Bu kentte öğüdünü dinleyebileceğim kimse yoksa, suç benim mi? İnsan bir parça zeki doğsa, doğuştan yabancıdır. Başka hiçbir şey düşünmüyorum, çünkü bu benim uzmanlık alanım: İnsanlık inanılmaz sayıda budala üretiyor. Bir insan ne denli budalaysa, o kadar üremek istiyor. Üstün yaratıklar en fazla bir çocuk çıkarıyorlar, senin gibi en iyileri de hiç çocuk yapmamaya karar veriyorlar. Bu bir yıkım! Ve ben, zamanımı insanın yabancılar arasında değil de kardeşleri arasında doğacağı bir dünyayı hayal etmekle geçiriyorum.”
Doğruydu, üçü de birden kendilerini terkedilmiş duyuyorlardı ve kendi yerleri olmayan bu odada daha fazla kalmak istemiyorlardı.
Skreta iskemlesinden kalktı. “Bayan Olga’yı odasına kadar geçireceğiz, sonra da dolaşacağız. Birbirimize söyleyecek çok şeyimiz var.”
Olga karşı çıktı: “Daha, gidip yatma isteğini duymuyorum.”
“Tersine, yatma zamanı geçti bile. Size doktor olarak bunu emrediyorum,” dedi Skreta, sertçe.
Richmond’dan çıktılar ve parka girdiler. Yolda, Olga alçak sesle Jakub’a şöyle deme fırsatını buldu: “Geceyi seninle geçirmek istiyorum…”
Ama Jakub omuz silkmekle yetindi, çünkü Skreta istediğini emir verircesine kabul ettiriyordu. Genç kadını Karl Marx Yurdu’na götürdüler. Dostunun önünde, Jakub her zaman yaptığı gibi onun saçlarını bile okşamadı. Doktorun eriğe benzer memeler karşısında duyduğu tiksinti onun da elini kolunu bağlıyordu. Olga’nın yüzünde düş kırıklığını okuyordu ve onu üzdüğüne can, sıkılmıştı.
“Eeee, ne dersin?” diye sordu Skreta, dostuyla parkın yolunda baş başa kaldığında “Bir babaya gerek duyduğumu söylediğimde beni işittin. Taş olsa bana acırdı. Ve o, Aziz Paul’den söz etmeye koyuldu. Gerçekten anlama yeteneğinden yoksun mu? İki yıldır yetim olduğumu ona anlatıyorum, iki yıldır Amerikan pasaportunun sağlayacağı yararları övüyorum. Söz arasında, çeşitli evlat edinme durumlarıyla ilgili bin bir imada bulundum. Hesaplarıma göre, bu imaların ona çoktan beni evlat edinme fikrini vermesi gerekirdi.”
“Çok kendine dönük,” dedi Jakub.
“Öyle,” diye onayladı Skreta.
“Ağır hastaysa, bu şaşırtıcı değil,” dedi Jakub. “Gerçekten söylediğin kadar kötü durumda mı?”
“Daha da kötü,” dedi Skreta. “Altı ay önce yeni ve çok ağır bir enfarktüs geçirdi, o günden beri de uzun bir yolculuğa çıması yasak ve burada bir tutuklu gibi yaşıyor. Yaşamı bir pamuk ipliğine bağlı. Bunu da biliyor.”
“Görüyorsun,” dedi Jakub, bir an düşündükten sonra, “ima yönteminin kötü olduğunu çoktan anlaman gerekirdi, çünkü senin imaların onu hep kendine döndürüyor. İsteğini dolambaçlı yollara sapmadan ona sunmalısın. Kuşkusuz yerine getirecektir, çünkü insanları sevindirmeyi seviyor. Bu kendi kendisi hakkındaki fikrine uyuyor. Benzerlerini sevindirmek istiyor.”
“Sen bir dâhisin!” diye bağırdı Skreta ve durdu. “Kolomb’un yumurtası kadar basit bu ve tam tamına böyle! Ve ben, koca budala, bunu çözmeyi bilemediğim için yaşamımın iki yılını yitirdim! Yaşamımın iki yılını gereksiz dolambaçlı yollara sapmakla geçirdim! Bu da senin yüzünden, çünkü bana çok önce öğüt vermeliydin.”
