Toplumsal İletişim Açısından Modernist Dünyada Yalnızlığa İlişkin İki Yaşam Üzerinden Bir Bakış

YalnızlıkYalnızlık kişisel bir tercihtir. İnsanlar herhangi bir nedenle yalnız kalmak, kafa dinlemek veya hiç kimseye hesap vermeden gönlünce yaşamak için bir başına kalmak isteyebilirler. Bu tercih sıradan bir insandan, tanınmış bir insana, zengin veya yoksul herkes için normal karşılanır. Normal olmayan ise,yalnızlığı tercih etmek değil, yalnız kalmak veya yalnız bırakılmaktır. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır aynı zamanda. Ve yalnız kalmak, yalnız bırakılmak insan ilişkilerinde insani olarak değerlendirilmemelidir. İnsanın dramı budur aslında.

İnsanların, insanlık başladığından itibaren bir iletişim içerisinde olduklarını, günümüze değin süregelmesinden ve geçirdiği evrelerden biliyoruz. Tarih ve arkeoloji çalışmalarından da bu konuda oldukça veri sahibi olunması bu bilgimizi doğrulamaktadır. El-kol hareketi, mimik, yazı-resim, ses-söz derken geldiğimiz son evre bilişim teknolojisinde yaşanan adeta teknoloji çılgınlığı diyebileceğimiz gelişmeler. Daha ileride ne gibi yenilik-gelişmeler olacağını tahmin etmek de o kadar zor ki. Zira hemen her gün eskisini çöpe attıran yeni bir teknoloji harikasıyla karşılaşmaktayız.

Her gün bir yenisiyle hayatımıza giren ve hayatımızı kolaylaştırdığı iddiasında olan bu teknoloji harikaları acaba insanların iletişimleri için tek ve vazgeçilmez mi? Kısaca insan iletişimini tamamlamakta mıdır?

İletişim dünyasında yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, iletişim bilimleri alanında kafa yoran düşünürlerin tartışma alanlarını genişletmekte, onu yaratan-sahibi olan sisteme ilişkin eleştirilerinin artmasına da neden olmaktadır.

Modernizm…Modern yalnızlığımız…

Frankfurt Okulu düşünürlerinden Walter Benjamin gibi iletişim kuramlarına eleştirel yaklaşımlarını sürdüren düşünürlerin ortak noktası kapitalizm karşıtlığıydı demek yanlış olmaz. Kapitalizm çağı Benjamin’e göre cehennemdi. Fakat kapitalizmin yarattığı renkli, parlak ışıklı alışveriş çarşılarında, güvenlikli dev gökdelenlerde yaşayanlar ise cennette yaşadıklarını düşünmekteydi. Kapitalizm, bu tüketim çılgınlığı ve onun gereği yoğun üretim ve teknolojik gelişme hızı ile insanlara her gün sunduğu yeni-yepyeni ürünlerle adeta nefes aldırtmamaktadır. Birinin kullanım süresi dolmadan yeni ve daha donanımlı yeni serisini almak için gece yarısı mağaza önlerindeki kuyrukta yerini alan paralı, zeki, doymak bilmez tüketim çılgınları kalabalığındaki yerini alan insanlar…

Walter Benjamin bu durumu, Fantazmagori kavramı ile açıklamıştır. ‘’Fantazmagori, yani aldatıcı görüntü artık malın kendisidir…fantazmagori, kapitalist üretim sürecinin bütünüyle eşanlamlısıdır ve bu süreç kendisini gerçekleştiren insanların karşısına bir doğa gücü gibi çıkar.

Kapitalizmin zamanımızda yaşanan hali kısaca böyle. Arkadaş, dost, akraba ilişkilerinde yaşanan gevşeme, çözülme ve bencillik giderek kendimizi yalnızlığa hapsetmemize neden olmaktadır. İnsan ilişkilerindeki bu durumu toplumsal iletişim açısından da sorun olarak değerlendirmek mümkündür. Artık sevgililerimizle bile yüzyüze konuşmak için buluşmuyoruz. Görüntülü telefonlar bu ihtiyacımızı gidermekte(!). Yüksek güvenlikli sitelerimiz ve teknoloji donanımlı odalarımız, salonlarımız…Televizyonlardaki dizi ve programlar o kadar içimize işler ki kalkıp bir kaç sokak ötedeki akrabalarımızla bir kahve içmek, belki bir hastayı ziyaret etmek, yaşlıları sevindirmek için bile yumuşak koltuktan kalkmamıza engeldir. Kapitalist modernizmin sunduğu bu çılgın tüketim dünyasının aldatıcı rahatlığı bizi insan olma değerlerimizden ne kadar uzaklaştırmaktadır? Günümüzde iletişim ve toplum bilimciler ve bu konulara duyarlı entellektüeller arasındaki yegane tartışma konularından biri de bu insani değerler olmaktadır. Bunun sonucu olan insanın yalnızlaşması, yalnızlığı tercih etmesi gibi sonuçlar da modern yalnızlığımız olarak değerlendirilebilir (mi?).

Bu çalışmada modern yaşamın kentleşme ve bu kentlerde yaşanan modern yalnızlığın sonucu dram, trajedi vb. yaşamlardan benzerlikleriyle birbiriyle kesişen iki bireyi eksen alıp, modern yaşamların, modern yalnızlıklarımızın yarattığı bir trajediyi gündeme taşımak istedim.

İstanbul ve Bişkek’te iki kadın star tiyatro oyuncusu. İkisi de güzel ve dönemlerinin gözde oyuncuları. Güzellikleriyle erkeklerin başını döndüren, oyunculuklarıyla tiyatro ve sinema izleyicilerinin gönlünde taht kurmuş iki ayrı ülkeden, fakat yaşamlarının finaliyle de benzer sonu yaşayan iki kadın oyuncu. İstanbul’da Cahide SONKU, Bişkek’te Baken KIDIKEEVA. Dünyanın farklı coğrafyalarında ortak hayatı ve kaderi yaşayan iki insan. Ölümleri adeta yaşam sahnesinde oynadıkları son tragedya idi.

Yükseliş ve Çöküş, zenginlik ve sefalet ve daha birçok benzer başlık onların yaşam öykülerini yazmak isteyenler için en uygun başlık olurdu.

İkisi de dönemlerinin güzel ve aranan oyuncusu. Tiyatro sahnesinde ve perdede boy gösterdiklerinde onlardan mutlusu yoktu. Sofralarında bir kuş sütü eksikti dedirtecek sefahat ve zenginlik günleri. Derken hayatlarının bir anında yaşanan bazı olaylar bir kırılma noktası olur ve talihsizlikler onları yaşadıkları güzel, şatafatlı günlerden alıp sefaletle tanıştıkları günlere taşır. Bu yeni durumlarına alışmak ve kabullenmek zordur. Dibe vuran herkesin sığındığı o liman, asla bir kurtuluş olmayan o alkol limanı çare olmayacaktır. Derken yalnızlık ve trajedi veya dram, o bilinen ama asla kabullenilmeyen son.

Oysa seyirci mutlu sona alışmıştır.

Cahide Sonku, Türkiye’de sinema ve tiyatro oyuncusu olarak ün yapmış, güzelliği ile çapkın zenginlerin başını döndürmüş, uğruna servetler harcanmış ve oyunculuğunun zirvesindeyken, hayatın acımasız bazı olayları sonucu servetini ve dostlarını kaybedip sefalete yuvarlanmış önemli bir kişilikti. Her şeyini kaybedip kendini içkiye vurduğunda lokantalarda bulaşıkçılık yapacak derecede yoksul oldu. Yalnız ve mutsuz bu bir zamanların starı sığındığı bir arkadaşının evinde 1981 yılında 62 yaşında yaşamını yitirdi. Dramın tarifi ise cenazesinde sadece 8 kişinin olmasıydı.

Aynı kaderi yaşayan bir başka star, Kırgızistan’ın sinema ve tiyatro alanındaki uluslararası gururu Baken Kıdıkeeva idi. Yaşamının en verimli zamanına sinema ve tiyatro oyunculuğundaki başarısıyla ülkesinin gurur duyduğu, genç kızların ve oyuncu adaylarının idolü olmuş, erkeklerin başını döndürmüş bir kişiliği sığdırmış olmasına karşın, yaşamın herkese gülmediğinin bir örneği olarak ilişkilerinde yaşadığı sıkıntıların sonucu yalnızlığı tercih etmişti. Zirveden sefalete zincirinin Kırgızistan halkası olan Baken Kıdıkeeva, Cahide Sonku’dan yaklaşık 12 yıl sonra 1993 yılında Bişkek’te geçirdiği bir trafik kazası sonucu yaşamını yitirdi. Burada trajedi tanımına uygun olan durum ise, Baken Kıdıkeeva’nın cesedinin 19 gün morgda kalması olmuştur. 19 gün boyunca aile, iş ve arkadaş çevresinden kimsenin arayıp sormadığı, nerede olduğunu merak etmediği bir yalnız ölüm.

Yalnızlık kişisel bir tercihtir. İnsanlar herhangi bir nedenle yalnız kalmak, kafa dinlemek veya hiç kimseye hesap vermeden gönlünce yaşamak için bir başına kalmak isteyebilirler. Bu tercih sıradan bir insandan, tanınmış bir insana, zengin veya yoksul herkes için normal karşılanır. Normal olmayan ise, yalnızlığı tercih etmek değil, yalnız kalmak veya yalnız bırakılmaktır. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır aynı zamanda. Ve yalnız kalmak, yalnız bırakılmak insan ilişkilerinde insani olarak değerlendirilmemelidir. İnsanın dramı budur aslında.

Özellikle günümüz modernist dünyasında, çılgın tüketimin hakim olduğu kentlerde, adeta güvenlikli dört duvar arasında yaşayan kentli insanda sık rastlanan bir durum yalnızlık. Bencilliğin egemen olduğu bu kapitalist modernist yaşamın doğal bir sonucu olarak kimse kimsenin bir şeyine karışmak istemiyor. ’’ Gemisini kurtaran kaptan ‘’ misali yaşamlarını gittiği yere kadar sürdürmek. Başka bir söyleyişle ‘’Bana değmeyen yılan bin yaşasın ’’ vurdumduymazlığı.

Peki ya vicdan?

Kasım Yeter
kasimyeter@gmail.com

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz