Uzun Sibirya Gecelerinde Dostoyevski’den Hayat Dersleri – Erol Anar

Dostoyevski“Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar.” 

İnsan ilişkileri karmaşıktır, anlamak veya çözmek çok zordur. İnsanın değil başkasını, kendisini bile gerçek anlamda tanıması çok uzun ve tamamlanmayan bir süreçtir. Ancak buna karşın birçok insan, kendisini ve diğer insanları çözümlediğini ve çok iyi tanıdığını söyler. Bu iddia, aslında  kişiye kendinden kaçıştan başka bir şey getirmez.

Dostoyevski’nin ‘kara halk’ ile karşılaşması

Bir toplantıda yüksek sesle okuduğu bir şiir nedeniyle, Çar tarafından Sibirya’da hapse mahkûm edilen Rus yazar Dostoyevski, hapis cezasını bitirdikten sonra, “Ölüler Evinden Anılar” başlıklı bir kitap yazar. Kitapta yazar, buradaki hayatından önce halkı, insanları tanıdığını düşündüğünü, ama yanıldığını burada anladığını belirtir. Yazar, “kara halk” olarak tanımladığı bu kitleyle karşılaştıktan sonra, insanları çözümlemeye ve iç dünyasının derinliklerine inmeye başlar. Bu kitap, yazarın doğrudan kendi yaşamından anlatımlar ve izler taşıdığı için çok önemlidir. Dostoyevski, Sibirya`da, içindeki Sibirya’ya inmiş ve kendisini tanımaya başlamıştır.

Dostoyevski aslında Sibirya’da yeniden doğmuş ve kendi içindeki Sibirya’yı keşfetmiştir bir anlamda. Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan Sibirya’dır aslında. O her zaman öğrenen yazar olmayı tercih etmiştir, öğreten yazar değil. Uzun Sibirya gecelerinde, insan ruhu ve davranışları ūzerine derin derin dūşūnmeye çok vakti olmuştur onun.

Bu kitabıyla yeniden dirilmiştir edebiyat dūnyasında. “Ölüler Evinden Anılar” kitabı şöyle başlar: “Sibirya’nın uzak köşelerinde, bozkırlar, dağlar ya da geçit vermez ormanlar arasında yer yer bin, en çok iki bin nüfuslu, ahşap, gösterişsiz; bir şehirden çok, Moskova’nın hali vakti yerinde köylerine benzeyen –biri şehirde, diğeri de mezarlıkta– iki kilisesi olan, küçük şehirlere rastlanır. Bunlar genellikle çok sayıda emniyet amiri, yargıç ve onlara bağlı mevkilerdeki kişilerle dolup taşarlar. Sibirya genel olarak soğuk olsa da, memurluk çok sıcaktır. İnsanlar sade, liberal olmayan hayatlar sürer; eski, sağlam, asırlarla kutsanmış düzenlerle yaşar…“[1]

Dostoyevski’nin köpeği

Hani Pavlov’un meşhur bir köpeği vardır. Pavlov, köpeğiyle bir deney yapar. Dostoyevski de hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı bir deney yapıyor. İlginç gözlemleri var yazarın. Önce hapishanedeki bir köpeğin yanından geçen her mahkûm tarafından tekmelendiğini gözlemler. Asıl ilginç olan şey, köpeğin mahkûmlardan kaçmaması ve yanına bir mahkûm yaklaştığında otomatik olarak eğilerek tekme pozisyonu almasıdır. O, bir gün köpeğin yanına yaklaşarak onun başını okşar. Köpek bir süre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlamaya başlar. Ve köpek, o günden sonra nerede Dostoyevski’yi görse oradan kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz.

Bu örnekte, ruhu köleleştirilmiş köpek bir sevgi açıdır. Bu örnek insanlar için de geçerlidir. Hayatları boyunca haksızlığa ve kötü davranışlara uğramış sevgi açları, iyi bir davranış ile karşılaştıklarında nasıl davranacaklarını bilemezler. Elinizi verirseniz, kolunuzu koparabilirler.

Dostoyevski bu durumu şöyle yorumlar: “Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar.” [2]

Bazı ilişkiler köle – efendi ilişkisine benzer

Bu örneği bazı ilişkilere de uygulayabiliriz. Bazı ilişkiler ezen – ezilen, köle – efendi ilişkisine benzer. Bazen kötü davrandığınız insanlar size tapar, bazen ise iyi davrandıklarınız sizden nefret ederler. Böylesi kişilerin gözünde onları aşağılamanız, onlara sunulmuş bir nimettir. Sizi gözlerinde yüceltirler. Eşit ve iyi davrandığınızda  ise,   onların gözündeki değeriniz birdenbire düşer. Çevremize, işyerimize, okulumuza baktığımızda böyle çok sayıda ilişki görebiliriz.

Hepimiz bir anlamda Dostoyevski’nin köpeğine benziyoruz. Gerçek sevgiye yeterince değer vermiyor, sevgimizi göstermiyoruz. Bize sevgi gösterenleri ise kırıyor ve itiyoruz. Gerçek sevgimizi açığa çıkardığımızda  ve sevgiye daha çok sevgiyle karşılık verdiğimizde kendimize biraz daha yaklaşmış olacağız.

Görūnmez duvarlar ve görūnmez zincirler

Aslında modern hayat, bir ezen-ezilenler ya da efendi-köle ilişkilerinin bir toplamıdır. Önce sistem devlet tarafından eziliyor, modern bir köle durumuna dūşūrūlūyoruz. Okulda, fabrikada, işyerinde patronun, otoritenin, gūcūn karşısında köle oluyoruz, sonra askerde komutanın karşısında bu durum devam ediyor. Kısacık zavallı hayatlarımız ise, köleliğimizin, ezilmişliğimizin bir manzumesi olmaktan ileri gidemiyor. Tek kaçış noktamız ise kendi gerçekliğimizi görmemekten ibaret. Her yanımız görūnmez duvarlar ve görūnmez zincirlerle kuşatılmış durumda. Duvarımız biraz geniş, zincirimiz biraz uzun olduğunda mutlu oluyoruz. Ama sanki özgūrmūşūz ve būtūn bu ilişkilerden bağımsızmışız gibi kendimizi kandırıyoruz, pişmanlıklarla dolu hayatımızın sonuna dek. En kötūsū ise, her çeşit otoritenin, iktidarın gönūllū kölesi olmak. Hayatta ruhu köleleştirilmiş insandan daha değersiz ve  beş para etmez hiçbir şey yoktur.

İnsanın hangi cehennemde olursa olsun ayakta kalabileceğini ve umudunu yitirmeyeceğini de Dostoyevski bu kitabında şöyle anlatır: “İnsan gerçekten yedi canlıdır! İnsan, her şeye alışan bir yaratıktır. Bu da, onun en iyi vasfıdır sanıyorum.”

Gerçeğin bir duvarı vardır. Herkes tırmanamaz o duvara, çok yūksektir ve bu son derece gūç, zahmetli bir iştir. Elleriniz, ayaklarınız, vūcudunuz kanar. Ancak o duvarı aşamayan da gerçeği göremez. İşte Dostoyevski o duvarı aşabilmiş ender insanlardan birisidir. Bize duvarın işte yanını, göremediğimiz bölūmūnū gösterir. İşte bu nedenle Nietzsche, ‘bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski’dir (the only psychologist, incidentally, from whom I had anything to learn)'[3] der. Modern psikolojinin temelinde onun yadsınamaz bir yeri vardır. Freud onun kitaplarını psikoloji açısından incelemiştir.

Selam olsun gerçeğin duvarının öte yanına, selam olsun Dostoyevski’ye…


[1]  Dostoyevski, Fyodor: “Ölūler Evinden Notlar”, Can Yayınları, Ocak 2015, İkinci Basım, İstanbul, s. 19.
[2] Dostoyevski, Fyodor: “Ölūler Evinden Anılar”, T. İş Bankası Yayınları, 2008, İstanbuls. 244-245
[3] Nietzsche, Friedrich: “Twilight of the Idols, Or, How to Philosophize with a Hammer”, 1889, Trans, Duncan Large. Oxford World’s Classics, 1998. Page 70. 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz