VAN GOGH MEKTUPLARI: “BEN DÜŞÜNDÜKÇE ANLIYORUM Kİ; SANATA EN YARARLI OLAN ŞEY İNSANLARI SEVMEKTİR”

Revue des Deux Mondes dergisinde Tolstoy üstüne bir yazı okuyorum, meğer milletinin diniyle çok ilgilenirmiş Tolstoy, tıpkı İngiltere’de George Eliot gibi.
Tolstoy’un din konusunda yazdığı bir kitap olacak, adı sanırım ki Benim Dinim’dir, kimbilir ne güzel bir kitaptır bu yazıdan anladığıma göre, İsa dininin her zaman gerçek kalacak yönlerini ve bütün dinlere ortak olan değerleri belirtmeye çalışıyor kitapta.
Tolstoy ne bedenin ne de ruhun bile ölümden sonra dirileceğine inanmıyormuş meğer ve nihilistler gibi o da ölümden sonra bir şey yok diyormuş, ama öldükten sonra insan ölü de olsa, insanlık canlı kalır.

Tablolarımın yeterince iyi olmadığı kanısındayım

Şu anda cebimde 5 frank kalmış. Yani senden ricam bana ne gönderebilirsen, yahut ama hemen olsun (bir altın gönder) haftayı geçirebilmem için, ya da elli frank mümkünse…
Bu arada burada on bin frank değeri olacak bir dekorasyonu tamamlayabileceğimden emin gibiyim.
İnsan yaptığının sonsuzluğa açıldığını ve çalışmasının bugün için anlamını, verimini görüp de yarın daha da ileri gideceğine kanı getirirse huzur içinde çalışır. Senin çalışmanda bu ikisi de var.
Sen ressamlara iyilik ediyorsun; ben düşündükçe anlıyorum ki sanata en yararlı olan şey insanları sevmektir.
Diyeceksin ki öyle ise sanattan da sanatçılardan da vazgeçilebilir. Bu önce doğru olabilir ama Grekler de, Fransızlar da, eski Hollandalılar da sanatı benimsediler ve kaçınılmaz gerilemelerden sonra sanatın hep yeni baştan geliştiğini görüyoruz.
Üstelik de sanatçılardan ve onların sanatından tiksinmekle insanların daha erdemli olacaklarını sanmıyorum.
Ben senden gördüğüm iyiliğe kıyasla tablolarımın yeterince iyi olmadığı kanısındayım. Ama resimlerim güzel olduğu gün, onları benim kadar sen de yaratmış olacaksın. Emin ol, yani ikimiz birlikte yaratıyoruz demektir …

İkinci Mektup:
“Paranın yaşamak için zorunlu olmadığı ortamı özlemek hakkımız”

Ne kadar Japon eşyası varsa hepsini, bir de Daumier’leri, Delacroix’ları ve Géricault’ ları yerleştirdim atölyeye.
Delacroix’nın ya da Gericault’nun Piéta’larına rastlarsan, bulduğun kadarını satın almanı salık veririm.
Atölyede bulunmasını istediğim bir şey daha Millet’nin tarla işleridir, bir de Lerat’nın Ekici’sinden yapılmış ofortu, hani Durand Ruel’in 1,25 franka sattığı o resmi.
Son olarak da Meissonier’nin Kitap Okuyan’ına göre Jacquemart’ın yaptığı küçük ofortu; Meissonier’nin bu eserine bayılırım. Meissonier’leri sevmekten kendimi alamam.
Revue des Deux Mondes dergisinde Tolstoy üstüne bir yazı okuyorum, meğer milletinin diniyle çok ilgilenirmiş Tolstoy, tıpkı İngiltere’de George Eliot gibi.
Tolstoy’un din konusunda yazdığı bir kitap olacak, adı sanırım ki Benim Dinim’dir, kimbilir ne güzel bir kitaptır bu yazıdan anladığıma göre, İsa dininin her zaman gerçek kalacak yönlerini ve bütün dinlere ortak olan değerleri belirtmeye çalışıyor kitapta.
Tolstoy ne bedenin ne de ruhun bile ölümden sonra dirileceğine inanmıyormuş meğer ve nihilistler gibi o da ölümden sonra bir şey yok diyormuş, ama öldükten sonra insan ölü de olsa, insanlık canlı kalır.
Hoş, kitabı okumadığım için bunu nasıl düşündüğünü iyice bilmiyorum, ama dini çilelerimizi daha da çoğaltacak zalim bir din olmasa gerek, tersine ferah ve huzur verici, insana birçok şeyleri yaşaması için yürek ve canlılık esinleyen bir dindir herhalde.
Bing’in reprodüksiyonlarında bayıldığım, tek incecik otun ve karanfillerin deseniyle Hokusai’dir.
Ama ne derlerse desinler, düz renklerle boyanmış daha kaba Japon estampları bile Rubens ve Veronese kadar güzel bence.
Bunlar ilkel sanat değil biliyorum, “Ama Primitifler çok güzeldir” diye günün modasına uyarak: «Louvre’a gittiğim zaman, Primitiflerden öteye geçemiyorum» demenin hiçbir anlamını göremiyorum ben.
Sanırım ki sonunda yalnızlık duymayacağım artık bu evde ve örneğin kışın kötü havalı günlerinde de, uzun gecelerinde de beni büsbütün oyalayacak bir iş bulacağım kendime.
Bir dokumacı ya da bir sepetçi bazen mevsimler boyunca yalnız kalır, tezgâhıyla baş başa. Tek eğlencesi de işidir.
Ama bu adamların yerlerinde kalmalarının asıl nedeni evde olma duygusudur, çevrelerinin tanıdık ve güven verici görünüşüdür. Tabii bir arkadaşım olsun isterdim, ama olmazsa kendimi mutsuz sayacak değilim, herhalde günün birinde biri olacak. Hiç kuşkum yok bu konuda.
Senin için de öyle sanırım, insanları misafir etmek niyetinde olursan, sanatçılar arasında konut sorunuyla cebelleşen birçok kimseler bulursun. Ama bana gelince, çalışmamla para kazanmanın yolunu bulmak benim için bir ödevdir kanısındayım, onun için de yolumu apaçık çizilmiş görüyorum önümde.
Ah, keşke bütün sanatçılar yaşamak ve çalışmak olanağını bulsalar!
Ama bu olmadığı için, ben çok, çok iş çıkarmak istiyorum; var gücümle direnerek. Belki bir gün gelir, işleri büyütürüz ve başkaları için de daha etkili oluruz.
Ama o gün uzak ve çok iş var çıkarılacak daha önce!
Savaş içinde yaşasak, savaşa gitmek zorunda kalırdık belki ve barış halinde olmadığımıza yakınır dövünürdük, ama zorunluluk olduğu için savaşırdık.
Onun gibi, paranın yaşamak için zorunlu olmadığı ortamı özlemek hakkımızdır. Ama madem her şey para ile oluyor şimdi ve madem onu harcıyoruz parayı yaratmanın yolunu da bulmalıyız, ne var ki ben desenden çok yağlı boyayla para kazanabileceğime inanıyorum.
Eninde sonunda, ustalıkla kroki çizen adamlar tabiatı renk açısından görüp resim yapmasını bilenlerden daha çoktur… Bu çeşit ressamlar ilerde de az olacak ve tabloları tutunmakta gecikse bile, amatörünü bulacak günün birinde …
Bu böyle gider, bu ayrılmalar, değişmeler. Çalışmakla beraber acele etmemem gerektiğini duyuyorum. Ne olur şu eski sözü gerçekleştirirsem: bir on yıl kadar çalışmalı, sonra bir on kadar figür ortaya çıkarmalı.
Monticelli’nin de yaptığı işte budur, yüzlerce tablosunu etüd saymazsanız.

O zaman “sarı kadın” gibi, “şemsiyeli kadın” gibi – sendeki küçük resim ve Reid’de bulunan âşıklar gibi resimleri tamam figür saymak gerekir, desen bakımından da ancak hayran olunabilir bunlara.

Çünkü burda Monticelli, Daumier ya da Delacroix’nınkine benzer kalın, harika bir desene varır. Monticelli’lerin şimdiki fiyatına bakılırsa, onlardan satın almak iyi bir spekülâsyon olurdu. Gün gelecek ki onun güzelim desenle çizilmiş figürleri büyük sanat sayılacaktır.

Sanırım ki Arles şehri bir zamanlar çok daha şanslıydı hem kadınların, hem de kıyafetlerinin güzelliği bakımından. Bugün bütün bunların karakter bakımından hasta bir hali var.

Ancak uzun zaman bakarsan, eski çekicilik ortaya çıkar…
Benim Dinim kitabında Tolstoy telkin etmek istermiş ki, şiddetli devrimler ne olursa olsun, insanların içinde mahrem, gizli bir devrim de olacaktır, ondan yeni bir din, daha doğrusu adı olmayan başka bir şey doğacak ve bu bir zamanlar Hıristiyan dininin tuttuğu yeri alıp insanları avutmaya, hayatı yaşanır kılmaya yarayacaktır.
Bana öyle geliyor ki çok ilginç bir kitaptır bu, çünkü insanlar bıkacak sonunda köpeksilikten, şüphecilikten, alaydan, daha müzikli bir hayat yaşamak isteyecekler.

Ama nasıl olacak bu, ne yol tutulacak? Falcı olup bunları söyleyebilmek iyi olurdu, gelecekte yıkım ve âfetlerden başka bir şey olmayacağını öngörmektense, bu çeşit bir devrimi tasarlamak daha hayırlıdır, çünkü bir devrim, bir savaş, ya da köhnemiş devletlerin çökmesiyle bu yıkım nasıl olsa korkunç şimşeklerle yağacak bir çağdaş dünyamızın ve uygarlığımızın başına.

Japon sanatını incelersek, orada yadsınamayacak kadar bilge, filozof ve akıllı insanların bir şeylerle vakit geçirdiğini görürüz, ama neyle? Dünyadan aya kadar olan uzaklığı ölçmekle mi? Hayır? Bismarck’ın politikasını incelemekle mi? Hayır. Bir incecik otu incelemektedir.

Ama bu bir tek ot tekmil bitkileri, sonra da mevsimleri, büyük açıdan görülen manzaraları, sonra hayvanları, sonunda da insan figürünü çizmeye götürür onu. Ömrünü bunu yapmakla geçirir, ama ömrü yetmez hepsini yapmaya.

Van Gogh
Eylül 1888
Theo’ya Mektuplar, 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz