Cemal Süreya: “Büyük bir gövdedir onun şiiri. Kımıldadıkça kendine benzer yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır. Bir anıttan çok bir dirim belirtisidir. Bu yüzden kolay kolay tanımlamaya gelmez: görülür, tanık olunur.”
“(…) bir yaratmadır; evet, ama yüz bin yıllık araçlarla bir yaratma. Bir ozan her dizesine kendi yaptığı dilden, kendi yaptığı dilbilgisinden kata kata en sonunda hem büyük dilini, büyük dilbilgisini yaratır; hem okuyucusunu oralara ulaştırır. (…)” (Turgut Uyar)
Başlarken…
Turgut Uyar, 1927′de Ankara’da doğdu. Çocukluğunuysa, Balat üstlerinde, Molla Aşki Mahallesinde, yani İstanbul’da geçirdi. Hırka-i Şerif 19. İlkokulu’na da bu şehirde başladı, ortaokula Ankara’da devam etti. Ardından, Konya Askeri Okulu, Bursa Askeri Lisesi ve Askeri Memurlar Okulu’nu bitererek öğrenimini tamamladı (1947). On yıl boyunca personel subaylığı yaptıktan sonra Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayii’nde ve Sanayi Bakanlığı’nda çalışmaya başladı.
Yürürken…
Turgut Uyar yaşamının baharında, ‘İkinci Yeni’ olarak isimlendirilen şiir akımıyla Edip Cansever, Cemal Süreya gibi arkadaşlarıyla şiirin sınırlarını genişletme yollarını aramaya başlar. Bunun sonucunda imgeyi şiire yeniden kazandırır bu üç kişi, şiire çok sesliliği getirirler, karmaşık yaşamın dilini bulurlar.
(ve şiire itibarını yeniden kazanır…)
Şâirin amacı, belki de yaşamı boyunca hep büyük şiiri yakalamak olmuştur. Büyük şiirse her zaman insanîdir ve yaşama bir bütünlük içinde sarılmıştır. Turgut Uyar’ın şiirinde yalnızlıkla umut, varlıkla yokluk, çıkmazla kurtuluş hep bir aradadır. Kavramların birbirine uzak düşen anlamları, kavramları birbirlerine yakınlaştıran ve bütünlüğü sağlayan gibi görünmektedir.
Turgut Uyar şiir macerasına en başından bir acemilik yerleştirmiştir. Şiirde hatalı içtenliği göze almış, çıkmazın güzelliğini övmüştür. Ona göre iyi şiir ölümlüdür.
“Turgut Uyar acemiliği olumlu bir içerikle tanımladı: bir doluluk olarak acemilik. Tıpkı ünlü besteci Berlioz’un arkadaşı yine ünlü besteci Saint-Saens için söylediği gibi ‘ Saint- Saens her şeyi biliyor, tüm eksikliği acemilik.’” (Enis Akın)
Şiirinde kurduğu yapı, gücünü kelimelerin oluşturduğu bütünden alır. Şâirâneliğeyse çok az yer vermiştir. Onun için önemli olan birbirine çeşitli yollarla, anlamlarla, dokunmalarla ya da değinmelerle bağlanan sözcüklerin oluşturduğu iç yapıdır.
“Şiirde şairaneye hep karşı oldum. Ama… bir dönemin şairanesine. Değişen dünyayla bütünleşen şiir, hayattan yola çıkan, her dönemde kendi şairanesini yaratır. Kaçınılmaz olgudur bu. Şairanelik sadece sözcüklerde, imgelerde değildir, takınılan tavırdadır biraz da. Örneğin hecenin şairanesi, gurbette, hasrette, aşk kırgınlıklarında idiyse, Garip’in şairanesi kentli küçük adamın, bulduğu ile yetinirliğinde, bir bakıma vurdumduymazlığındadır.”
İnsanın ve yaşamın çıkmazda olduğu yerde şiirde çıkmazdadır. Şâir bunun bilincine varmıştır, her dizesinde insanın haklı çıkmasını arzulamıştır. Kendisini mümkün olana yakın hissetmiştir. Ona göre insan Tanrı katında bile haklı çıkabilecek düzeyde kutsal sayılmıştır.
Turgut Uyar, yalnızca şiir yazmakla yetinmemiştir. Şiir üzerine çeşitli düşünceler de üretmiştir. Ona göre şâirin hayatında neler varsa, şiirinde onlar olmalıdır. Şiir ve hayat ilişkisini sorgularken, şâirin kendi yaşamında nasıl bir şiir dünyası kurduğunu da araştırmıştır.
Turgut Uyar’ın ilk şiiri “Yad”, Haziran 1947′de ‘Yedigün’ dergisinde yayımlanmıştır. İlk kitabıysa 1948′de Kars’ın Posof ilçesinde subayken çıkardığı “Arz-ı Hal” olmuştur. Kitaba adını veren “Arz-ı Hal” şiiriyse kitap yayımlanmadan kısa bir süre önce 1948′de ‘Kaynak’ dergisinin açtığı yarışmada ikincilik kazanmıştır. Böylece Turgut Uyar edebiyat çevrelerinde tanınmaya başlamıştır.
Yad
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
Ve güzel gecelerim masallarla dopdolu.
Her şey, her şey güzeldi, gözyaşı, dünya, zaman,
Böğürtlen topladığım ıssız, tozlu köy yolu,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan
Ufacık korumuzda dolaşırdım korkuyla,
Ve Allahı arardım serçe yuvalarında,
Bulamayınca dua yollardım akan suyla,
Göğü bulutlar saran bahar havalarında,
Dolaşırdım ufacık korumuzda korkuyla.
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ayı.
Ve kale duvarından yıkık mezarlıkları,
Bana korkunç bir devi hatırlatan kayayı.
Ve annemin taktığı mavi nazarlıkları,
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ayı.
Odanın ortasında yanan petrol lâmbası,
Ve bazan şimşeklerle aydınlanan geceler.
Bacamızın üstünde duran leylek yuvası,
Ne güzeldi ne güzel masallar, bilmeceler.
Odanın ortasında yanan petrol lâmbası.
Neş’elerim geride kaldı eski günlerde,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
O doğduğum diyarda, o kuru ıssız yerde,
Petrol değil masaldı lâmbalarında yanan
Neş’elerim geride kaldı eski günlerde
Turgut Uyar şiir macerasında bir yandan halk şiirinden ve halk hikâyelerinden etkilenmiş, öte yandan Nedim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamid, ve Ahmed Haşim’e özenen denemeler yapmıştır. Bu süreçte de şunu keşfetmiştir: “Bir şair, şekil ve konu bakımından daimî bir değişim içinde bulunmalıdır.” Bu düşünce onu tüm şâirlik yaşamı boyunca yönlendirmiştir.
İlk şiirlerinde, geleneksel şiirden ve çağdaş şâirlerin -Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık, Ahmet Muhip Dıranas- etkileri görülmüştür. Bu şiirler, henüz edebiyat dünyasına tam olarak girememiş bir şâirin romantik dünyasını yansıtmakla birlikte bir kentli göçebenin yoksul köylere ve köylülere bakışını da yansıtmıştır. Yarattığı dünyalarda yalnızlıktan ve mutsuzluktan yakınmış, çâreyi hep yarında aramıştır. Anadolu’yu şâirane bir şekilde resmetmiştir.
1952′de “Türkiyem” kitabıyla bu özelliklere başkaca öğeler eklenmiş söyleyişteki ağırbaşlılık, insan ve evreni kavramaya çalışan aşkla bütünleşmiş, böylece ‘büyük şiir’in temelleri atılmaya başlamıştır. Şiiri teknik bakımdan farklılık gösterirken, temalar aynı kalmıştır, dünyayı bakış açısı da değişme göstermiştir.
Türkiyem
Seni boydan boya sevmişim,
Ta Kars’a kadar Edirne’den.
Toprağını, taşını, dağlarını
Fırsat buldukça övmüşüm.
Sen vatanımsın, ekmeğimsin
Duyduğum, bildiğim zafersin yıllarca..
Zonguldak’ta 63 numara
Nazlı sahiller Akdeniz’de.
Sevdasın ciğerlerimde parça parça
Yarı kalmış dileğimsin…
Sen Koçhisar’da tuzum,
Sille’de kızım…
Çift kulaklı Sürmene bıçağı belimde.
Varmışım çiğ köfte yemeye Adana’ya
Dadaloğlu’ndan bir koçaklama dilimde:
– Şu yalan dünyaya geldim geleli..
Hey vatanım, bacım, sağdıcım, emmim
Senden bir yara her yerimde.
Desteye güreşmişim Kırkpınar’da.
Durmuş da yorgunluk çıkarmışım,
Bir akşam vakti
Dört bardak kırtlama çayla Erzurum’da
Ardahan’a varmışım yollar uzamış
Bel vermiş, yol vermemiş dağlar.
– Yüce Tanrı dört yanını bezemiş,
Beni yakan bir Konyalı kızimiş..
Seni boydan boya sevmişim
Ta Edirne’ye kadar Kars’tan.
Taşını, toprağını, yiğidini,
Fırsat buldukça övmüşüm…
Turgut Uyar, 1959′da yayınlanan “Dünyanın En Güzel Arabistanı”yla bir yenileşmenin habercisi olmuştur. Heceyle oluşturulan şiir dilinden günlük dile geçiş, önemli bir aşamadır. Şiiri, yalın görünüşe sahip yoğun imgelerle örülmüştür. İzlenimci öğeler ve soyutlama eğilimi çoğalmıştır; şaşırtmacalarsa , gizli bir bütünlük duygusu vermek üzere başvurulan anlatım öğeleri izlenimi yaratmıştır. Turgut Uyar, değişen yeni insana yeni anlatım imkânları aramamıştır. ‘İkinci Yeni’nin temel özellikleri bu şiirlerle de belirginlik kazanmıştır. Bu değişime yol açansa:
” Toplumun, insanın, ilişkilerin değişmesi, şiirinse bir oyalama değil, bir saptama, belki bir önerme olması.” durumudur.
Kitabın bir bölümünde ‘Akçaburgazlı Yekta’nın öyküsü verilmiş. Akçaburgazlı Yekta, bir bakıma şâirdir. Turgut Uyar, bu dönemde mutluluğu düşlerde aramıştır. Şâir kendine bir sığınak aramış ve bulmuştur. Bu yeni dünyanın adı da “Dünyanın En Güzel Arabistan” dır. Gerçek yaşamdaki eksiklikleri tamamlamaya çalıştığı bu dünyada da yine tedirginlikler, umutsuzluklar ve bıkkınlıklar vardır.
” Niçin mutlu olayım! Çünkü umutsuzluğun, insanı umuttan daha bir güçlü iten, bir şeyler yapmaya zorlayan bir duygu olduğuna inanıyorum. En azından kendi adıma denedim, bildim.”
Bütün şiirlerinin soluduğu nefeste bu sözlerde saklanmıştır. Belki şiirlerini genelde karamsar yapan da bu olmuştur. Dünyaya olan uyumunu kaybetmiş, yabancılaşma süreci başlamıştır. Şâir her şeyde olduğu gibi cinsel sevide de mutluluğu aramıştır, ama bu da kısa sürelidir, çok çabuk bitiverir… fark etmiştir.
“Dünyanın En Güzel Arabistanı” şâirin denemelerini özgürce yapabildiği bir şiir mekânı olmuştur. Akçaburgazlı Yekta’nın öyküsünün anlatıldığı şiirlerde Mezmur’ların dil ve anlatımından etkiler görülmüştür. Bu da şâiri düz yazı ile şiirin sınırını oluşturan çizgiye yaklaştırmıştır. Ama o, düzyazıya kaymanın çok kolay olduğu bu yerde dengede durmayı başarmıştır. ‘İkinci Yeni’ dönemine ilişkin olan bu kitabın destansı bir metin olduğu da ileri sürülmüştür.
Öteyi Beriyi Omuzluyorum
Ağaçlar sol yanımdaydı, tralalla
Deniz yüz mil ötede, tralalla
Şehirler çarpa çarpa büyüyordu.
Eskiden hiçbir şey bilmezdim, tralalla
Bir kadın iki kadın elli iki kadın
Bir beyaz iki beyaz elli iki beyaz
Bir iyi bir güzeldi gök yüzünde
Gökyüzünde tralalla
Duramaz oldum durduğum yerde
Bir kaşıntı bir kaşıntı tralalla
Karanlığımı yitirdim.
Turgut Uyar şâirlere bırakılan mirasa sahip çıkmış ve ‘Divan Şiiri’ üzerine de çalışmıştır. 1970′de yayımlanan “Divan” Turgut Uyar’ın şiirinin önemli bir kesitini oluşturmuştur. Sürekli olarak arayış içinde olan şâir, divan şiirine modern şiirin kuralları içinde yeniden yaşam vermiştir. Divan şiirinden esinlenerek oluşturulan bu şiirlerde beyit anlayışı hakimdir. Gazel, kaside, rubai gibi türlerde kafiyelere özel bir ağırlık verilmiştir. İçerik de daha da geliştirilmiş bir görünümdedir. Turgut Uyar, bu kitabıyla
“Türk halkını Divan’a şiirsel ve insanî değerleriyle yansıtmaya çalıştığı”nı söylemiştir.
“Divan’da Turgut Uyar, şiirinin iki özyapısal yöntemini kullanmaktadır. Bunlardan biri, şairler, özellikle Toplumcu’lar için ileti vermek uğruna (belki de bile bile) yöneldikleri bir tuzak oluşturan öyküleme; ötekiyse, yaşamı ve gözlemlerini, ‘ saçma’ya, sözdizimini bozmaya, okuru ‘ afallatma’ ya yönelmeden öznelleştirip içselleştirdiği, arkaplanı çok geniş, toplumla, tarihle bağını koparmayan çağrışımlara ve imgelere dayanan Turgut Uyar söylemi’dir”
Naat
ipekler tel tel bir araya geldiler dokunmak üzere
lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere
kılıç kesti kan koktu bir atlı dörtnala uzaktan
günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere
bütün dertler söylendi çareleri bir bir yazıldı
son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere
kimseye başvurulmadı herkes birbaşına kaldı, evet
sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere
oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi
sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere
1962′de yayımlanan ‘Tütünler Islak’ , insanî değerlerden çok, insanî durumların sergilenmesine adanmıştır. Yaşama, dolayısıyla düşsel yaşama katılan herkesin ve her şeyin bir tür envanterini yapmıştır. Ama baş rolde hep yalnızlık, hüzün, ölüm olmuştur. Ona göre yaşamda baskın olan bunlardır. Şiirin iç sesi çeşitlenmiş ve tempo kazanmıştır. Büyük şiire giden serüven sürekli biçim – içerik değişimleriyle olgunlaşmıştır.
Çok Üşümek
Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın
Bir Kalır yanık dağlar kokusu şehirlerde
Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça
Bir Kalır yabancı yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız her yer
O çok yalınç gerekli gelip gitmeler
Bir Kalır uzun duvarlar ve onların ipleri
Bir Kalır Yılgın Duvarların hep ” Evet” dedikleri
Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız
Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün
1967′de Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayii’nde ve Sanayi Bakanlığı’ndan emekli oldu. Şiirleri, şiir dünyası bu tarihten sonra genişlemeye başladı. Aynı yıl Tomris (Uyar) ile evlendi. 1968′de yayımlanan “Her Pazartesi” ve 1974′de yayımlanan “Toplandılar” Turgut Uyar şiirinin dünyasına daha geniş açıdan girmenin imkânını vermiştir. Turgut Uyar, şiir işçiliğinin ne demek olduğunu bu şiirlerle göstermek istemiş gibidir. Yaşamanın şiirine yönelmiş; aynı zamanda şiirini de yazdığı gibi yaşamaya çalışmıştır. 1960′ların Türkiye’sini bir tutanakçı edasıyla şiirine geçirmiştir. Özellikle politik içerikli şiirlerde, suçlu olarak savunmada olmuştur.
1981′de yayınlanan “Kayayı Delen İncir” adlı kitapla ‘İkinci Yeni’ şiirinde de bir açılma görülmüştür. Turgut Uyar’a göre bu durumun açıklaması şöyledir:
“Şiir giderek imgeden kavrama, betimleyici olandan açımlayıcı olana doğru ilerleyen bir çizgi izler (…) şiirsel retorik , günlük konuşma diliyle akrabalık kurar nerdeyse. ”
1984′de yayınlanan “Dün Yok mu?” da hep uzun soluklu şiirler yazan Turgut Uyar dünyayı dolaysız bir şekilde algılamaya çalışmıştır. İmgeden vazgeçmemiş, yalınlığa varmaya çalışarak, şiirsellikten uzak düşmemeye de özen göstermiştir.
Durma Susuzluğa
durma susuzluğa giden gemi
git, çağın bol olsun
ne kadar gidersen o kadar iyi
her şeyi git her şeyi git her şeyi
zaten dönemezsin ya
bir daha gelme e mi
şimdi burda tükenen ay ışığı
başka bir takvimde tükenmemiştir
– dünyanın neresinde mi
bir halatını elinden tutarlar
oraya götürürler seni
belki oraya taşı gölgeni
çünkü uzaklarda sanıyorlar
yaptığın şiiri
Turgut Uyar hep insanî durumların, kendi deyişiyle ‘dirim’in şiirini yazmıştır. 1984′de yayınlanan “Büyük Saat” ise bu yaşamın bir özeti niteliğini taşımıştır. Şâir bu eserde bireyin özelinde toplumun öyküsünü vermek istemiştir. Turgut Uyar, kentli bir şâir duyarlığı göstermiştir. O, kentli bireyi konu alan şiirin kurucusudur. İnsanı insanla tanıştırmak; insana bir çıkış yolu bulmak adına oluşturulan bu büyük şiir, Türk şiirine üretkenlik kazandırmıştır. Şiirin çıkmazda olduğunu ileri sürdüğünde bile, çıkmazın insanı bir çıkar yol bulmaya zorladığının farkındadır. Ona göre umutsuzluk kişiyi umudu yakalamaya, bulmaya zorlayan bir duygu”dur. “Büyük Saat”in ardından, 1985′te yaşamını kaybetmiştir.
Milliyet Sanat’ın Tomris Uyar Röportajı’ndan Turgut Uyar’la İlgili Bölümler
(…)
Turgut Uyar ile kaç yıl evli kaldınız? Nasıl biriydi? Gözleri çok güzel bakıyor.
1967′de evlendik, kaç oluyor? 18 sene! Çok yakışıklı, çok zeki, çok duyarlı bir insandı. Belki bana göre aşırı ciddiydi. Tipik edebiyatçı özelliği taşıyan, kendi içine kapalı, dışarısıyla fazla alışverişi olmayan, şiiriyle mutlu biriydi. Ben öyle değilim. Denizi de severim, dolaşmayı da… Daha canlı, daha hareketli olmayı isterim. Belki bu bakımdan pek uyuşmuyoruz.
Âşık olmuş muydunuz Turgut Uyar’a?
Âşık olmadan hiç kimseyle birlikte olmadım.
Sizin için yazılmış şiirleri okuduğunuzda ne hissetmiştiniz? Şimdi nasıl geliyor?
Aynı. Benim için yazılmaları önemli değil. İyi şiir mi diye bakarım. Yazık ki böyle bir özelliğim var benim. Güzel şiirler. Bazıları daha iyi olabilirdi benim adım olmasa. Ben bana bir şey yazılmasını, ithaf edilmesini sevmem. Ama güzel bir şiirse hoşnut olurum. Beni anlatan değil de, benim inandığım şeylere yer veren bir şiirse çok severim.
Siz, Turgut Uyar ve Edip Cansever yakın arkadaş mıydınız?
Öyleydik. Son derece iyi bir dostumuzdu. İyice bakılsa Edip’ten daha çok esinlendiğim görülür. Turgut’un şiiri bana edebiyat olarak pek bir şey vermez. Edebiyat açısından Edip İle aramızda daha büyük bir alışveriş var.
YKY’nin Turgut Uyar şiirlerini “Büyük Saat” adıyla toplamasını vesile ederek soracak olursak, nasıl bir şiir Turgut Uyar’ın şiiri?
Turgut Uyar’ın şiir girişimini Türkiye’de yapılmış en önemli girişimlerden biri sayıyorum. Şairane şiir yazmaya karşı olup başka bir şairanelik, başka bir şiirsellik keşfetmesine hep hayranlık duymuşumdur. Büyük bir çaba olarak görüyorum. Yerini bulup bulmadığından emin değilim ama çok taklidi var. Onu görüyorum. Hatta taklit bile değil, çok bilinçli bir davranış şekli. Tavlayıcı şiir yazmaya son derece karşıydı. Şiirle savaşan, şiiri savaş malzemesi haline getiren bir şiir görüşünü, dünya görüşü içinde halletmeye çalışan bir şairdi.
Şiirlerini evre evre değerlendirebiliyor musunuz?
Zannediyorum “Dünyanın En Güzel Arabistanı” şiirinden öncesi ile sonrası diye ikiye ayrılabiliyor Turgut Uyar şiirleri. Orada ne olmuş da birdenbire bu şiiri yazmış kendi dahil kimse bilmiyor. Öncesinde daha boynu bükük, daha Anadolulu, toprak insanı, asker olarak yaşadığı şeyler var şiirinde. Bir şey oluyor birdenbire ve son derece çağdaş şiirler yazmaya başlıyor. Yabancı dil de bilmiyor ki esinleniyor diyelim. Türkçede bunu keşfetmek o kadar zor ki! Herhalde içgüdüsel. Çünkü Tevrat’a falan benzeyen bir anlatım da var. Sonraları Sevim Burak’ta da görülüyor bu. Türk hikâyesini en çok etkileyen anlatımlardan birisi, Türk şiirinin İkinci Yeni’si. Ayrıca sonraları öykü de şiiri çok etkilemiştir. Orada büyük bir alışveriş var.
Son röportajlarından birinde kendi seçtikleri dışında hiçbir şiirinin yayımlanmasını istemediğini, el yazmalarını saklamadığını söylemiş Turgut Uyar. Oysa YKY’den çıkan kitapta ilk kez yayımlanan şiirler var.
Öyle yalnış ki. “Büyük Saat”tekiler sadece Turgut’un seçmediği şiirler. Daha önce yayımlandılar. Çift daktilo sayfasına yazmadığı, yani kopyası olmayan şiirlerin hepsini attım ben. Beğendiklerimi bile attım. Çünkü beni ilgilendirmiyor. Çift kopya görürsem atmayabilirim. Düşünürüm. Çünkü o bir yere verilmek üzere yazılmıştır. Öyle de pek bir şey çıkmadı ya! Var bir iki şiir ama bende onlar. Aramızda eğlenmek için yazdığımız şeyler, verir miyim hiç?
Siz “Büyük Saat”le ilgilendiniz mi?
İlgilenemezdim çünkü kitabın editörü hem benim hem Turgut’un çok sevdiği Bedirhan Toprak’tı. Hatta Bedirhan, “Ben Turgut Abi’nin seçtiklerini koymaktan yanayım ama Enis Batur yayımlanmış bütün şiirleri koy diyor,” dedi. Turgut seçmezdi aslında. Ya sıkılmıştır o şiirden, ya kitap daha kısa olsun diye çıkarmıştır, ya bir yerine takılmıştır da ondan… Yazdığına pişman olduğu için değil. Yani o şiirlerin olmaması bir şey eksiltmez ya da kazandırmaz.
Turgut Uyar’a Dair
Emine Gürbüz
düşLE “37. Sayı / Ekim 2004