AHMED ARİF: ÖNEMLİ OLAN NE OLDUĞUN VE OLUŞU İÇİNDE NERELERE KADAR VARABİLECEĞİNİ KESTİREBİLMEKTİ

1

Leylâ, Canım,

Bir zalimlik, kalleşçe ve gizli bir oyun oynanıyor: İkimizi, sahiden, küçültmek için. Bunu, cellât ya da işkence uzmanı yapar. Adı insana çıkan kimse yapamaz. Nevzat’a yazdığım iki mektubu alıp okumak, senin için güç olmasa gerek. Onu gören, konuşan iki dostun da bu küçük zahmeti başarabilirler. Nevzat, öyle bir şey söylememiştir. Beni korumak veya seni küçültmek içgüdüsüne kapılsa bile bunu yapmaz! Asıl, o mektubu okuduktan sonra sana nasıl inandığımı, nasıl yıkılamaz bir dostluk kurduğumuza güvendiğimi anlayacaktın. (Bende öyle sıcak ve insan bir mektubu var ki, bunu yazan biri asla hakaret edemez), (Hem şayet ona âşık isem, bu sadece ikimizi ilgilendirir), (Durum dediğin gibiyse, kazanılmış bir cevheri kaybettim demektir, bunun da sorumlusu ben sen vs.) gibi cümlelerden başka seninle ilgili ve hele seni küçültecek ya da kendini savunmada, gadre uğramış, tahrik edilmiş olarak gösterecek tek kelime yoktur. Dediğim gibi, al oku. Aksi halde sana haber ulaştıran, laf taşıyanları, istersen anlamağa çalış. O, seni harcamadığını söylediğin erkekse sana bir türlü, başkasına bir başka türlü kanısını ifade ediyor… Yeryüzünde hiçbir şahıs ve hiçbir değer’den, kuvvet’ten, seni veya başka birini sevdiğimden ötürü, ne korkarım ne de özür dilerim. “Puştça” dediğim “şey” de bu nevi bencil, karanlık ve kıskanç davranışlardır. Hayret! Hiç farkına varamadın mı? Bende şematizm, sekterlik, kabiliyetsizliğini şöhretli prensip perhizleriyle örtbas etmek gibi, bir alay “iyi insan”da bulunan budalalıklardan eser var mı? Bunu yüz yüze konuşunca daha belirli anlatırım. Yazamam, anla. Şu kadarını hatırlatayım ki, Güner’i bazı yakınlarına karşı nasıl korudum bilirsin. Kendisi de bilir. Koruma değil, bir gerçeği, bilmeyenlere, körce inananlara, aydınlık ve açık öğretmeğe çalıştım… Senin bana hakaret ettiğini, daha doğrusu ilânı aşklarımdan usanıp, bana hakaret etmek mecburiyetinde kaldığını, arkadaşım […] naklen duymuş. Çocuk, senden bahsederken adını bile vermiyor, bir yerinde adını söylemiş. Senin ona (bana yazdığın mektupla) küfretmeni ayıplarım. Nezih ve hele senden bahis açılınca terbiyeli ve kısa konuşuyor. Neyse. Sen nasıl inandığım, güvendiğim gibi çıktınsa, o da öyledir. Beni aldatmaz.

“Prensip arkadaşımı üzmek” gerçekten beni düşündürür. Bu meselelerde bencil olmağa gelmez. Ama dediğim gibi ona yazdım ki (eğer arada bir ilânı aşk varsa bu, sadece ikimizi ilgilendirir); (üzmekten korkan) bir adam bunu yazar mı Leylâ? Görüyorsun ki o kadar budala değilim.

Ben sadece, “böyle sıcak bir mektubu yazan bir insan hakaret edemez” diye yazdım. Bundan senin mektubunu bir sevda mektubu gibi gösterdiğim manâsı çıkar mı? Çıkmazsa, “böyle böyle” diye sana lâf getirmek ya da icat etmek, de bakayım nedir? Benim bulacağım sıfatlar iğrenç ve korkunç olur, sen bul, belki doğrusu da budur.

Bütün bu densizliklerden ötürü mü beni aylarca, yalnızlığa mahkûm ettin? Nasıl kandın, nasıl düşünemedin ki (gerçekten ikimiz de birbirimizi çok iyi tanıdığımız halde) bu hallere düşmemize sebep oldun. Adetâ benden şüpheleniyor gibi bir havan var. Sana yadırgı, çirkin ve ayıp bir hava… Nasıl bu havaya girebiliyorsun? Hangi kahpe tuzağı, seni böyle şaşkın, benden şüphelenecek kadar kararsız, hale düşürdü?

Hiç “serçe gibi” olmadım! Ustura gibiyim. Ama milyonlardan biri olduğum doğruysa utanmam. Harika çocuk, müstesna adam gibi sıfatları oldum olası düşündüm! Önemli olan ne olduğun ve oluşu içinde nerelere kadar varabileceğini kestirebilmekti.

Bana böyle söylenmen haksız ve yanlış. Kadınca bir düşünce bu, ki sen hoşlanmazsım.. Sana “provokasyonlara kapılma” demekte isabet etmişim. Gene söylüyorum, dikkatli ol. Münasebetlerimizde ikimizi yapayalnız düşün, başkalarını karıştırma.

[İmza]

Leylim Leylim
Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz