Kudret üzerine
İnsanı iktidar isteğine iten güç nedir size göre, Lord Russell?
Bertrand Russell — Sanırım bunlar, —sonraları bazılarında iktidar tutkusunu ortaya çıkaran— eski itkiler, açlık tehlikesinin yarattığı itkilerdir: insanoğlu durumunu sağlama almak istemiş ve kıtlıktan, başkası zararına korunabilmek yolunu aramıştır. Bunun için de kudretli olmak gerekirdi.
Bu çağlardan beri çeşitli kudret türleri çıkmamış mıdır ortaya?
Birçok şekilde sınıflandırılabilir bunlar. En belirlisi bir vücut üzerinde egemenlik kurmak. Gene ekonomik güç dediğimiz para vermek ya da cezalandırmak kudreti var. Sonra propaganda, inandırma gücü var. Bunlar kudretin büyük türüdür.
Sizce kudret isteğinin nedenleri iyi ya da fena olabilirler mi?
Elbette. Önemli şeyler başaranların hemen hepsi, şu ya da bu şekilde kudret tutkusu ile davranmışlardır. Azizler için de bu böyledir, günahkârlar için de. Her enerjik kişide rastlanır bu davranışa.
Çoğunlukla, iyilik yapmak isteyen birinin, gururu yüzünden iktidarı da arzulaması olağan değil mi?
Doğrudur. Ama bunun için ne yapılması gerektiğini kestirebilmek pek kolay olamaz. Modern dünyada kararlar artık çabucak almıyor. Karar almak yetkisini birkaç kişiye bırakmak gerekiyor ama bu birkaç kişinin iktidarına düşmekten korunabilmek sorunu huzursuzluk yaratıyor. Üzerinde kafa yormaya değer önemli bir sorun.
Nasıl yapacaksınız?
Düşündüğünüz alanlara bağlı. Örneğin polis: modern devletlerin pek çoğunda görüyoruz; polisin iktidarı gerçekten tehlikeli bir şey oluyor. Almaya çalıştıkları her yeni ülkede baskıcı yönetimler öncelikle polis örgütüne el koymuştur. Bu sayede kimleri deliğe tıkacaklarını bilmektedirler. İstedikleri tanıklıkları sağlamanın yolunu da iyi bilirler. Görüyorsunuz ki polis çok tehlikeli bir şey olabiliyor, örnekleri de var. Bence her yerde iki çeşit polis gerekli, birisi suçluluğu doğrulamalı, öteki de suçsuzluğu.
Bu çözüm belki işleri karıştıracak ve hükümetlere pahalıya malolacaktır?
Olabilir. Ama düşünün ki sizi haksız yere birini öldürmekle suçluyorlar. Vatandaş, sizin suçluluğunuz ortaya çıkarılsın diye vergi ödüyor. Ama savunma masraflarınızı sizin yüklenmeniz gerek, bu doğru değil. Bir tek suçsuzun kurtarılması, doksan dokuz suçlunun salıverilmesine değer. Ama biz tam tersini yapıyoruz: bir suçluyu kurtarmak için doksan dokuz suçsuzu cezalandırıyoruz, neden? Çünkü bizce vergi yükümlüsünün suç kanıtlarını finanse etmemesi gerek, öteki zavallı da suçsuzluğunun doğruluğunu kendi cebinden ödesin.
Evet ama, yanlış bir suçlama ne de olsa azdır. Bir suçlamanın her kez haksız olduğunu ortaya çıkarmak için devletin bu kadar masrafa girmesi gerçekten gerekli mi?
Bu tür ne kadar olay var bilmiyoruz ki; tartışma da buradan çıkıyor işte. Bu konuda bizi aydınlatacak polis değildir herhalde. Bilinen şu ki haksızlık sık sık rastlanan bir şeydir. Masraflara gelince, bir suçluluğu doğrulamak için yapılanlardan herhalde fazla olmayacaktır.
Şimdi de hükümetlerin davranışlarına gelelim. Size göre hükümetlerin bu kadar özgürlüğü, bu kadar çabuk karar alabilmek yetkisi olmamalı mı? Seçmenlere mi danışmaklar? O zaman tutumları etkisini yitirmez mi?
Evet; olabilir. Ve yaşadığımız dünyada, öyle yerler var ki kararları bir referanduma sunmak ya da buna benzer bir yolla halktan ne düşündüğünü sormak akla bile getirilmez. Barış, savaş en önemli konulardır, bu konularda çabuk karar alınmalıdır. Yeryüzündeki kurumlan baştan sona değiştirmeli, savaş ve barış üzerinde sükûnetle düşünebilmek yollan aranmalıdır. Mükemmel bir şey olurdu bu.
Yani etkinlik niteliğinden bir parça fedakârlık edilmesi eğiliminde misiniz?
Kötü davranışlar karşısında bu etki ne kadar az olursa o kadar iyidir. Hiç olmazsa şimdiye değin, insan her türlü kötü davranış karşısında büyük bir kuşku duymuştur. İnsanlık bugüne kadar gelebildi ise, etkisizlik sayesindedir. Ama bugün azalıyor bu etkisizlik, bu yüzden de insanlık yok olmak tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Nasıl olmuş da çaresizlik ve etkisizlik insanın bugüne kadar gelmesine yardımcı olabilmiştir?
Birbirlerini boğazlamak yeteneğini yavaş yavaş yitirerek. Etkisizliğine inanan ve işini bilen bir katil, çok adam öldürür. Budala bir katil ise yakayı ele verir ve öldüremez artık. Yazık ki katiller gittikçe ustalaşıyorlar.
Biraz da kudretin başka bir türünden söz edelim. Sizce Marx bunun önemim bu derece belirtmekle iyi mi etmiştir?
Marx, kudretin öteki türleri yanında, ekonomik iktidara gerektiğinden çok önem vermiştir. Ayrıca, 1840 yılları İngiltere’sinin işlerini gözlemlemekle iktidarı fiilî yönetimin değil, mülkiyetin sağladığına inanarak hataya düşmüştür. Bu iki yorumlama dünyanın tutulduğu bütün hastalıklara deva göstermeye itelemiştir onu. Görüldüğü gibi sahte bir deva.
Ekonomik kudretin sizce önemi nedir?
Çok önemli, gene de bir kudret türünden ibaret. Benim buna verdiğim önem, askerî güce ya da propaganda gücüne verdiğim önemden fazla değil. Bir örnek vereyim. Romalılara karşı ayaklanan Kraliçe Boadicee’yi bilirsiniz; Senek, kendisine yüksek faizle borç para verir, kadın ödeyemez. Bu olayın nedeni, o sırada Senek’in ekonomik gücü elinde tutmasıdır. Ama Boadicee’nin yenilgisinden sonra imparator, Senek’i de ölüm cezasına çarptırmıştır. İktidar artık ekonominin değil, askerindir.
Ekonomik gücün firenlenmesi gerektiğine inanıyor musunuz?
Her türlü iktidarın firenlenmesi gerek. Ülkeleri aç bırakmak kudreti herhalde teşvik görmemeli. Hem ben, Ortadoğu’nun bazı ülkelerine petrol konusunda bu kadar hak da tanınmasını hoş görmüyorum.
Peki propaganda gücüne verdiğiniz önem?
Pek büyük. Bu da çoktan beri bilinen bir şey. «Acı çekenin döktüğü kan, kilisenin tohumudur» derler. Bunu, acı çekenin kanının büyük bir propaganda gücü taşıdığı anlamında alınız. Gene bir söz vardır: «Gerçek büyük oldukça değer bulur.» Bu da, bugün kolayca benimsenen düşünceler alkışlanacaktır demektir. Olağanüstü bir önemi vardır propagandanın ve binbir biçime de girer. Şurası gerçektir ki Hıristiyanlık ne ekonomik, ne de askerî güçlerden destek görerek yerleşmiştir.
Her zaman kötü müdür propaganda?
Yok canım. Fena ve iyi düşünceyi birbirine karıştırdığı zaman kötüdür. Ama tek başına propaganda, kötü değildir. O zaman mademki eğitim bir propaganda türüdür, o halde eğitim de kötüdür demek gerekirdi.
Demek size göre propaganda gücünü firenlemek gerek. Eğer halk kütleleri baskı altında aydınlatılıyorlarsa, açıklıkla ve kendiliklerinden düşünemeyeceklerdir?
Doğrudur, propagandayı güçlü bir firenle cihazlandırmalıdır. Görüyorum ki orta sınıf bir Rus’un Batı hakkındaki düşüncesi, gerçeğin tam karşısında: neden? Çünkü komünist ülkelerde propaganda gücü eğitimi avucunun içine almış. Komünist olmayan ülkelerde bu tekel daha yumuşak; ama insanların gerçeğe uygun olarak değil, hükümetin istediği gibi düşünmeleri için gene de bütün gücü ile gösteriyor etkisini.
Ama Batıda da propagandayı firenlemek gerekmez mi?
Gerekir. Durum o kadar ağır değil ama firenlemek gerekir; çünkü okul ve üniversitedeki eğitim, düşüncelerin özgürlük içinde boy ölçüşmelerine yer vermiyor. Bu engeller yüzünden bir düşünce bunlardan birinde, öbürünün zararına kaydırılmış oluyor.
Kudretin iyiye ve kötüye kullanımı sorunu bir insanın yaşantısında önemli demek?
Şüphesiz. Ben bunda iyi ve kötü hükümet arasındaki ayrıntıyı görüyorum. İyi bir hükümette iktidarın kullanımının sınırları, kontrolları, karşıt ağırlıkları vardır. Kötü bir hükümette iktidar ayrım tanımaz.
Gerçek şu ki, Batıda işler daha iyi, totaliter rejimlere oranla çok daha iyi gidiyor. Nitekim, iktidarın aşamayacağı sınırlar var. Ama bizde de ara sıra yapılan genel seçimlerden başka firenler de olmalı. Seçimler, her şeyin bir birine pek yakın olduğu modern dünyada yeterli olmaktan çok uzak; bence referandumların katkısı olabilir buna. Ama referandumlar da pek çabuk işleyemiyor.
Öyle; ağır ve yavaş oluyor. Ama bir hükümete, ülkeyi, kimsenin düşüncesini almadan felâketin kucağına atmak yeteneğini veren bir sistemden, ne de olsa daha iyidir.
Bertrand Russell – Dünya Görüşüm