Laiklik ilkesi, Türkiye’de din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak yürürlüğe girmedi. Diyanet, Sünni-Hanefi mezhebinin dini pratiklerinin Türkleştirilip/yerlileştirilip, devletin fiili resmi dini olarak uygulanmasını sağlayacak kurum olarak kuruldu. Bugün AKP iktidarının, geçmişte başka muhafazakar iktidarların veya 12 Eylül askeri cunta yönetiminin dini iktidar aracı olarak kullanmasını mümkün ve yasal kılan, 1924’de başlatılan bu uygulamadır. Din derslerinin, başka bir kılıf altında, ilk ve orta eğitimde zorunlu kılınması nihai adımını atan gücün askeri cunta yönetimi olması da bir rastlantı değildi. Dün olduğu gibi, bugün de Türkiye’de otoriter Cumhuriyet gelenek, kurum ve uygulamalarının meşruiyetlerini demokratik, özgürlükçü ilke ve kurumlara bırakmasının olmazsa olmaz adımlarından biri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunun değiştirilmesidir.
Özgürlükçü laikliğin sesi yükseliyor
Türkiye’de otoriter laiklik sisteminin üç saçayağı vardır. Bunlar, hilafetin lağvedildiğinin ilan edildiği 3 Mart 1924’de yayımlanan üç kanunla kurulmuş kurumlardır: Diyanet İşleri Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Tevhid-i Tedrisat (Eğitimin Birliği) kanunu çerçevesinde yetkilendirilen Milli Eğitim Bakanlığı.
Ne kuş ne deve
Birer bakanlık olarak faaliyet gösteren Şeriye ve Evkaf Vekaleti ile Erkanı Harbiye Vekaleti’nin birlikte lağvedilip, aynı gün Diyanet ve Genelkurmay’ın birer “başkanlık” olarak bunların yerini alması bir Meclis gündemi rastlantısı değildi. Bu iki başkanlık, yeni rejimin dini devletin denetimine almak ve aynı zamanda bir milli devlet dinini hakim kılmak politikasının ikiz kurumlarıdır. Bu kurucu politikayı tamamlayan üçüncü kurum, dini eğitim dahil, bütün eğitim sistemini tek elde toplama kararıdır. Bu ise, ister istemez devlete dini eğitim verme yükümlülüğünü de getirir. Ortaya ne kuş ne deve, bizdeki laiklik çıkar.
Yasallığının sebebi
Laiklik ilkesi, Türkiye’de din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak yürürlüğe girmedi. Diyanet, Sünni-Hanefi mezhebinin dini pratiklerinin Türkleştirilip/yerlileştirilip, devletin fiili resmi dini olarak uygulanmasını sağlayacak kurum olarak kuruldu. Bugün AKP iktidarının, geçmişte başka muhafazakar iktidarların veya 12 Eylül askeri cunta yönetiminin dini iktidar aracı olarak kullanmasını mümkün ve yasal kılan, 1924’de başlatılan bu uygulamadır.
Din derslerinin, başka bir kılıf altında, ilk ve orta eğitimde zorunlu kılınması nihai adımını atan gücün askeri cunta yönetimi olması da bir rastlantı değildi. Dün olduğu gibi, bugün de Türkiye’de otoriter Cumhuriyet gelenek, kurum ve uygulamalarının meşruiyetlerini demokratik, özgürlükçü ilke ve kurumlara bırakmasının olmazsa olmaz adımlarından biri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunun değiştirilmesidir. Bugün bu değişim ihtiyacını AKP iktidarının uygulamaları sadece daha fazla gerekli kılıyor.
HDP tabuya dokundu
Halkların Demokratik Partisi, 2015 seçim bildirgesinde “Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılarak, devletin din ve inanç alanından elini çekmesi sağlanacaktır” önerisini dile getirirken, bugüne kadar Türk siyasal yaşamının en önemli tabu konularından birine dokunmaya cesaret ediyor. 1990’ların ikinci yarısında Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin gündeme getirdiği özgürlükçü laiklik önerisini benimseyerek, bu kez AKP’nin ve onun fiili başkanı olmaya devam eden Cumhurbaşkanı’nın elinde Kur’an seçim meydanlarına fırlamasına yol açıyor. Üstelik her şeyi yanlış anlatıyor. Çünkü HDP her insanın anlayabileceği şekilde, dini kaldırıyoruz demedi, Diyanet’i kaldırıyoruz dedi. Diyanet’i kaldırmak, onun bugünkü resmi konumuna son vermek demek. Diyanet’in kendi kaynaklarıyla, örneğin devletin el koyduğu dini vakıfların gelirleri ve dindarların hibeleriyle hizmet vermeye devam etmesini öneriyor özgürlükçü laiklik.
Özgürlükçü laiklik
Mecliste 50-60 kişilik bir grup kurma ihtimali olan bir partinin artık bu öneriyi dile getiriyor olması, hiç küçümsenilmemesi gereken bir gelişme. HDP, toplumun çoğul beraberliğini hedefleyen özgürlükçü laiklik anlayışı çerçevesinde bütün inanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğünü engelsiz yaşayabileyeceği bir kurumsal yapı öneriyor. Bunu, doğal olarak, zorunlu din dersinin kaldırılması ve isteğe bağlı, seçimlik din derslerinin yer alması önerisi tamamlıyor.
HDP’nin bugün seçim bildirgesinde dile getirdiği özgürlükçü laiklik ilkelerini Birikim dergisinde 1990’da yayımlanan “Kemalist ‘laiklik’ mi, çoğul toplum laikliği mi” başlıklı yazıda ele almıştık. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve din eğitiminin kamu bütçesi dışına çıkarılmasının otoriter Cumhuriyet’in demokratik Cumhuriyet’e dönüşmesi yolunda en önemli adımlardan biri olacağını savunmuştuk. Bunun sadece simgesel bir anlamı olmadığını, aynı zamanda kamu harcamaları açısından yaratacağı yeni fırsatları bugün yeniden hatırlatabiliriz.
Diyanet’in harcamaları
Diyanet İşleri Başkanlığı, genel bütçeli kamu kurumları içinde, personel harcamaları itibarıyla 2015 yılında beşinci sırada gelen devasa bir teşkilat. İçinde bulunduğumuz yıl, faiz ödemeleri dahil 418 milyar lira olması öngörülen genel bütçe harcamaları içinde Diyanet’e ayrılan pay, 5.7 milyar. Ama sadece personel harcamalarını ele alınca, Diyanet’in yeri daha belirginleşir. 121 milyar liralık personel harcamaları içinde Diyanet’in payı 5,4 milyar lira. Devletin eğitim, askeriye, polis ve sağlık personelinden sonra beşinci sırada Diyanet personelinin gelmesi, 1924’de uygulanmasına başlanan sistem açısından tutarlı. Üstelik bu sıralamada, MEB bünyesinde yer alan Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’nün personel harcamaları Diyanet’e dahil edilmedi.
“Türk-İslam aile geleneği”ni koruma ve kollama teşkilatı
2003’te Diyanet’in kadrolu personel sayısı 74.104’dü. 2013’de bu sayı 121.845 oldu. 2003’de Türkiye nüfusu 66 milyon kişiydi. 2013’de 74 milyon oldu. On yıl içinde nüfus yüzde 12 artarken, Diyanet’in kadrolu personeli yüzde 63 arttı. Din eğitimi personelindeki artış oranı bundan daha düşük değil. Son yıllarda bir yandan ilk ve orta eğitimde hem imam-hatip hem seçmeli din dersi olarak din eğitimi artarken, Diyanet personeline de halkın (yani Sünni milletinin) din hizmetlerini ücretsiz yerine getirme görevinin yanında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile işbirliği içinde aile danışmanlığı görevi verildi. Bunun anlamı Diyanet’in cami ve Kur’an kursunun ötesinde “Türk-İslam aile geleneği”ni koruma ve kollama teşkilatı olarak da, MEB’in yanında aktif destek gücü olarak çalışması demek. Bu sadece toplumun tepeden dindarlaştırılması değil, aynı zamanda çoğunluğun inancının, din ve mezhebinin toplumun geri kalanına dayatılması anlamına geliyor. Otoriter zihniyetin ürünü bu “laiklik” ilkesi bir değil, iki açıdan laikliği ihlal ediyor. Demokrasinin güçlendirilmesi yönünde değil, tam tersi yönde çalışıyor.
Elzem adımlar
Bütün bunlar dikkate alındığında, HDP’nin özgürlükçü laiklik önerisinin ne denli önemli bir demokratik dönüşüm önerisi olduğu daha açık biçimde ortaya çıkıyor. Bunu hayata geçirmek kolay olmayacaktır elbette. Yegane yolu Diyanet’in lağvedilmesi olmayabilir. Ama her durumda Diyanet’in devletin kurumsal yapısı içindeki ağırlıklı konumunun gözden geçirilmesi, elinde tuttuğu dini hizmet tekelinin kaldırılması, tedrici olarak devlet ve kamu kaynakları dışına çıkarılması, özgürlük ve eşitlik arayışlarının birbirini tamamladığı bir demokratik siyasal yapı için elzem adımlardır.
Başka önerisi olan?
Özgürlükçü laikliği bugün, belki bazı muhafazakar Kürt seçmenlerin oyunu almama pahasına HDP öneriyor. Dindar bir nesil yetiştirme projesini açıkça dile getiren Tayyip Erdoğan ve çevresinin başını çektiği muhafazakar otoritarizmin daha da pekişmesine karşı Türkiye toplumunun bütününü ve demokratik geleceğini bundan daha fazla ilgilendiren başka hangi öneri var?
Ahmet İnsel
Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
“Özgürlükçü laikliğin sesi yükseliyor” başlıklı yazısı. [yuzdeon.org]