“Tarihimizi çaldılar, şimdi ne yapacağız?” Apona Fuarı – Aziz Nesin

Aziz-NesinTarihimiz boyunca bütün kötü, yanlış, gülünç işlerin eski dönemde yapılmış olduğunu söylemek gelenektir. Biz bu geleneğimizi bozmak istemediğimizden, bu hikâyede anlatılan olayların da eski günlerde geçmiş olduğunu açıklarız.
Apona kenti uluslararası fuarı, şimdiye kadarkilerin hepsinden üstün olacaktı. Bundan iyi propaganda fırsatı ele geçemezdi. Bütün ticaret ataşeliklerine, fuarda kendilerine yer ayırtabilmeleri için, en geç iki ay içinde cevap verilmesi istenen mektuplar yazıldı.
Mektupları alan devletlerin ticaret ataşelikleri, çağrıya teşekkürle, fuara katılmak istediklerini bildirdiler. Yalnız biyerden ne “evet”, ne “hayır” diye cevap geldi.
Cevap vermeyen bu memleketle fuarı açacak memleketin ticaret heyetleri arasında o sırada bir anlaşma yapılmaktaydı.

Anlaşmanın imzalanmasından sonra verilen ziyafette heyet başkanı, Ticaret Bakanına,
-Apona Fuarına katılsaydınız, memleketinizin propagandası
bakımından çok yararlı olacaktı… dedi.
Ticaret Bakanı hayretle sordu:
-Apona mı? Fuar mı? Apona’da fuar mı açılıyor?
Ticaret heyeti başkanı, iki yıldır bütün ulusların bu fuar için
hazırlandıklarını, bütün ajansların gazete ve radyolarla durmadan
Apona Fuarıyla ilgili haberler verdiğini söyledi.
Ticaret Bakanı, ertesi gün hemen müsteşarını çağırdı:
-Apona Fuarından neden bana söz etmediniz? Gelen mektubu neden
bana göstermediniz?
Müsteşar, büyük bir iyi niyetle, her ne kadar Avrupa kıtasında Apona diye bir kent olduğunu hatırlıyorsa da, orada bir fuar açılacağından, bir çağrı mektubu gönderildiğinden haberi olmadığını söyledi. Ticaret Bakanlığı altüst oldu. Bakan, şiddetle mektubun bulunmasını emretti. Bakanlık daireleri, genel müdürlükler, şubeler birbirine girdi. Ortalık o kadar karıştı ki, bu kargaşalıkta şaşkınlıktan Mısır’a pamuk, Kanada’ya buğday, Irak’a petrol, İsviçre’ye saat ihracı için teklifler yapılırken, İngiltere’den fındık, İran’dan atom bombası, Habeşistan’dan tepkili uçak ithali için teşebbüslere de geçildi.
Bitürlü mektup bulunamıyor, üstelik kaybolan mektup aranırken, daha önceleri kaybolmuş mektuplar bulunuyor, bulunan bu mektuplar da yeniden kayboluyordu. Çağrı mektubu Apona’daki Ticaret Ataşeliğine soruldu.
Ataşelik, Apona’da fuar açılacağı hakkında her ne kadar bilgisi yoksa da, böyle bir haber duyulur duyulmaz, hemen arz olunacağını bildiriyordu.
Uzun arama taramalardan sonra, Bakanlık Evrak Kalemindeki kayıtlardan, on ay önce Apona Ticaret Ataşeliğinden resmi bir mektup gönderildiği keşfedildi. Bu sırada ataşelik de, on ay önce Apona Fuarına çağrı mektubunu gönderdiğini, tarih ve sayısıyla bildirmişti. Artık ipucu bulunmuş demekti. Şimdi iş, mektubun nerelere havale edildiği, en sonra nerede takılıp kaldığı, kimin hangi sepete attığını öğrenmeye kalmıştı. Bakanlığın en iş bilir, zeki, enerjik memurları bu resmi mektubun araştırılmasıyla görevlendirildi.
Evrak kalemindeki kayıt defterinin incelenmesinden, Apona Fuarı için gelen mektubun Dış Ticaret Dairesine sevk edildiğini keşfeden memur, fevkalade mesaisinden dolayı iki derece birden terfi ettirildi. Dış Ticaret Dairesi Müdürüne Apona’dan gelen mektup sorulunca,
– Apona mı? dedi, gözleri bisüre geçmişin anılarına daldı.
Sonra o anıların içinden bişey çıkarmak ister gibi, saçlarını karıştırdı: -Haa, evvv… vet, öyle bir mektup hatırlıyorum.
Uzun bir araştırmadan sonra, mektup bulunamadı ama, kaydı bulundu. Üçüncü Şubeye havale edilmişti. Üçüncü Şube Müdürü,
– Hım… dedi, böyle bişey olacaktı… “aidiyeti cihe-tiyle” galiba İkinci Kısma gönderilmişti.
