Tuncel Kurtiz: Doğulu kalarak da bal gibi evrensel olunabilir

.
“Ben yürümeye başlayınca denizlerin üstünde
Karalarda koşanlar durup bana baktılar.
Ben de gittim
Sığınacağım adaları birer birer batırdım.”
Şiir: Özdemir Asaf

50 yılı aşkın sanat hayatında her zaman öğrenci olduğunu dile getiren usta aktör Tuncel Kurtiz, “Evrensel olmak için en çok ‘biz’ olmak zorundayız. Reddederek ve inkar ederek değil, uzlaşarak. Böylece her şey kendi yörüngesine daha çabuk oturacak” diyor.

İbrahim Balaban Nazım Hikmet’e nasıl ‘Şair Baba’ diyorsa, Tuncel Kurtiz’e de insanın ‘Tarih Baba’ diyesi geliyor. Sebebi basit. Onun görüp tanıklık ettiği zamanlar, insanlar artık tarih kitaplarında yer alıyor ve o, babacan tavrıyla olayları ve insanları anlatırken sanki zaman yolculuğuna çıkarıyor sizi. Karşınızda Yılmaz Güney, Can Yücel, Özdemir Asaf’tan bahsederken yaşanmışlığın tüm demini bardağınıza dolduran bir insan var ne de olsa. Açıkçası Tuncel Kurtiz’le aynı havayı solumak Tanrı’nın bir lütfu gibi. Saçlarına ve sakallarına düşen aklar, onu yaşlı gösterebilir ama aldanmamak gerek. Çoğu zaman 20’lik delikanlı gibi hâlâ heyecanlı ve enerji dolu. Bu yüzdendir ki Tuncel Kurtiz kolay kolay yaşlanmayan genç bir sanatçı gibi konuşuyor, isyan ediyor. Nitekim 50 yıldan fazladır süren sanat yolculuğuna yorulmadan devam etmesinin itici kuvveti de bu tavrında gizli. Geçen ay Adana Altın Koza Film Festivali’nde kendisine verilen usta oyuncu ödülünü alırken “Ben hep durmadan kendini yiyen ve kendini yenileyen hiçbir zaman usta oyuncu olmayı kabul etmeyen her zaman öğrenci olan birisiyim” diyerek de zaten bu tavrını apaçık dillendirdi. Türk Sineması’nın yaşayan, aktif olarak hâlâ çalışan ve yurtdışında en çok tanınan oyunculardan biri olarak Kurtiz’le konuşacak çok şey var. Ruhuna sinen tiyatro sevgisi, Peter Brook’la çalışması, çevirdiği enfes filmler, Türkiye’nin durumu, günümüz dünyasında sanatçıya düşen sorumluklar…

Ama nereden başlarsanız başlayın Tuncel Kurtiz’in olmazsa olmazları olduğunu görüyorsunuz. Mesela sinemadan söz açılınca hemen kadim dostu Yılmaz Güney’e bağlıyor cümlesini. Ya da gezginliğinden bahsedince, ki dünyayı turlamış bir insan kendisi, kültürüyle insanıyla Anadolu’nun zenginliğini öne çıkartıyor. Ve çok sevdiği Özdemir Asaf’ın ‘Macera’ şiirini okumadan da son noktayı koymuyor. Tiyatroya gönül vermiş biri olarak kendisini sinemada da vareden, ama bunun için de olmadık riskler alan, baskıya her daim karşı çıkan, dostluğun erdemlerini önemseyen, çalışmanın ve emeğin yüce bir değer olduğunun altını çizen bu ‘ihtiyar delikanlı’, “Bu macera sonsuz bir merakla başladı, çalışmakla, disiplinle, okumakla, müzikle, aşkla, acılarla gözlemlerle ve iç disiplinle büyüyüp gelişti” diyerek başlıyor söze. Sanatın özgün olması gerektiğini belirten Kurtiz, sanatçının da itiraz etmesi gerektiği görüşünde. “Ben, Yılmaz Güney ve niceleri… Biz varolan sinema için ‘bu bizim sinemamız değil’ demiştik. Bu yüzden bizi teslim alamadılar. Bizim de büyük zenginliklerimiz, zengin kültürel bağlarımız var. Soylu sinemanın, yanına zor yaklaşılan sanatın her zaman taze kana ihtiyacı vardır. Gerçek dünya sineması, yeniden doğan, oluşturulan  sinemasını bekliyor. Genç kuşak Türkiye sinemacıları bir bahar patlaması yaratıyor. Her şeyden önce yaratıcı sezgiye ihtiyacımız var” diyerek de bu itirazın önemli bir yaratıcılığı tetikleyeceğinin altını çiziyor. Fakat bu arada önemli bir parantez açmayı da ihmal etmiyor: “Doğulu olarak, daha önemlisi doğulu kalarak da bal gibi evrensel olunabilir. Bize ait doğulu kültür kökenlerimiz büyük zenginliktir. Ben İsveç’te de oynadım. Mahabharata’da bir Hintli’yi oynadım ama olabildiğince kendi kültürümüzün kökenlerine indim. Evrensel olmak için en çok biz olmak zorundayız. Reddederek ve inkar ederek değil, uzlaşarak. Böylece her şey kendi yörüngesine daha çabuk oturacak.” ‘Umut’, ‘Sürü’, ‘Hudutların Kanunu’, ‘Otobüs’, ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’, ‘Tabutta Rövaşata’, gibi Türk sinemasının kalburüstü filmlerinde oynayan ve ‘Kuzuların Gülümseyişi’ filmindeki performansı yla Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülü alan Kurtiz, canlandırdığı karakterleri bir yönüyle hep içinde hissetmiş. “Ben rolümü ceket gibi üzerime giymiyorum, rolümle müthiş yakınlık kuruyorum, içimden kolay kolay çıkaramıyorum. Ben de her zaman bir parçası kalıyor “diyor. Kendi filmlerini beyazperdede izlerken zorlanması da bu yüzdenmiş. Uzun zaman sonra ilk defa Fatih Akın’ın ‘Yaşamın Kıyısında’ filmini izlemiş. Konu Fatih’ten açılışınca keyişeniyor Kurtiz: “Fatih bir sokak serserisi aslında, Maradona. Müthiş heyecanlı. Herkeste olmayan bir bakışı var hergelenin. Yaşadığını anlatıyor bir şekilde. İyi okumuş. Sinemayı da biliyor.” Kurtiz’i keyişendiren insanların birçoğu bugün ürettikleri eserlerle yaşıyorlar. O da “Özdemir Asaf, Sait Faik, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Lütfi Akad, Yılmaz Güney… Mesela bu insanların bir benzeri olmuyor. Kendilerine has insanlardı. Değerlerini bilmek ve onları gelecek kuşaklara aktarmak gerek” diyor. Ama artık bunun da kolay olmadığının farkında. En isyankar haliyle “Kültürümüzü yok ediyorlar. Kötü bir müziğe hazırlıyorlar. Her şey ucuz. O televizyon programları! Onlarla büyüyor çocuklarımız, torunlarımız… Ve hiçbir eşit hakkımız yok. Biz ancak sokaklardan çıkıp adım adım gitmek zorundayız” diyerek basıyor popüler kültüre okkalı bir kalay. Tuncel Kurtiz, kimine göre bir derviş kimine göre bir çılgın kimine göre ise işah olmaz bir isyankar, ama ne olursa olsun sinemada ya da sahnede gözüktüğü andan itibaren seyirciyi etkisi altına alan ve bırakmayan ve pek kabul etmese de usta bir aktör. Deştikçe ondan öğrenecek çok şey olduğu ortaya çıkıyor. Bunun için belki onunla yapılan her söyleşi biraz eksik kalıyor. Ama son sözü kendisine bırakınca o yine Özdemir Asaf’ın ‘Macera’ şiiriyle noktayı koyuyor: “Ben denizlerde yürümeye başladığım zaman / Karalarda oturanlar/ Dönüp bana güldüler/ Ben de gittim sığınacağım adaları / Birer birer batırdım.”

OLKAN ÖZYURT (thegate.com)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz