Amerika Birleşik Devletleri’nde Din: Kızılderili topraklarının işgali – Paul N. Siegel

New England’a yerleşen Püritenler, tanrının sözleşme yaptığı seçilmiş insanlar olduklarından emindiler. Tanrının adını yüceltmek için Amerika’da bir “Yeni İsrail” kuracaklar ve tanrı da onlara bu kutsal görevde yardım edecekti.

Taşıdıkları inanç onlara Yeni Dünya’da bir medeniyet inşa etmeleri için gerekli gücü sağladı. Bu inanç onlara aynı zamanda, Yehova’nın emri üzerine Kenan diyarı sakinlerini katleden İsrailliler gibi, Yeni Dünya’nın yerlilerini öldürme hakkına sahip olduklarını da söylüyordu. Bu adalet algısı, bir papazın karısı olan ve Kızılderililerce kaçırılan Mary Rowlandson’un çarpıcı öyküsünde görülebilir. “Onun tutsaklık dönemi hakkındaki öyküsü, şeytani insanlar arasında bulunduğuna dair yaygın kanaatin verdiği korkudan azade, Kızılderililerin ona karşı takındığı nazik tavırlara dair detaylar içerir.”
Püritenler Kızılderililerle kürk ticareti yapmaya başladılar; ancak bu ticaret neticesinde kunduz nüfusunun tükenmeye başlamasıyla birlikte, tarım amacıyla Kızılderili av sahalarının işgal edilmesi Püriten-Kızılderili ilişkilerinde belirleyici yeni faktör oldu. Kunduz nüfusunun tükenmeye yüz tutması, Kızılderili nüfusunun yok olma sınırına gelmesinin başlangıcıydı. Massachusetts valisi John Winthrop, Kızılderililerde toprak mülkiyetinin ortak olmasına dayanarak, bu toprakların işgalinin tanrının özel mülkiyeti ihlal etmeyi yasaklayan buyruklarıyla çelişmeyeceğini öne sürdü. Roger Williams, yalnızca kilise ve devletin ayrılması gerektiğini savunduğu için değil, aynı zamanda “yerlilerin bu toprakların gerçek sahipleri olduklarını” savunduğu için de Massachusetts’ten sürüldü.262 Kızılderililer, sömürgecilerin kendi topraklarında kurdukları en zayıf yerleşimlere karşı düzensiz saldırılar düzenlemeye başlayınca, sömürgeciler buna soykırımla karşılık verdi.

1643 yılında Pequot kabilesine karşı yürütülen savaş, New England sömürgecilerinin seksen yıl boyunca sürdürecekleri savaşın genel tarzını belirledi. Bu tarz diğer kolonilerce de benimsendi ve on dokuzuncu yüzyıl boyunca sürdürüldü. Düşmanın soyunu kurutma gibi bir anlayışla düşünmekten uzak Pequotların aksine Püritenler, Eski Ahit’teki İsrail savaşlarına öykünerek tanrının buyruğunu yerine getirdiklerine inanıyorlardı. Pequotların bir köyüne sürpriz bir baskın gerçekleştirdiklerinde,
Underhill’e [iki Püriten askeri önderinden biri] göre Pequotlar, “acılı yakarışlara boğuldular; eğer Tanrı askerlerin kalplerini O’na hizmet aşkıyla doldurmamış olsaydı, kendilerini onlara merhamet duyarken bulabilirlerdi.” Ancak Tanrı Püritenlerin kalplerini çelik gibi yapmıştı. … Dört yüzden fazla erkek, kadın ve çocuk öldürüldü. Tüm kabile yok edildi.

Püritenlerin gaddar kibri, bir on dokuzuncu yüzyıl atasözünde yankı bulmuştu: “En iyi Kızılderili, ölü Kızılderili’dir.”

Sekülerleşmiş Püritenlik ve “aşikâr alınyazısı”
İngiltere burjuvazisinin kahramanlık çağında Calvincilikte yapılan değişiklikler, New England’da da vuku buldu –üstelik burada daha bütüncül olarak. Edward Dowden, Anglikan ve Püriten adlı eserinde İngiliz burjuvazisinin dinsel ve devrimci tutkuların zirvelerinden aşağıya düşüşünü şu şekilde tarif etti:
Her iki dünyayı da kazanmak, sağduyunun bir parçasıydı ve bu ikisi için de ayaklarımızı üzerine bastığımız dünya, en azından bize daha yakındı ve ona hükmetmesi daha kolaydı. Şüphesiz takdiriilahiye boyun eğmek gerekiyordu; ancak kişinin bu ilahi takdiri kendi çabalarıyla desteklemesi de fazlasıyla arzu edilir bir şeydi.

De Tocqueville de Democracy in America (1835) adlı eserinde bu konuya şöyle değindi:
Amerikan vaizleri ısrarla dünyaya referans veriyorlar ve ilgilerini ondan ayırmaları ancak zorlu çabalarla gerçekleşebiliyor. … Onların konuşmalarına bakarak, dinin konusunun öbür dünya saadeti mi yoksa bu dünya refahı mı olduğunu ayırt etmek genelde çok güç.

New England ticaret burjuvazisinin Calvinciliğe bağlılığı, bu sınıfın yerleşiklik kazanmış müreffeh bir sınıfa dönüşmesiyle azalma gösterdi. Artık tanrı korku salan bir hükmedici, yerine getirilmesi imkânsız ödevler veren sert ve tavizsiz bir baba figüründen ziyade, kendi kendine yardım edenlere el uzatacağı umulan, mesafeli ve müşfik bir varlıktı. Amerikalıların seçilmiş kişiler olduğu kabulüne dayanan Calvinci kibir devam ederken, ruhun kurtuluşunu her şeyin önüne koymayı bir yana bırakan bu sekülerleşmiş Püritenlik, Avrupa’dan Amerika’ya gelmiş ya da doğrudan Amerika’da ortaya çıkmış sayısız Protestan mezhebine damgasını vurdu.
İnsanların kozmik amacının kıtayı fethetmek olduğu düşünülüyordu. Bu, Amerika’nın “aşikâr alınyazısı”ydı. Birleşik Devletler 1849 yılında Kaliforniya’yı Meksika’nın elinden aldığında, bir kilise gazetesi olan The Home Missionary şunları yazdı:
Tanrı bu sahilleri Hacıların soyundan gelen bir halk için saklıyordu. … İspanyollar oraya bizim atalarımızın Plymouth’a çıkmasından yüz yıl önce vardılar; ama gözlerine perde indiğinden aradıkları hazineyi bulamadılar. Ancak zamanı gelince, yani Protestan bir halk bu kıtaya ayak bastıktan ve gerekli gücü kendinde bulacak kadar talim yaptıktan sonra, Tanrı Batı Sahilleri’ni onların mülküne kattı.

Böylece gerekli talimleri yaptıktan sonra –şüphesiz Kızılderililerle savaşarak yapılmış talimlerdir bunlar– Amerikalılar, İspanyolların bulamadığı Kaliforniya altınlarını bularak tanrının gayesini gerçekleştirdiler. Tanrı, kendi kendine yardım edenlerin yanındaydı.
Amerikalıların tanrının seçilmiş kulları olduklarına dair inanç bugün dahi dile getirilmektedir. Örneğin Ronald Reagan şöyle söylemiştir: “Bu toprakların iki büyük okyanusun arasına yerleştirilmesinin ilahi bir planın sonucu olduğuna her zaman inanmışımdır. Buraya, özel bir grup insan tarafından bulunması için konulmuştur.”269 Görünen o ki, bu özel insanlar –ya da haksız yere onlar adına konuşan egemen sınıflar– tıpkı Püritenlerin Kızılderililere yaptıkları gibi, diğer ulusları hor görme hakkına sahipler.

Paul N. Siegel
Dünya Dinleri ve İktidar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz