“Yeter ki inanacakları bir şey bulsunlar…” | Suç ve Ceza – Radyo tiyatrosu

Hiç değilse kendinizi uzun boylu aldatmadınız ve,işi çabucak sonuca götürüp, bir çırpıda bitiriverdiniz. Sizi kimlere benzetiyorum biliyor musunuz? Etleri dilim dilim doğranırken, cellatlarına gülümseyerek bakan insanlara!.. Yeter ki inanacakları bir şey, bir Tanrı bulmuş olsunlar, gıkları çıkmaz böylelerinin… Eh, siz de bulun Tanrınızı ve siz de yaşayın! Bir kez, hava değiştirmeye ihtiyacınız var, hem de ta ne zamandır! öte yandan, çile çekmek de iyi bir şeydir. Siz de çekin çilenizi. Çile çekmek isterken Mikolka belki de yerinde bir şey yapıyor. Tanrı’ya inanmadığınızı biliyorum, ama her şeyi kılı kırk yararcasına didiklemekten de vazgeçin!

Bütün bunlar ona acı veriyor, ama aynı zamanda sanki hiç ilgilendirmiyordu.

Çünkü onun bütün sözleri bir psikolojiye dayanıyor olacak ‘hem öyle bir psikoloji ki, herifin suratına bile uygun değil!’ Sizin sözlerinizse, canalıcı bir noktaya değiniyor olacak: çünkü, rezil herif, gece gündüz kafayı çekiyor ve bu durumunu da herkes biliyor. Hem size birkaç kez içtenlikle söylediğim gibi, şu iki uçlu psikolojinin, ikinci ucu gerçeğe daha çok yaslanıyor… Bu da bir yana, elimde size karsı en küçük bir delil yok… Gerçi ben sizi yine de hapse attıracağım, (hiç de insanca olmamakla birlikte) buraya size her şeyi önceden açıklamak için gelmemin nedeni de bu; ama buna rağmen size açıkça diyorum ki (bu da insanca değil), sizi hapse atmak hiç mi hiç işime gelmiyor. Buraya gelişimin ikinci nedeniyse…”

