Alçakgönüllülük ve tenezzül birdir
— Zararsız hiçbir şey kalmadı. Küçük zevkler, düşünme yükümlülüğünden vareste tutulduğunu sandığımız bütün o yaşam belirtileri, artık yalnız dikkafalı bir bönlüğü, inatçı bir körlüğü yansıtmakla kalmıyor, kendi karşıtlarına da hizmet ediyorlar. Çiçeklerin üzerine düşen dehşet gölgesi algılanmadığı anda bahar dalı bile yalana dönüşür; “ne kadar hoş!” gibi masum bir ünlem bile mide bulandıracak kadar nahoş bir varoluşun mazereti olur. Artık güzellik ve avunu yoktur – korkunç olanı gören, ona dayanabilen ve olumsuzluğun avunusuz bilinci içinde yine de daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bakıştan başka. Bütün doğal, kendiliğinden davranışlardan, her türlü tezcanlılıktan kuşkulanmak gerekir, çünkü varolanın daha üstün gücü karşısında fazlaca bükülgen bir tavır anlamına gelir bu. Eskiden yalnız kadeh tokuşturma sahnelerinde kendini gösteren rahatlık ve serbestliğin dipte yatan o kötücül anlamı, daha dostane duygulara da bulaşmıştır artık.
Trendeki rastlansal söyleşide, varacağı anlamın cinayet olduğunu bildiğimiz halde tartışmadan kaçınmak için onayladığımız birkaç söz bile çoktan ihanetin içine çekmiştir bizi: Hiçbir düşünce iletişimin dışında duramaz, onu yanlış yerde, yanlış bir uzlaşma içinde dile getirmek, doğruluğunu da yok etmek olur. Gittiğim her film, bütün uyanıklığıma karşın, biraz daha aptallaştırıyor beni, biraz daha kötüleştiriyor. Kolay kaynaşma yeteneği de, bu soğuk dünyada hâlâ birbirimizle konuşabileceğimiz yanılsamasını beslemekle adaletsizliğin suç ortağı oluyor. Öylesine söylenip geçilmiş tatlı sözler ve gelişigüzel cevaplar, seslenilen kişiye verilen ödünlerle onun seslenende bir kez daha alçaltılmasına yol açarak, suskunluğun sürmesine hizmet ediyor. Tatlı sözlülüğün ve sokulganlığın içinde gizil bir boyut olarak hep varolan o habis ilke, asıl vahşetini eşitlikçi zihniyette açığa vurur.
Alçakgönüllülük ve tenezzül birdir. Ezilenlerin zaaflarına ayak uydururken, aslında bu zaaflarda iktidarın önkoşulunu onaylamış ve egemenliğin uygulanabilmesi için zorunlu olan kabalığı, duyarsızlığı ve şiddeti kendimizde de geliştirmiş oluruz. Eğer bugün tenezzül jesti bir yana bırakılmışsa ve ortada görünen sadece uyum ve kaynaşmaysa, bunun bir tek nedeni vardır: iktidarın bu kusursuz gizlenişi, yadsıdığı sınıf ilişkisinin daha da amansızca sürmesine hizmet ediyordur. Aydın için, biraz olsun dayanışma gösterebilmenin tek yolu katı bir yalnızlıktır şimdi. Her türlü işbirliği, toplumsal katılma ve kaynaşmanın bütün insanca değeri, insanlık dışı koşullanışı sessizce onaylanmasını örten bir maskedir yalnızca. İnsanların çektikleri acılardır asıl paylaşılması gereken: Onların haz ve eğlencelerine doğru atılmış en küçük adım, acılarının daha da şiddetlenmesine yol açacaktır.
AKILLININ AHMAKLIĞI: GÜCÜN VE SAYGISIZLIĞIN KARIŞIMI – THEODOR W. ADORNO
Antitez
İnsanlara mesafeli davranan kişiyi bekleyen bir tehlike vardır: Kendisinin başkalarından daha iyi olduğunu sanmak ve topluma yönelttiği eleştiriyi de kendi özel çıkarını gizleyen bir ideoloji olarak istismar etmek. Kendi yaşamını doğru bir varoluşun çelimsiz ve kırılgan imgesine uygun olarak kurmaya çabalarken, imgenin hem kırılganlığını hem de hiçbir zaman gerçek yaşamın yerini tutamayacağını aklından çıkarmaması gerekir. Ama içindeki burjuvanın ağırlığı, böyle bir bilince bağlı kalmasını zorlaştırır. Mesafeli gözlemci de aktif katılımcı kadar dolanmıştır dünyaya; ilkinin tek avantajı, bunu bilmesinden ve bir de her çeşit bilginin verebileceği o çok küçük, çok sınırlı özgürlükten ibarettir. İş dünyasından uzaklığı da ancak yine o dünyanın sunduğu bir lükstür.
Çekilme ve uzaklaşma jestinin tam da yadsıdığı dünyanın bazı özelliklerini taşımasının nedeni de budur. Kendisinde de burjuvanınkinden ayırt edilemeyecek bir soğukluk geliştirmek zorunda kalır. Monadolojik ilke, protesto ederken bile egemen evrenseli içinde taşımaktadır. Proust, fotoğraflarda, bir dükün büyükbabasıyla orta sınıftan bir Yahudininkinin, aralarındaki toplumsal statü farklarını unutturacak kadar birbirini andırdığını söylemişti; bu gözlem aslında çok daha geniş bir alanda da geçerlidir: Bir çağın birliği, bireysel varoluşun mutluluğunu, hatta manevi tözünü oluşturan bütün ayrımları nesnel olarak siler, ortadan kaldırır. Eğitimin gerilemesinden söz ediyoruz, oysa Grimm’inkiyle ya da Bachofen’inkiyle karşılaştırıldığında, kendi düzyazımıza da kültür endüstrisininkini çok andıran bazı söyleyiş özelliklerinin bizden habersiz sızmış olduğunu görebiliriz. Latince ve Yunanca’ya da Wolf ya da Kirchhoff kadar hâkim değilizdir artık. Uygarlığın yeniden cehalete dönüştüğünü belirtiriz, ama kendimiz de mektup yazma sanatını unutur, Jean Paul’dan bir metni, yazarın kendi döneminde okunmuş olabileceği gibi okuma yeteneğini yitiririz.
Yaşamın kabalaşmasına, hunharlaşmasına bakarak ürpeririz, ama nesnel olarak bağlayıcı bir ahlaktan yoksun olduğumuz için de, her adımda, insani ölçüler açısından barbarca olan, hatta iyi ailelerin o çok şüpheli değerleri açısından bile densizlik sayılması gereken davranışların, konuşmaların ve hesapların içinde buluruz kendimizi. Liberalizmin çözülüşüyle birlikte, burjuvazinin asıl ilkesi olan rekabet de, aşılmak şöyle dursun, toplumsal sürecin nesnelliğinden taşarak, bu sürecin çarpışan ve itişen atomlarının bileşimine ve böylece de bir bakıma onun antropolojisine sızmıştır. Yaşamın üretim sürecine bağımlı kılınması, bizim kendi üstün irade ve seçişimizin sonucu sanmaya pek yatkın olduğumuz o yalnızlık ve yalıtılmışlığın bir benzerini zaten herkese bir aşağılanma olarak tattırmaktadır. Kendi tikel çıkarları söz konusu olunca her bireyin kendini bütün ötekilerden daha iyi sayması da, başkalarına bütün müşterilerin toplamı olarak kendinden daha çok değer vermesi kadar eski bir bileşenidir burjuva ideolojisinin. Eski burjuva sınıfının iflasından beri bu iki düşünce de, hem burjuvazinin son düşmanları hem de son burjuvalar olan aydınların zihninde bir tür ikinci yaşam sürdürmüştür. Aydınlar, varoluşun çıplak yeniden-üretimi karşısında hâlâ düşünmeye yeltenmekle, ayrıcalıklı bir grup olarak davranırlar; ama işi orada bırakmakla da bu ayrıcalığın boşluğunu ilan etmiş olurlar. Özel varoluş, insana yaraşır bir varoluşa benzemeye çalışmakla ona ihanet eder, çünkü benzeyişi genel gerçekleşme imkânından yoksun bırakıyordur ve üstelik bu gerçekleşmenin kendisi de bağımsız düşünceye her zamankinden daha çok muhtaçtır. Kurtulmak imkânsızdır bu çelişkiden. Tek sorumlu davranış biçimi şu olabilir: Kendi bireysel varoluşumuzu bir ideolojiye dönüştürmekten kaçınmak ve özel yaşamımızı da en alçakgönüllü, en iddiasız ve en gürültüsüz biçimde sürdürmek — ama artık iyi yetişmiş olmanın bir gereği olarak değil, bu cehennemde hâlâ soluyabilecek havayı bulabiliyor olmanın utancından ötürü.
Minima Moralia – Theodor W. Adorno