“Ya sen! Bana soruyu çoktan sorman gerekirdi!”
“İki yıldır beni görmeye gelmedin!”
İki dost karanlığın kapladığı parkta yürüyorlar ve başlayan sonbaharın serin havasını içlerine çekiyorlardı.
“Şimdi baba olmasını sağladığıma göre, belki de oğlu olmayı hakediyorumdur,” dedi Skreta.
Jakub onayladı.
“İşin kötüsü,” diye Skreta konuşmasını sürdürdü, uzun bir sessizliğin ardından, “insan birtakım budalalarla çevrili.
Bu kentte öğüdünü dinleyebileceğim kimse yoksa, suç benim mi? İnsan bir parça zeki doğsa, doğuştan yabancıdır. Başka hiçbir şey düşünmüyorum, çünkü bu benim uzmanlık alanım: İnsanlık inanılmaz sayıda budala üretiyor. Bir insan ne denli budalaysa, o kadar üremek istiyor. Üstün yaratıklar en fazla bir çocuk çıkarıyorlar, senin gibi en iyileri de hiç çocuk yapmamaya karar veriyorlar. Bu bir yıkım! Ve ben, zamanımı insanın yabancılar arasında değil de kardeşleri arasında doğacağı bir dünyayı hayal etmekle geçiriyorum.”
Jakub, Skreta’nın sözlerini dinliyor ve pek ilginç bir şey bulamıyordu bu sözlerde. Skreta konuşmasını sürdürüyordu:
“Bir cümlenin söz konusu olduğunu sanma. Ben siyaset adam, değilim, ama bir hekimim ve kardeş sözcüğünün benim için belirli bir anlamı vardır. En az bir anadan ya da bir babadan doğanlar kardeştirler. Hazreti Süleyman’ın tüm oğulları, yüz değişik anadan dünyaya geldikleri halde kardeştiler. Bu inanılmaz bir şey olmalıydı! Ne dersin?”
Garson, kirli tabakları ve boş şişeleri arabanın üzerine yerleştirdi, odadan çıktığında Olga sordu:
“O kız çocuğu kimdi?”
“Şimdiye kadar hiç görmedim,” dedi Skreta.
“Gerçekten küçük bir meleğe benziyordu,” dedi Jakub.
“Ona metresler bulan bir melek mi?” diye sordu Olga.
“Evet,” dedi Jakub. “Pezevenk ve aracı bir melek. Onun koruyucu meleğini böyle düşünüyorum.”
“Bir melek olup olmadığını bilmiyorum,” dedi Skreta, “ama işin garip yanı, burada aşağı yukarı herkesi tanıdığım halde şimdiye dek bu küçük kızı hiç görmemiş olmam.”
“Bu durumda bir tek açıklama bulabilirim,” dedi Jakub. “Kız bu dünyadan değildi.”
“İster melek olsun, ister bir oda hizmetçisinin kızı, bir tek şey için size güvence verebilirim,” dedi Olga, “Bertlef bir kadınla buluşmaya gitmedi! Bu adam korkunç kendini beğenmiş ve övünmekten başka şey yapmıyor.”
“Onu sevimli buluyorum,” dedi Jakub.
“Olabilir,” dedi Olga, “ama yeryüzündeki en kendini beğenmiş adam olduğunu düşünmekte diretiyorum. Bahse girerim ki gelişimizden bir saat önce bu küçük kıza bir avuç elli sent verdi ve anlaştıkları saatte elinde bir çiçekle odaya gelmesini istedi. Dinsel inancı olanlar mucizelerin sahneye konuluşunu anlamada keskin sezgiye sahiptirler.”
“Haklı olmanızı yürekten dilerim,” dedi Doktor Skreta. “Gerçekten de, Bay Bertlef ağır hasta ve bir aşk gecesi onu büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bırakır.”
“Haklı olduğumu görüyorsunuz. Kadınlarla ilgili tüm becerileri farfaralık.”
“Sevgili küçük hanım,” dedi Doktor Skreta. “Ben onun hekimi ve dostuyum, yine de bundan çok emin değilim. Bu soruyu kendi kendime soruyorum.”
“Gerçekten de o kadar hasta mı?” diye sordu Jakub.
“Neden bir yıldır burada oturduğunu ve aşırı düşkün olduğu genç karısının onu yalnızca görmeye geldiğini sanıyorsun?”
“Burası birdenbire onsuz çok kasvetli,” dedi Jakub.
“Şimdi baba olmasını sağladığıma göre, belki de oğlu olmayı hakediyorumdur,” dedi Skreta.
Jakub onayladı.
“İşin kötüsü,” diye Skreta konuşmasını sürdürdü, uzun bir sessizliğin ardından, “insan birtakım budalalarla çevrili.
Bu kentte öğüdünü dinleyebileceğim kimse yoksa, suç benim mi? İnsan bir parça zeki doğsa, doğuştan yabanadır. Başka hiçbir şey düşünmüyorum, çünkü bu benim uzmanlık alanım: İnsanlık inanılmaz sayıda budala üretiyor. Bir insan ne denli budalaysa, o kadar üremek istiyor. Üstün yaratıklar en fazla bir çocuk çıkarıyorlar, senin gibi en iyileri de hiç çocuk yapmamaya karar veriyorlar. Bu bir yıkım! Ve ben, zamanımı insanın yabancılar arasında değil de kardeşleri arasında doğacağı bir dünyayı hayal etmekle geçiriyorum.”
Jakub, Skreta’nın sözlerini dinliyor ve pek ilginç bir şey bulamıyordu bu sözlerde. Skreta konuşmasını sürdürüyordu:
“Bir cümlenin söz konusu olduğunu sanma. Ben siyaset adam, değilim, ama bir hekimim ve kardeş sözcüğünün benim için belirli bir anlamı vardır. En az bir anadan ya da bir babadan doğanlar kardeştirler. Hazreti Süleyman’ın tüm oğulları, yüz değişik anadan dünyaya geldikleri halde kardeştiler. Bu inanılmaz bir şey olmalıydı! Ne dersin?”
Jakub, serin havayı içine çekiyor ve diyecek hiçbir şey bulamıyordu.
“Tabii,” diye sürdürdü konuşmasını Skreta, “gelecek kuşakların iyiliği için insanlar, çiftleşmeye zorlamak çok güçtür. Ama söz konusu olan bu değil. Yüzyılımızda, yine de akılcı yoldan çocuk yapma sorununu çözmenin başka çareleri olmalıdır. Aşkla üremeyi sonsuza dek birbirine karıştıramayız.”
Jakub bu görüşü onayladı.
“Ancak, seni ilgilendiren tek şey aşk, üremekten kurtarmak,” dedi Skreta. “Benim yönümden, daha çok üremeyi aşktan kurtarmak söz konusu. Sana tasarımı öğretmek istiyordum. Deney tüpündeki benim tohumum.”
Bu kez, Jakub’un dikkati ayaktaydı.
“Ne dersin?”
“Bence bu harika bir fikir.”
“Olağanüstü!” dedi Skreta. “Bu yolla oldukça kadını kısırlıktan kurtardım. Unutma ki pek çok kadın çocuk sahibi olamıyorsa, sadece kocaları kısır olduğu içindir. Ülkede yığınla hastam var ve dört yıldır, kentteki dispanserde kadın-doğum hastalıklarıyla ilgili muayeneleri ben yaparım. Bir enjektörü deney tüpüne yaklaştırmak ve sonra incelenen kadına üretken sıvıyı aktarmak çocuk oyuncağıdır.”
“Kaç çocuğun var?”
“Bu işi yıllardan beri yapıyorum, ama hesabını el yordamıyla tutmaktayım. Her zaman babalığımdan emin olamam, çünkü hastalarım, deyim yerindeyse, beni kocalarıyla aldatırlar. Ayrıca evlerine dönerler ve tedavinin başarılı olup olmadığını hiç öğrenemediğim de olur. Buradaki hastalarla durum çok daha açık seçiktir.”
Skreta sustu, Jakub tatlı bir hülyaya kendini bırakmaktaydı. Skreta’nın tasarısı çok hoşuna gidiyordu ve duygulanmıştı; çünkü onda eski dostunu ve iflah olmaz hayal tutkununu yeniden görüyordu: “Bunca kadından çocuk yapmak çok çok iyi bir şey olmalı,” dedi.
“Üstelik hepsi de kardeş,” diye ekledi Skreta.
Yürüyorlar, hoş kokulu havayı içlerine çekiyorlar ve susuyorlardı.
Skreta yeniden söze girdi: “Biliyor musun, burada hoşumuza gitmeyen çok şey olsa da bu ülkeden sorumlu olduğumuzu sık sık düşünüyorum. Özgürce yabancı ülkelere yolculuk edememek kafamı bozuyor, ama asla ülkeme kara çalamam. Önce kendi kendime kara çalmam gerekir. Bu ülkenin daha iyi olması için hangimiz herhangi bir şey yaptı? Hangimiz buranın yaşanabilir olması için herhangi bir şey yaptı? İnsanın kendini evinde hissedeceği bir ülke olması için? Sadece, evinde hissedeceği?” Skreta sesini alçalttı ve sevecenlikle konuşmaya koyuldu: “İnsanın kendini evinde hissetmesi, yakınları arasında hissetmesi demektir. Gideceğini söylemenden, seni tasarıma katılmaya inandırmam gerektiğini düşündüm. Senin için bir deney tüpü. Yabancı bir ülkede olacaksın ve burada çocukların dünyaya gelecek. On ya da yirmi yıl sonra da buranın ne eşsiz bir ülke olacağını göreceksin!”
Gökyüzünde yusyuvarlak bir ay vardı (romanımızın son gecesine dek de kalacak, bu nedenle onu romansal ay diye niteleyebiliriz) ve doktor Skreta Jakub’u Richmond’a kadar götürdü: “Yarın gitmemelisin,” dedi.
“Gitmem gerekli. Beni bekliyorlar,” dedi Jakub, ama kanacağını biliyordu.
“Bunun hiçbir anlamı yok,” dedi Skreta, “tasarımın hoşuna gitmesine sevindim. Yarın bunu ayrıntılarıyla inceleyeceğiz.”
Jakub, serin havayı içine çekiyor ve diyecek hiçbir şey bulamıyordu.
“Tabii,” diye sürdürdü konuşmasını Skreta, “gelecek kuşakların iyiliği için insanlar, çiftleşmeye zorlamak çok güçtür. Ama söz konusu olan bu değil. Yüzyılımızda, yine de akılcı yoldan çocuk yapma sorununu çözmenin başka çareleri olmalıdır. Aşkla üremeyi sonsuza dek birbirine karıştıramayız.”
Jakub bu görüşü onayladı.
“Ancak, seni ilgilendiren tek şey aşk, üremekten kurtarmak,” dedi Skreta. “Benim yönümden, daha çok üremeyi aşktan kurtarmak söz konusu. Sana tasarımı öğretmek istiyordum. Deney tüpündeki benim tohumum.”
Bu kez, Jakub’un dikkati ayaktaydı.
“Ne dersin?”
“Bence bu harika bir fikir.”
“Olağanüstü!” dedi Skreta. “Bu yolla oldukça kadını kısırlıktan kurtardım. Unutma ki pek çok kadın çocuk sahibi olamıyorsa, sadece kocaları kısır olduğu içindir. Ülkede yığınla hastam var ve dört yıldır, kentteki dispanserde kadın-doğum hastalıklarıyla ilgili muayeneleri ben yaparım. Bir enjektörü deney tüpüne yaklaştırmak ve sonra incelenen kadına üretken sıvıyı aktarmak çocuk oyuncağıdır.”
“Kaç çocuğun var?”
“Bu işi yıllardan beri yapıyorum, ama hesabını el yordamıyla tutmaktayım. Her zaman
Milan Kundera
Kaynak: Ayrılık Valsi