Raskolnikov tıkanırcasına:
“Evet, ikinci nedeni?” dedi, hala soluk soluğaydı.
“Daha önce de söylediğim gibi kendimi size açıklamada bulunmak zorunda, duyuyorum. Beni bir canavar bilmenizi istemiyorum: Bu da bir yana, ister inanın, ister inanmayın, size karsı sempati duyuyorum. Buraya gelişimin üçüncü nedeni de bu son noktadan kaynaklanıyor: Açık, dolambaçsız bir öneride bulunmak istiyorum size, sucunuzu itiraf etmenizi… Bu, sizin için sayısız yararlar sağlayacaktır, tabii benim için de… çünkü omuzlarımdan bir yük kalkmış olacak… Ne dersiniz, kendi yönümden açıkça koyabildim mi durumu ortaya?” Raskolnikov bir dakika kadar düşündü.
“Dinleyin. Porfiriy Petroviç, demin kendiniz ortada psikolojiden başka bir şeyin bulunmadığını söylüyordunuz, oysa şimdi işi getirip matematik kesinliğe dayadınız. Ya şu anda da yanılıyorsanız?”
“Hayır, Rodion Romanovic, yanılmıyorum. Elimde küçük, minicik bir ipucu var, ta o zaman bulmuştum bunu! Tanrının gönderdiği bir ipucu bu!”
“Neymiş bu ipucu?”
“Bunun ne olduğunu söylemeyeceğim, Rodion Romanovic. Hem artık işi daha fazla geciktirmeye de hakkım yok, sizi hapse atacağım. Artık is size kalmış. Benim için şu anda hepsi bir. Dolayısıyla bütün bunları sizin iyiliğinizi istediğim için söyledim. Yemin ederim, böylesi daha iyi olacak, Rodion Romanovic!”
Raskolnikov öfkeyle gülümsedi:
“Bu iş artık gülünç olmaktan çıktı ve bayağılığa dönüşmeye başladı. Ben suçlu olsam bile (ki hiç de böyle bir şey söylediğim yok), ne diye gelip size itirafta bulunayım ki? Demin hapishanede huzura kavuşacağımı söyleyen sizdiniz?..”
“Eh, Rodion Romanovic, sözcüklere fazla inanmayın; belki de huzur falan bulmayacaksınız orada! Bu yalnızca bir teoridir, üstelik de benim bir teorim; ben kim, sizin için. otorite olmak kim! Belki de şu anda sizden bir şeyler gizliyorumdur? Oturup size her şeyi söyleyecek değilim herhalde, hah-hah-ha! Bu bir, ikincisi, itiraf etmenizin size ne gibi yararlar sağlayacağını, böyle yaparsanız cezanızdan nasıl bir indirim yapılacağını biliyor musunuz?
Yalnızca şunu düşünün yeter: Nasıl bir anda ortaya çıkıyorsunuz? Bir başkasının, cinayeti üzerine aldığı ve her şeyi karmakarışık ettiği bir anda… Ben de, size yemin ederim, “orada” işleri öyle bir
sarpasardıracağım, öyle bir sekle sokacağım ki, itirafınız iyice beklenmedik bir şey olacak. Su psikolojilerin falan hiç sözü edilmeyecek; sizden en ufak bir şekilde kuşkulanılmamasını sağlayacağım; böylece siz cinayeti bir bilinç kararması sonucu işlemiş olacaksınız… ki işin doğrusu da budur. Ben namuslu bir insanım, Rodion Romanoviç, verdiğim sözü tutarım.”
Raskolnikov üzünçle başını önüne eğmiş, susuyordu; uzun süre böylece düşündükten sonra yeniden gülümsedi, sevecen, ama acılı bir gülümsemeydi bu:
“Yok, istemez!” dedi; artık Porfiriy’den hiçbir şey gizlemiyor gibiydi. “Değmez! Yapacağınız indirime de hiç mi hiç ihtiyacım yok!”
Porfiriy heyecanla:
” “İşte ben de bundan korkuyordum!” dedi. “Yapacağımız indirimi kabul etmeyeceğinizden korkuyordum…” Raskolnikov’un acı dolu bakışları etkileyiciydi. Porfiriy sözlerini sürdürdü: “Hayatı küçümsemeyin! önünüzde daha upuzun bir hayat var. Nasıl ihtiyacınız olmazmış ceza indirimine, nasıl! Ne sabırsız adamsınız siz böyle!”
“Önümde daha upuzun ne var?”
“Hayat! Hayat! Yoksa kendinizi her şeyi bilen bir peygamber mi sanıyorsunuz? Belki de Tanrı bekliyordur sizi orada? Hem bu tutsaklık ömrünüz boyunca sürecek değil ya…”
Raskolnikov:
“Öyle ya, indirim vardı…” dedi gülümseyerek. “Yoksa burjuva utancı duymaktan mı korkuyorsunuz? Kimbilir, belki de korkuyorsunuz da, daha kendiniz bile bunun farkında değilsiniz? Çünkü, gençsiniz! Suçunu itiraf etmekten korkmak ya da utanmak hiç de size göre bir şey değil!”
Raskolnikov konuşmak bile istemiyormuş gibi bir küçümseme ve tiksintiyle:
“Tükürmüşüm!…” diye fısıldadı; bir yerlere gitmek istiyormuş gibi doğrulup kalkacak oldu,vazgeçti, umutsuzlukla yeniden oturdu.

“Ne demek, tükürmüşüm! İnancınız kalmamış sizin… Size kabaca dalkavukluk ettiğimi sanıyorsunuz! Kendinizi çok mu görgülü, bilgili, her şeyi anlayan biri sanıyorsunuz? Bir teori uydurmuşsunuz, ama bunun hiçbir orijinal yanı olmadığı ortaya çıkınca da utanıyorsunuz!
Evet, bunun alçakça bir teori olduğu ortaya çıktı, bu doğru ama siz umutsuz bir alçak değilsiniz! Hayır/hiç de böyle bir alçak değilsiniz siz! Hiç değilse kendinizi uzun boylu aldatmadınız ve,işi çabucak sonuca götürüp, bir çırpıda bitiriverdiniz. Sizi kimlere benzetiyorum biliyor musunuz? Etleri dilim dilim doğranırken, cellatlarına gülümseyerek bakan insanlara!.. Yeter ki inanacakları bir şey, bir Tanrı bulmuş olsunlar, gıkları çıkmaz böylelerinin… Eh, siz de bulun Tanrınızı ve siz de yaşayın! Bir kez, hava değiştirmeye ihtiyacınız var, hem de ta ne zamandır! öte yandan, çile çekmek de iyi bir şeydir. Siz de çekin çilenizi. Çile çekmek isterken Mikolka belki de yerinde bir şey yapıyor. Tanrı’ya inanmadığınızı biliyorum, ama her şeyi kılı kırk yararcasına didiklemekten de vazgeçin!
Hiçbir şey düşünmeden, kendinizi olduğu gibi yaşamın akışına bırakın; hiç kaygılanmayın, kendinizi kıyıda ve ayakta bulacaksınız. Hangi kıyıda? Bunu ben bilemem. Ben yalnız, sizin daha uzun zaman yaşayacağınıza inanıyorum. Biliyorum, siz simdi benim için, vaaz veriyor, diye düşünüyorsunuz, ama ilerde bir gün belki bu sözlerimi hatırlar ve onlardan yararlanırsınız. Benim de bunları söylemekten amacım zaten bu. Yine iyi ki, yalnız şu kocakarıyı öldürdünüz! Ya başka bir teori geliştirmiş olsaydınız .da, bundan yüz milyon kez daha çirkin bir iş yapmış olsaydınız..? Belki de bunun için Tanrı’ya şükretmemiz gerek! Hem ne biliyorsunuz; belki de Tanrı sizi bir. şeyler için koruyup kollamaktadır? Kendinizi toparlayın ve biraz daha az korkun! Yoksa atacağınız yüce adım mı sizi korkutuyor? Hayır, bu işte korkmak ayıp olur. Madem ki bu yolda bir adım attınız, öyleyse, dayanmanız, metin olmanız gerek. Ortada bir de adalet olduğuna göre, adaletin gerektirdiği şeyi yerine getirin.
Biliyorum, inançsızsınız, ama size yemin ederim, hayat buna katlanacaktır. Daha sonra kendiniz de bunu seveceksiniz! Şimdilik size yalnızca hava gerek, hava, hava!”
Raskolnikov ürperdiğini duydu. Bağırarak: “Kimsiniz siz?” dedi. “Kendinizi peygamber mi sanıyorsunuz? Böyle yükseklerden konuşuyor, peygamberlik taslayıp, bilgece öğütler veriyorsunuz?”
“Ben mi kimim? İşi bitmiş bir adam, o kadar… Başkaca hiçbir j şey değil. Belki duygulu ve acıması olan, belki biraz bir şeyler bilen, ama kesinlikle işi bitmiş bir adam. Size gelince, sizin durumunuz bambaşka: Tanrı size bir hayat hazırladı (kimbilir, belki bir gün bütün bunlar bir sis gibi dağılıp gidecek, hiç olmazmış şeylere dönecektir!). Bir başka sınıftan insanlar arasında bulunacağınız konusuna gelince… Ne var bunda? Siz bu yüreğinizle konforsuzluktan mı yakınacaksınız? Uzun süre sizi kimsenin görmeyecek olmasının da önemiyok. İş zamanda değil, sizin kendinizdedir. Bir güneş olun, herkes sizi görsün! Güneşin her şeyden önce güneş olması gerekir. Yine niçin gülüyorsunuz? Benim bir Schiller oluşuma mı?
Bahse girerim, size yaltaklandığımı düşünüyorsunuzdur! Kimbilir, belki de gerçekten yaltaklanıyorumdur, hah-hah-ha! Siz bana, yalnız söz üzerine inanmayın, Rodion Romanovic, hatta hiç inanmayın, huyum bu benim, kabul ediyorum; yalnız bir şey ekliyeceğim: ne kadar alçak, ya da ne kadar dürüst bir insan olduğuma, sanırım kendiniz karar verebilirsiniz!”
“Beni ne zaman tutuklayacaksınız?”
“Size bir buçuk, hadi bilemediniz iki gün daha süre tanıyabilirim. İyice düşünün, canım kardeşim, Tanrıya dua edin. Sizin yararınıza olacak, yemin ederim sizin yararınıza olacak!”
Raskolnikov dudaklarında garip bir gülümsemeyle: “Ya kaçarsam?” dedi.
“Hayır, kaçmazsınız. Bir mujik kaçar, yabancı bir ideolojinin uşağı olan son moda ihtilalci kaçar, ama siz kaçmazsınız. Çünkü böylelerinin herhangi bir şeye ‘neye isterseniz’ ömürleri boyunca inanmaları için parmağınızın ucunu göstermeniz yeter. Sizse kendi teorinize artık inanmıyorsunuz nereye kaçacaksınız, neye dayanacaksınız? Kaçaklık ne demektir, biliyor musunuz? İğrenç ve zor bir hayattır bu; sizinse her şeyden önce belirli bir düzene dayanan bir hayata ve buna uygun bir havaya gereksiniminiz var. Bu havayı kaçaklıkta mı bulacaksınız? Kaçsanız bile kendiliğinizden döner gelirsiniz. Siz
bizsiz yapamazsınız. Oysa sizi içeri atacak olursam, bir bilemediniz iki, hadi diyelim üç ay sonra benim bu sözlerimi hatırlayacak ve kendiniz için de hiç beklenmedik bir anda gelip itirafta bulunacaksınız. İtiraf ta bulunmanızı bir saat öncesine kadar kendiniz bile bilmeyeceksiniz!.. Hatta ben sizin çile çekmek isteyeceğinizden bile eminim. Siz şimdi benim bu sözlerime inanmıyorsunuz, ama dediğime geleceksiniz! Çünkü, Rodion Romanoviç, çile yüce bir şeydir! Siz benim şişman oluşuma bakmayın, hani hiç gerekmedi de… ama biliyorum ki, gülmeyin bu sözüme çile çekmenin de düşünsel bir özü vardır. Mikolka haklı. Hayır, Rodion Romanoviç, siz kaçmazsınız!”
Raskolnikov yerinden kalkıp kasketini aldı. Porfiriy Petroviç de kalktı:
“Dolaşmaya mı çıkıyorsunuz? Güzel bir akşam, tabii fırtına kopmazsa… Ama belki de fırtına iyi gelir, serinler hava…”
Porfiriy de şapkasını aldı.
Raskolnikov sertçe:
“Porfiriy Petroviç” dedi, “sakın bugün size itirafta bulunduğumu düşünmeyin. çok tuhaf bir adamsınız ve sizi sırf merakımdan dinledim. Ve size hiçbir itirafta bulunmadım… Bunu unutmayın!”
“Biliyorum, biliyorum… Hiç unutur muyum? Şuna bak hele, nasıl da titriyor! Hiç kaygılanmayın, ciğerparem, buyurduğunuz gibi davranacağım. Dolaşın bakalım biraz, yalnız fazla uzaklaşayım demeyin.” Sesini alçalttı: “Ne olur ne olmaz, sizden küçük bir ricada daha bulunacağım; fazlaca nazik, ama önemli bir rica: Eğer, hani ne olur ne olmaz, (gerçi ben buna inanmıyor ve sizi böyle bir şeye yatkın görmüyorum ama) şu kırk elli saat içinde, hani ne olur rıe olmaz, isi bir başka türlü, yani şöyle fantastik bir biçimde bitirmek, demek istediğim (çirkin bir ihtimal, beni bağışlayın, ama), canınıza kıymak gibi bir isteğe kapılacak olursanız bana küçücük bir pusula bırakmayı unutmayın! İki satırcıkla, ‘yalnızca iki satırcık!’ şu tasın yerini bildiriverin! Böylesi daha soyluca bir davranış olur. Haydi, şimdilik hoşçakalın… İyi düşünceler, hayırlı girişimler!”

Porfiriy sanki sırtı kamburlaşmış ve Raskolnikov’a bakmak-tan kaçınıyormuş gibi çıktı. Raskolnikov pencereye doğru gitti ve Porfiriy’nin sokağa çıkıp uzaklaşması için gerekli süreyi hesaplayarak sinirli bir sabırsızlıkla bekledi; sonra kendisi de hızla odasından çıktı.

Svidrigaylov’a doğru koşturuyordu. Bu adamdan ne umabilirdi, bunu kendisi de bilmiyordu. Bu adamın gizemli bir baskısı vardı üzerinde, bunu bir kez anlamıştı ya, artık yatışamıyordu. Kaldı ki, onu görmenin zamanı da gelmişti.
Svidrigaylov’un Porfiriy’e gidip gitmediği sorusu, yol boyunca kendisini kıvrandırdı durdu.Onun düşüncesine göre -ki buna yemin edebilirdi- hayır, gitmemişti! Tekrar tekrar düşündü. Porfiriy’nin ziyaretini bütün ayrıntılarına varana dek hatırladı: Hayır, gitmemişti, buna hiç kuşku yoktu!
Peki su ana kadar gitmediyse bile, bundan sonra da gitmez miydi?
Şimdilik Raskolnikov’a gitmez gibi geliyordu. Niçin? Bunun nedenini açıklayamazdı, ama açıklayabilseydi bile, bu konu üzerinde özellikle durup kafa yoracak hali yoktu. Bütün bunlar ona acı veriyor, ama aynı zamanda sanki hiç ilgilendirmiyordu. Tuhaf şey! Hatta buna kimse inanmaz belki, ama Raskolnikov bu yakınlarda basına gelecek şeylere karsı kayıtsızlığa varan bir ilgisizlik içindeydi, pek önem vermiyordu bunlara. Onu bir başka şey, yine kendisi hakkında, ama çok daha önemli, çok daha başka bir şey ilgilendiriyordu. öte yandan, bu sabah kafası bütün su son günlerde olduğundan çok daha iyi çalıştığı halde, sınırsız bir ruhsal yorgunluk duyuyordu.
Her şey bir yana, bütün olup bitenlerin üzerine, karşısına çıkan şu önemsiz zorluklarla uğraşmaya değer miydi? örneğin, Svidrigaylov’un, Porfiriy’e gitmemesi için birtakım dolaplar çevirmeye değer miydi? Ya da Svidrigaylov diye birini inceleyip anlamaya çalışarak zaman yitirmenin bir anlamı var mıydı?

Ah, nasıl da bıkmıştı bütün bunlardan!
Ama yine de Svidrigaylov’ı bir an önce görmek için acele ediyordu. Yoksa ondan yeni bir şey, bir yönerge, bir çıkış yolu mu bekliyordu? İnsan boğulmamak için nasıl bir saman çöpüne bile sarılabiliyor! Alınyazıları ya da herhangi bir içgüdü mü onları birbirine yaklaştırıyordu yoksa? Belki de yalnızca yorgunluk ve umutsuzluğunun bir sonucuydu bu ve belki de ona gerekli olan Svidrigaylov değil de, bir başkasıydı ve Svidrigaylov burada öylesine, bir rastlantı sonucu karşısına çıkıvermisti? Yoksa Sonya’ya mı gitmeliydi? Ama ne isi vardı şimdi Sonya’da? Gözyaşı dilenmeye mi gidecekti? Hem Sonya onu korkutuyordu.
Aman bilmez bir yargı, temyizi olmayan bir karardı sanki Sonya. Onun yanında ya onun yolundan, ya kendi yolundan gitmek zorundaydı. Hayır, özellikle de su anda, onu görebilecek bir durumda değildi. Svidrigaylov’ı denemek daha iyiydi. Gerçekten de ne zamandır bu adama bir şeyler için gereksinim duyduğunu kabul etmemesi elinde değildi.
Ama yine de, ikisinin arasında ortak ne olabilirdi? Cinayetleri bile bir olamazdı. öte yandan tatsız bir adamdı bu: Ahlaksız olduğu besbelliydi, kurnaz ve “sahtekar olduğu da kesindi, hatta belki de çok kütö yürekli bir adamdı. Hakkında, pek çok söylenti vardı. Evet, Katerina İvanovna’nın çocukları için az çaba göstermemişti ama bundan da ne gibi amaçların peşinde olduğunu kim bilebilirdi? Bu adamın her zaman birtakım niyet ve tasarıları olurdu.

Kafasından nice uzaklaştırmaya çalışırsa çalışsın, bugünlerde bir başka düşünce, daha Raskolnikov’u sürekli tedirgin ediyordu! Bu düşünce şuydu: Svidrigaylov sürekli çevresinde dolanıyordu, Svidrigaylov gizini öğrenmişti. Ve Svidrigaylov’un Dunya’ya karşı gizliden gizliye bazı niyetleri vardı. Ya bu niyetlerinden hala vazgeçmemişse? (Ki bu soruya kesinlikle evet diyebilirdi…) O zaman, gizini öğrenmekle üzerinde kurduğu baskıyı Dunya’ya karşı silah olarak kullanmak isteyebilirdi?

Suç ve Ceza Dostoyevski

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz