Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
14 Şubat 2010 sevgililer günü Ahmet Kabaklı’nın ölümünün 10. yıldönümü anma programı çerçevesindeki törene Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Başbakan Tayyip Erdoğan katılmıştı. Burada yaptığı konuşmada; Kabaklı ile yakından tanıştığını aktaran Tayyip Erdoğan, “Özellikle gençlik dönemimde kendisinden istifade etmiş, kendisiyle de yakından tanışma şerefine erişmiş biri olarak bugün burada kendisi için şahadet ediyor ‘İyi bilirdik’ diyorum” demişti. Bir dizi etkinliğin yapıldığı anma programında “Alperen’e Vefa” başlığıyla çeşitli söyleşiler de gerçekleştirilmişti.
Peki Ahmet Kabaklı gerçekte kimdi? Resmi rakamlarca 111 kişinin katledildiği, hamile kadınların karınlarından bıçaklandığı, yaşlıların baltalarla parçalandığı 32 yıl önce yapılan Maraş Katliamı’nı zamanında “Binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı” diyerek destekleyerek insanlık derecesini gösteren bu zat değil miydi? Ta kendisiydi. Peki ne oldu? Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) 1997 yılında Şeyhül Muharririn payesi verdi. Başkan Tayyip Erdoğan hâlâ “büyük bir üstat, mütefekkir, gönül insanı” olarak andığı bir “gasteci” oldu.
Yukarıdaki sözü saymasak bugün kendisinden geriye kalan akıllarda yer etmiş tek bir fikri veya edebi cümlesi bile yok iken ölüm yıldönümü nedeniyle mesaj yayınlayan Elazığ Valisi Muammer Erol: “Elazığ’ın bağrından çıkan güzide şahsiyet, fikir ve edebiyat dünyasının usta kalemi Ahmet Kabaklı’nın, Türk edebiyatını, kültür ve sanatını tanıtıp güçlendirerek milletin sanat, edebiyat ve fikir sahasında gelişmesine büyük hizmetler verdiğini” belirtiyor…
Burası Türkiye; insandan sabun üreten Hitler faşizmini destekleyen, Alevi katliamını kutsayan zat, “büyük bir üstat, mütefekkir, gönül insanı”, aynı zihniyetin ‘gasteci”lerine göre; Çorumlu Soner Yalçın “Alevi-Sünni çatışması” yaratmaya çalışan provakatör oluveriyor…
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Konuyla ilgili olarak bir yazı kaleme alan Onur Caymaz, “Üstadın bayraktarlığını yaptığı fikir neydi?” diye soruyor.
Şeyh-ül Muharririn Ahmet Kabaklı
Pınar Selek’i biliriz de onun ‘Barışamadık’ adlı kitabını hepimiz okumamışızdır. “Türkiye’nin Utanç Tarihi” diye bir kitap yazmayı planlıyorum nicedir. Bu ülkenin utanç hanesine kayıtlı sözlerin, demeçlerin derlendiği bir seçki. Şüphesiz böyle bir tasarıda sağın kalesi Hakiki Tercüman Gazetesi büyük kaynak olacaktır…
Örnek mi lazım? Dolu! Mesela geçen hafta başbakanımızın anma gününe giderek övgülere boğduğu ‘şeyh-ül muharririn’ lakaplı ‘yazarların şahı’ Ahmet Kabaklı’nın kimi yazıları, Selek’in, kitabında tokat gibi çarpar yüzünüze. Demokratlık zor: “Siz, kiliseniz ve kavminiz bütün varlığınızla bizim aptallık derecesine varan tarihi müsamahamızın, merhametimizin ve uzağı göremezliğimizin yaratığısınız. Kavminizi her tarafta koruyan, zengin eden ve bu kadar şımartan siz değilsiniz. Fakat bizim milli şuursuzluktan ve tarihi düşmanlarımızı tanımamaktan doğan eksikliğimizdir.” Yazarların şahı bir de Rumları tarif etsin. Etsin tabii, yazmış adam: “Tepeden tırnağa ırkçı, aşiretçi, şoven bir soysuzdur Rumlar…”
Kökeni İslamcı, görünümü demokrat olanların çok eleştirdikleri kırklı yılların faşizan eğilimli Türkiye’sinde yazıldı bu satırlar. Farkındasınızdır, İslamcı olmaktan daha kötüsü de var: Türk-İslamcı olmak. Bakın şimdi şu işe:
Şöyle 1977’ye doğru uzanalım. O yılın başında Milliyet’te bir ‘Anarşi Raporu’ yayımlanır. Raporda Doğu Perinçek’in başında bulunduğu TİKP’nin, Toroslar’da silahlı eğitime başladığı vb. yer almaktadır. “Hadi şanlı ordumuz, darbe yap da kurtar bizi” durumları yaratılacak ya! Devamını, Barış Yetkin’in, Kırılma Noktası / 1 Mayıs 1977 adlı kitabından okuyalım: “Bu ortamda askeri bir darbeyle kendi durumlarını sağlamlaştıracaklarını ve işbirliği içinde oldukları dış çevrelerin çıkarlarını daha kolayca sağlayabileceğini düşünenler için, 1 Mayıs 1977 günü, Taksim Alanı’nda yapılacak mitingde çıkacak kitlesel olaylar iyi bir gerekçe olacaktı.” Bu nedenle o günlerde birileri 1 Mayıs’ta Maocuların çatışacağına dair propaganda yapmaya başlamıştı bile. Kimler mi?
