AHMET ALTAN: ANLAŞMA BÖYLE, ACI YOKSA MUTLULUK YOK!

Durgun bir suyun üstünde, bir zaman sonra iyice ıslanıp batmak üzere gezinen küçük kâğıttan gemiler gibi, suyun derinliklerinde olanlardan hiç konuşmadan yalnızca üstünde gördüklerimizden, saman çöplerinden, dal parçalarından, kurumuş yapraklardan, arada bir görünen nilüferlerden, rüzgârla eğilen kamışlardan, yosunlardan söz ederek geçiyoruz hayatın içinden, gerçekler ise daha derinlerde saklı, tarif edemediklerimiz, anlatamadıklarımız, anlayamadıklarımız, ancak battıktan sonra görebileceğimiz o derinliklerde duruyor.

Mutluluğun tarifini yapamıyoruz, acının tarifini, sevincin tarifini, kederin, sevginin, kıskanmanın, özlemenin, kaybetmenin, istemenin tarifini yapamıyoruz, konuşmuyoruz bile bunlardan, her bir damlası diğerine benzeyen durgun bir suyun üstünde hep aynı yeknesaklıkla, hep aynı konularla kımıldanıyoruz.

Derinlikler bizim dalıp bir şeyler çıkartacağımız değil, ancak batıp da kaybolacağımız bir yer.

Söylememeniz halinde hiçbir şey kaybetmeyeceğimiz cümleler söylüyoruz, bir gün tamamen sussak ve bir daha hiç konuşmasak, hayattan hiçbir şey eksilmeyecek, hayata konuşmalarımızla hiçbir şey eklemiyoruz çünkü.

Seyredenleri derinden sarsan Shadowlands isimli film, dokuz yaşında annesini kaybettikten sonra bir daha birini kaybederim korkusuna farkına varmadan kapılarak insanlarla hemen hemen bütün duygusal ilişkilerini kesen bir yazarın, sevdiği kadın ancak ölümün kapısına gelince ona sevdiğini söyleyebildiğini anlatıyordu.

Onca yıl birilerini sevmekten korktuktan sonra, öleceğini bile bile bütün sevgisini o kadına açan yazar, sevgilisini kaybettikten sonra kendi hayatını yaptığı iki seçimle özetliyordu: “tanrı ona iki kez seçme hakkı verdi, çocuk güveni seçti, erkek acıyı.”

Aslında bütün film hayatın şu garip denklemini anlatıyordu, acıdan kaçıyorsan mutlu olamazsın, mutlu oluyorsan acı çekeceksin.

Âşık olduğu halde bu sevgisini bir türlü sevdiği kadına söylemeyen yazar bir gün, “babam öldü” diyen genç bir öğrencisine soruyordu, “onu seviyor muydun”,

“evet” diyordu öğrenci, “o, bunu biliyor muydu”, “herhalde”, diyordu öğrenci, “insan sevdiğini söylemeli” diyordu yazar, “bazen buna fırsat kalmayabilir.”

Durgun bir suda yüzen kâğıttan kayıklar gibi yalnızca suyun üstünde yüzenlerden konuşuyoruz, derinliklerde olanlardan, duygulardan konuşmuyoruz, konuşmak bize gerçek bir mutluluğu, mutluluk ise gerçek acıyı getirir diye korkuyoruz, bu korkunç ilişki bizi köksüz ve manasız konuşmalara mahkûm ediyor, derinde olan, sahici olan söylenmiyor, yalnızca suyun üstünde yüzenler, kuru yapraklar, rüzgârla eğilen kamışlar, bazen bir nilüfer, yosun parçaları.

Filmdeki yazar, “tanrı bizi birer heykel gibi yontuyor” diyor, “bizi biraz daha güzelleştirmek ve inceltmek için vurduğu çekiç darbeleridir acı.”

Her darbeyle çizgilerimiz biraz daha belirginleşip inceliyor ve içimiz her darbeyle biraz daha sancıyıp sarsılıyor, bir kaya parçasıyla bir heykeli birbirinden ayıran da o darbelerle çekilen acılar zaten ve tanrı heykelini yontarken çekicini hep bir mutluluğun arkasından indiriyor, daha keskin olsun ve daha iyi yontsun diye.

Karısının ölümüne yakın bir gün bir kır gezintisinde, yeşilliklerin ortasındaki bir sundurmanın altına sığınıyorlar, “mutluyum” diyor yazar, “şu ânın olduğu gibi kalmasını ve hiç değişmemesini isterdim”, karısı ise, “ölümümden konuşmalıyız” diyor, “şimdi değil, şu anı bozma” diyor yazar, “hayır şimdi konuşmalıyız, ben öldüğümde çekeceğin acı şu anda hissettiğin mutluluğun parçası, o acı yoksa bu mutluluk yok, anlaşma böyle.”

Anlaşma böyle, acı yoksa mutluluk yok.

Mutluluk varsa acı var.

Biz durgun bir suyun üstünde gezinen kâğıttan gemiler gibi derinlere hiç bakmadan yaşayıp gidiyoruz, sadece suyun üstündekilerden konuşuyoruz, sıkıcı olmayı ve sıkılmayı kabul ediyoruz, kendimizi mutluluktan ve acıdan sakınmak için.

Ve yazar diyor ki, “tanrı ona iki kez seçme hakkını verdi, çocuk güveni seçti, erkek acıyı.”

Acıyı seçen erkek ancak o zaman mutluluğu buldu.

Tanrı bazen ikinci kez seçme hakkını vermez, güveni seçen çocuk, kâğıttan bir kayık gibi sadece suyun üstündekilerden konuşarak güvende dolaşır ve derinliklerde ne olduğunu hiç bilemeden ıslanıp batar bir gün.

Ahmet Altan
Karanlıkta Sabah Kuşları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz