabilirdi (Aquino’lu Thomas da böyle düşünüyordu). Ölümsüzlük konusunda İbnu Rüşd, Aristoteles’e daha çok yaklaşıyor, ruhun ölümlü, düşüncenin (nous) ölümsüz olduğunu düşünüyordu. Bununla birlikte düşüncenin ölümsüzlüğü, kişinin ölümsüzlüğüne yol açmazdı. Çünkü değişik kişilerde ortaya çıktığında o, bir ve aynıydı. Doğallıkla Hıristiyan filozofları bu görüşle çarpıştılar.
İbnu Rüşd, daha sonraki İslâm filozoflarından çoğu gibi mü’min olmasına karşın katı Sünni değildi. İmana zararlı diye bütün felsefeye itiraz eden bir Sünnî teologlar mezhebi vardı. O mezhebe mensup olanlardan biri Tehafutul Felâsife (Filozofların Tahribatı) adlı kitabın yazarı Al-Gazalî’ydi. Al-Gazalî bütün zorunlu doğruluklar Kur’anda bulunduğu için vahiyden bağımsız düşüncenin gerekli olmadığını savunuyordu.
İbnu Rüşd bu kitaba Tehafutul Tehafut (Tahribin Tahribi) adlı yapıtta karşılık verdi. Gazalî’nin filozoflara karşı özellikle savunduğu dinsel dogmalar, dünyanın zaman içinde yokdan yaradılışı tanrısal yüklemlerin gerçekliği, bedenin yeniden dirilmesi konusundaydı. İbnu Rüşd, dine, felsefî doğruluğu alegorik biçimde ihtiva eder gözüyle bakar. Bu, özellikle yaradılışa uygulanır. İbnu Rüşd, yaradılışı kendi felsefî yeteneği içinde Aristotelesvarî bir yoruma tâbi tutar.
İbnu Rüşd, İslâm felsefesinden çok Hıristiyan felsefesinde önemlidir. İslâm felsefesi için o, ölü bir sondu, Hıristiyan felsefesi içinse bir başlangıç.
İbnu Rüşd XIII. yüzyılın başlarında Michael Scott tarafından Latinceye çevrilmiştir. İbnu Rüşd’ün yapıtının XII. yüzyıla ilişkin olduğu düşünülürse şaşırtıcıdır bu. Onun Avrupa’da sadece skolastiklere değil, profesyonel olmayan özgür düşünce sahiplerinin çoğunluğu üzerine etkisi büyüktü. Onun etkisinde kalanlar ölümsüzlüğü kabul etmiyorlardı ve İbnu Rüşd’çüler adını almışlardı. Profesyonel filozoflar arasındaki hayranları özellikle Franciscus rahipleriyle Paris üniversitesinde bulunuyordu.
Arap felsefesi orijinal bir düşünce olarak önemli değildir. İbnu Sina ve İbnu Rüşd gibi kişiler, esasında yorumcudurlar. Genellikle dendikte, daha bilimsel filozofların mantık ve metafizik görüşleri Aristoteles’ten, tıp görüşleri Galenus’tan, matematik ve gökbilim görüşleri Grek ve Hint kaynaklarından türemişti. Mistikler arasında dinsel felsefe, aynı zamanda eski İran inançlarının karışımıydı. Arapça yazanlar, matematik ve kimyada bir dereceye değin orijinallik göstermişlerdir (Kimya alanındaki yenilik, al-simya alanındaki araştırmalar sonucudur). İslâm uygarlığı en büyük günlerinde, sanatlarda ve pek çok teknik yönde hayranlık vericiydi, fakat kuramsal sorunlardaki bağımsızlık düşüncede hiç bir yetenek gösteremedi. Onun küçültülmemesi gereken önemi, bir aktarıcı olmasındadır. Eski ve modern Avrupa uygarlığı arasına karanlık çağlar girmişti. İslâmlar ve Bizanslılar düşünce enerjisinden yoksun olduklarından, yenilik gereğini duydular ve uygarlık aracını korudular. Eğitim, kitaplar ve boş vakti bilgiyle değerlendirme geleneği böylece sürdürüldü. İslâmlar da, Bizanslılar da barbarlıktan kurtulduğu sırada batıyı harekete geçirmiş; (İslâmlar daha çok XIII., Bizanslılarsa XV. yüzyılda) her durumda uyarı aktarıcıların ortaya koymuş olduğundan daha iyi, yeni düşüncenin yaradılmasına neden olmuşlardır. (İslâmlar skolastik düşünceye, Bizanslılar rönesansa yol açtılar. Mamafih, rönesansın başka nedenleri de vardı.)
Yahudiler İspanya Marunîleriyle (Marunîler, Kuzey Afrika’da yaşayan Berberlerle Arap melezleridir) Hıristiyanlar arasında yararlı bir halka biçimledi. İspanya’da pek çok Yahudi vardı. Ülke, Hıristiyanlar tarafından yeniden fethedilince de orada kalmışlardı. Onlar Arapça da bildiklerinden ve Hıristiyanların dilini de zorla öğrendiklerinden çeviriler yapmaya yetenekliydi. Başka bir aktarma aracı da İslâmların XIII. yüzyılda Aristotelesçilere eziyet etmesinden ve bu eziyet sonucu, Marunî filozofların, özellikle Provence’te Yahudilere sığınmasından doğmuştur.”
Bertrand Russell
Batı Felsefesi Tarihi 2 (Ortaçağ)
Türkçesi: Muammer Sencer – Bilgi Yayınevi