Rauf Tamer’e bakın: “Arabalar tahrip edilecek. Camlar kırılacak. İnşallah aldanırız ama kanlar akacak…” Gel dikiz ki bizim anlı şanlı ‘şeyh-ül muharririn’ de kehanette (!) bulunur: “Yarın 1 Mayıs… Polisle vuruşmalar muhtemeldir. Cinayetler işlenebilir, mallara ve canlara kıyabilirler…” İster dilek ister kehanet deyin, ne dersiniz deyin artık.
İşte, Erdoğan ile kültür bakanını, ölümünün onuncu yılında Türk Edebiyatı Vakfı’nın kurduğu Edebiyat Kıraathanesi’nin açılışında buluşturan Ahmet Kabaklı; Necip Fazıl’a (bir söylentiye göre) nasıl bilirsiniz diye sorduklarında “lı’sı fazla” dediği bu Kabaklı. Erdoğan’ın bizzat tanıdığı “bu büyük üstat, mütefekkir, gönül insanı” için sayın başbakan “Allah, rahmetini, merhametini esirgemesin, mekânı inşallah cennet olsun diyorum. Geride bıraktığı onca eserin, yetiştirdiği onca şair ve yazarın yanında, bize miras bıraktığı Türk Edebiyatı Vakfı ve Türk Edebiyatı Dergisi, merhumun hatırasının yaşatılmasında eminim ki en güzel vasıtalar olacaktır” diyordu. Başbakan yazarların şahı için şunları da ekliyordu: “Kuru milliyetçiliğe, haşa, kafatası milliyetçiliğine, slogan milliyetçiliğine asla prim vermemiş, muhteşem bir tarihi, muhteşem bir geleceğe tahvil etmenin mücadelesi içinde olmuştur.” Hata bizde herhalde! İyi de merhumun Çatlı hakkında söylediklerini ya başbakanımız unuttu ya da Türkiye’de hafıza yok diye düşünüyor. Türkiye’de rezil olmanın mümkün olmadığını bildiği için rahat!
Susurluk sonrasıdır. O dönem Çatlı hakkında söylenenler ustaya dokunmuş olacak ki bir yazı yazıyor; Çiller de o sıralar söz konusu kişi hakkında kahraman diyordu zaten, iktidara yakınlık iyidir: “Herkesin babası evlatlarına çok para servet bırakmış olabilir. Bizim babamız (Çatlı) ise bize miras olarak şeref, itibar ve onuru bıraktı.” Yazının sonunda da Çatlı’yı dualarla methetmeyenin milletten sayılmayacağı belirtiliyor…
Yakın tarihe gel: Geçtiğimiz ay Hasan Celal Güzel, ‘büyük usta( hakkında 13 Şubat 2011’de şunları yazdı: “Bizim neslimiz için sadece başarılı bir köşe yazarı, emsalsiz bir edebiyatçı değil, gerçek bir dava adamıydı. Soğuk Savaş yıllarının Marksizm’inin kıskacındaki Türkiyesi’nde, gözünü kırpmadan, tenkitlere aldırmadan inancını savunur, fikrinin bayraktarlığını yapardı.”
Üstadın bayraktarlığını yaptığı fikir neydi? Bakın ölünün arkasından konuşuyor falan denecektir, ben hiç yorumda bulunmadım dikkat ederseniz. Alıntılar konuşuyor. Derdim sadece kimin, ne olduğunu hatırlatmak.
Son olarak bu büyük üstat, mütefekkir, gönül insanı hocanın 26 Aralık 1978 tarihli Tercüman’daki köşesine bakalım. Resmi rakamlarca 111 kişinin katledildiği, hamile kadınların karınlarından bıçaklandığı, yaşlıların baltalarla parçalandığı Maraş Katliamı’nı Şeyh-ül Muharririn yorumlamış: “Binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı…”
O kısrak büyüdü de neler yaptı hocam, bir bilsen.
Karar senin ey okur! Görüşeceğiz…
bugeminezamandirburada.blogspot.com