İkinci Kısım Şefi başını iki elinin arasına alıp derin derin düşündükten sonra, Arşimet Kanununu ikinci kez keşfetmiş gibi, -Buldum!., diye bağırdı. Apona, değil mi? Tamam… Bakın bakalım şu kayıt defterine!
Kayda göre Ticaret Ataşesinden gelen mektup Müsteşara verilmişti. Müsteşar Bey sisler ardından bişey seçmeye çalışan kaptan gibi gözlerini ufka dikti,
-Apona… Apona… Apona!.. diye biriki dakika kadar tekrarladıktan sonra, şimdi hatırladım, diye bağırdı, şuna Apona Fuarı için gelen mektup desenize! Ben o mektubu Bakan’a arz etmiştim. Müsteşar, Bakan’a hatırlatmak için,
– Beyefendi, dedi, hani geçen yazdı… Tatlı bir akşamdı. Zatı devletlerini tiren istasyonundan uğurlu-yorduk. Siz Florya’ya önemli bir iş görüşmeye gidecektiniz… Bendeniz size o sırada aceledir diye Apona’dan gelen mektubu…
Bakan, Müsteşar’ın sözünü kesti:
– Eveeeeett… canım şuna Apona Fuarı için gelen çağrı mektubu desenize! Şimdi hatırladım.
Bakan masasının gözlerini, dolapları karıştırdı.
– Buralarda olmadığına göre cebimdedir, dedi. Ceplerini karıştırdı, bulamadı. Sonra Müsteşar’a
döndü:
-Benim üstümde o gün hangi elbisem vardı?
Gözlerini tavana diken Müsteşar’ın düşünmekten alnı kırıştı. Sıkıntıdan parmaklarını çıtlattı. Epiyce ter döktükten sonra:
– Bugünkü gibi gözümün önüne geldi, dedi. Beyefendi, üstünüzde bej renkli spor ceketiniz, altınızda daha açık bej pantolonunuz vardı. Evet, evet… Ayağınızda pantolon olduğunu iyi hatırlıyorum. Hatta, sütlü çikolata rengi iskarpin giymiştiniz… Ayan beyan gözümün önüne geldi beyefendi. Hatta çorabınız açık kahverengi naylondu. Çok şıktınız beyefendi o gün, çok…
Bakan hemen evine telefon etti,
– Bej rengi ne kadar spor ceketim varsa hepsinin ceplerini arayın!.. İçinde çok önemli bir evrak olacak…
Biraz sonra telefonda cevap verdiler. Cevabı alınca Bakan’ın suratı asıldı:
-Tüh!.. Elbiseyi lekeciye göndermişler!..
Hemen lekeciden elbise getirildi. Ceplerine baktılar… tamam… Oh, çok şükür, iç cepten dört evrak çıktı. Bitanesinin basılı başlığında “Apona Ticaret Ataşeliği” yazılıydı. Fakat yazı?.. Yok… Lekeci elbiseyi o kadar dikkatle, kuru buhar sistemiyle temizlemişti ki, mektup kâğıdındaki yazılar da elbise lekeleriyle birlikte çıkmış, silinmişti. Boş bir kâğıt halindeki çağrı mektubunda neler yazılı olduğu bilinmemekle birlikte, her ne olursa olsun fuara katılacağımız, Ticaret
Ataşeliğine bildirildi. Gelen cevapta, çağrı mektubuna çok geç karşılık verildiği için, fuardaki bütün yerlerin kapatıldığı, hiç boş yerin kalmadığı bildiriliyordu.
Ne olursa olsun, memleketi tanıtmak için iyi bir propaganda fırsatı olan bu fuara katılmak gerekti. Hemen politik girişimlere başlandı. İki ulus arasındaki tarihi dostluk ve kardeşlik bağları gibi kuvvetli torpiller kullanmak suretiyle Apona Fuarında biyer sağlandı. Ama bu yer, hem kenar köşede, hem de küçüktü. Her ne kadar Apona Fuarına katılan milletlerden sekizinin pavyonları daha küçük, daha darsa da, yine de iyi biyer gerekirdi.
Telgraflar, telefonlar, mektuplar, aracılarla önce geniş bir dostluk ve kardeşlik ilişkileri, sonra mektup, rica, para, kira, binbir zorlukla Apona Fuarının en geniş yerlerinden biri sağlandı.
Pavyon yeri bulunana kadar, başka milletlerin pavyonları kurulmuş, süslenmelerine başlanmıştı.
Bu işlerden ve bütün işlerden çok iyi anladıklarını söyleyenlerden bir heyet seçildi.
Heyet Başkanı, parti iktidara geçmeden, daha partinin muhalefet zamanında büyük hizmetlerde bulunmuştu. Taltif edilmesi gerekirdi. Elli yaşından sonra, gözkapaklarının altları şişen karısına güzellik ameliyatı yaptırmak istiyordu. Bu hayati ameliyat için, Apona Fuarı Heyetinin başkanlığı iyi bir fırsattı.
Heyetin ikinci başkanı, bir hafta önce ana muhalefet partisinden İdare Heyetine seçilmediği için, bu prensip meselesi yüzünden istifa ederek, iktidar partisi saflarında tarafsız kalmış, tecrübeli, yetmiş yaşında bir memleket çocuğu idi.
Üyelerden biri de, muhalif parti lideri mitingde konuşurken şehrin elektrik cereyanını kestirerek, mikrofonda liderin gür sesinin sinek vızıltısına dönmesine sebep olan çok çalışkan bir memurdu. Çoktanberi taltif edilmek istenen bu memur da fuar bahanesiyle bu geziye katılacaktı. Öbür üye daha yeni evlenmiş olduğu için, fuar işiyle balayım da bir çırpıda çıkaracaktı. Beşinci üye, üç yıldır izin diye tutturmuştu. Nasıl olsa bu heyete adam gerekli olduğuna göre, o memurun izni de aradan çıkacaktı. Altıncı üye, zaten hiçbir işe yaramıyordu. Aylaktı… Önemli bir politikacının bezik arkadaşı olduğu için çalışmaya vakit bulamıyordu. Burada kalmasıyla fuara gitmesi arasında hiçbir fark yoktu. Yani onu da fuara göndermekte hiçbir sakınca görülmedi.
Yedinci üye, sözü reddedilmeyecek birinin damadıydı. Kısaca bu heyete, haksızlık edilerek, iyice düşünülüp taşınılmadan, ince elenip sık dokunmadan hiçkimse seçilmemiş, kayrılmamıştı. Herbirinin üye oluşunda bir gerekçe vardı. Ama bütün bunların arasına, gerçekten bu işlerden anlayan birinin de katılması gerekirdi. İşte buyüzden, bir de uzman, heyet arasına sokulmuştu.
Heyet Apona’ya gittiği zaman, fuardaki bütün pavyonlar kurulmuş, sergilenecek mallar da gelmeye başlamıştı.
Fuar Heyetinden yalnız uzman olan kalmış, öbürleri kendi özel işlerini görmek için dağılmışlardı. Uzman çok acele bir pavyon planı yapılmasını Bakanlığa bildirdi. Hemen pavyon planı yarışmaya kondu. Birinciliği kazanan plana onbin, ikinciye beşbin, üçüncüye de ikibin lira verildi. Bakan planların hiçbirini beğenmedi. Cıgara paketinin arkasına kendisi üç dakikada bir pavyon planı çizdi. Şimdi bu planı uygulayacak mimar, dekoratör gerekliydi. Pavyonu kuracak sanatçılar Apona’ya gittikleri zaman, öbür pavyonların hepsi tamamlanmış, sergilenecek eşyalar da yerlerine konulmuştu. Fuarın açılmasına on gün kalmıştı. Biyandan pavyon yapılırken, biyandan da Apona Fuarı için bir komisyon kurulmuştu. Komisyon ilk toplantısında, Apona Fuarında nelerin sergileneceğini kararlaştıracaktı. Komisyon üyesi Ticaret Odasından bir üye, fuara gönderilecek malları saydı.
– Fındık, tütün, incir, üzüm, pamuk, pancar, palamut… Sanayi Odasından bir üye,
– Bu saydıklarınız, dedi, milattan önce de bu topraklarda yetişiyordu. Biz asıl endüstriyel ürünlerimizi göndermeliyiz.
-Evet, evet… -Ne gönderelim? -Kibrit… tuz…
– Uygundur.
– Konserve… lokum… akide şekeri…
– Başka?
-Kumaş… çorap… -Çok güzel… -Şişe… kâğıt… Komisyondan tarihçi bir üye karşı koydu:
– Bütün bu saydıklarınızı, biz yabancı memleketlerden de satın alıyoruz. Fuarda sergilenince ya alıcı çıkarsa? Madem bunları siz yapıyorsunuz, ne diye bizden alıyorsunuz derlerse…
Tarihçi haklıydı.
– Biz, dedi, ancak tarihi eserlerimizle kendimizi tanıtabiliriz. -Doğru… -Doğru…
-Mehter takımımızı gönderelim, pavyonumuzun kapısında durmadan kös vurup zil çalsınlar.
– Başka?
– Sultan Mahmud’un incili kaftanını gönderelim, kaftan görsünler… Yavuz’un kılıcı. Sultan Selim’in kavuğu…
– Bugünkü sanatımızı göstermeydim mi?
-Evet… Bir ince saz takımı, tanınmış iki ses sanatçısı… Üç rakkase… Apona Fuarına gönderilecek mallar saptanmıştı.
Apona Fuarı açıldı. Yalnız pavyonlardan biri tamamlanamadığı için, kurulmakta olan o pavyonun yöresi tahta perdelerle çevriliydi. Gerilen bezlerin üzerindeki yazılarda, “Pek yakında burada pavyon açılacağı” ilan ediliyordu. Apona Fuarı Heyetinden ortada bir kişi vardı. Öbürleri kimi tedaviye, kimi balayı gezisine gitmiş, kimi geziye çıkmıştı. Fuarın açılışının onuncu günü sergilenecek mallar geldi. Sandıklar açıldı. Apona Fuarındaki mümessille Ticaret Bakanı arasında telgraflar çekilmeye başlandı. Ticaret Bakanlığına,
Apona Fuarına gönderilen incirlerin kurtlu, üzümlerin bozuk, fındıkların çürük olduğu arz olunur.
Apona Fuarında Ticaret Mümessilliğine, Başka memlekete ihraç edilecekken, bozuk maddelerin yanlışlıkla fuara gönderildiği anlaşılmıştır. Fuarda sergilenmek üzere Tekel maddelerinin yola çıkarıldığı… Ticaret Bakanlığına,
Fuarın kapanmasına onbeş gün kaldı. Tekel maddesi olarak gönderilen likör, şarap gibi içki şişelerinin yolda kırılmış olduğunu, yalnız bir likör, bir de şarap şişesinin sağlam kaldığını ve pavyonu açıp açmamak hususunda yüksek emirlerinizi beklemekte olduğumu arz ederim. Ticaret Mümessilliğine,
Yola çıkardığımız tarihi eserler, Sultan Murad’ın kılıcı, Sultan Süleyman’ın kemeri, yeniçeri ve milli kıyafetimizden mürekkep elbise koleksiyonunu alır almaz hemen, vakit kaybetmeden pavyonun bir an önce açılmasını rica ederim.
Fuarın kapanış günü, pavyonun da açılış günü töreni yapılıyordu. Fuarın en büyük ziyafeti, bu pavyonun açılışında verilmişti. İki aylık fuar süresince bitürlü açılamayan pavyonu halk merak ettiği için her taraf tıklım tıklımdı. Kapıdan daha girmeden: “La kukaraçça” plağının sesi duyuluyordu. Mehter ve ince saz takımları gelmediğinden mümessil, kendi zevkine uygun, oradan ele geçirebildiği plakları çalıyordu. Mavi Tuna valsiyle La kukaraçça’nın, mümessilin düğününde çalındığı için, onda değerli anısı vardı.
Altı metre yüksekliğinde, on üç metre genişliğindeki duvarda fındık üretimini gösteren grafikler, fındığın besleme değeri üzerine seçme sözler: “Fındık ye, fındık gibi ol” türünden süzme sözler yazılıydı. Bütün bu rakamların, çizgilerin, lafların altında bir avuç fındık vardı. Mümessil, çürük fındıklardan ancak bu kadar sağlam fındık ayırabilmişti. Tütün, cıgara hiç gelmemişti. Bir salon baştan başa tütün, cıgara üretiminin artışını gösteren çizelgelerle, resimlerle doluydu. Lafların, boyaların, renklerin, ışıkların içinde, bir paket cıgara paketi duruyordu. Mümessil, gelirken getirdiği cıgarasını burda sergiliyordu. Başka bir büyük salonda bir şişe şarapla bir şişe likör vardı. Ziyaretçilerin asıl ilgisini çeken başka bir salondu. Burada camlı dolaplar içinde bir kaftan, bir kavuk, bir maşlah ve bir kılıç vardı.
Pavyonun açıldığı günün akşamı fuar kapanmıştı. Tarihi eşya geriye getirilince kıyametler koptu. Sultan Mahmud’un kaftanı, yolunmuş kaza dönmüştü. Üzerindeki bütün inciler çalınmıştı. Tarihi kılıcın kab-zasındaki değerli taşlar aşırılmıştı. Kavuğun altın sırmaları yoktu. Gazeteler veryansın ediyordu. Muhalefet, yine herzamanki gibi pireyi deve yapmıştı:
– Tarihimizi çaldılar, şimdi ne yapacağız?
iyi ki Bakan, gazetelere, “Kaybolanların elmas, inci, pırlanta olmayıp, değersiz boncuklar olduğunu” açıkladı da bu iş de böylece kapanıp
gitti.

Aziz Nesin
Apona Fuarı
Damda Deli Var adlı esrinden

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz