Suriye’de oluşan yeni politik denklem ve Reyhanlı saldırısı – Dr. Mustafa Peköz

erdoğan esadReyhanlı ileri sürüldüğü gibi PKK ile devlet arasındaki ‘barış’ sürecini baltalamaya yönelik bir eylem de değil. Özellikle AKP tarafından yapılan bu tür açıklamaların esas amacı, Kürtlerle Esad rejimini savaştırmak, AKP’nin çöken politikasına bir nefes aldırmaktır

Suriye’nin iç politik denklemindeki gelişmeler, bölgesel politikaları yeniden tanımlamayı zorunlu kılıyor. Esad’ın Kaddafi gibi erken gideceğine inanan ve buna uygun bölgesel politikalar geliştiren İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin politikaları başarısız kaldı. Rusya ve İran’ın aktif desteğiyle ayakta kalmayı başaran Esad rejimi, son birkaç aydır inisiyatifi önemli oranda ele aldı.

Bunun politik nedenleri ve sonuçları üzerinde duracağız, ancak Rusya ve ABD arasında yapılan görüşmelerin sonuçları önümüzdeki dönemde çok daha belirgin olarak ortaya çıkacaktır. Bu süreç, esasen Baas rejiminin varlığını bir süre daha devam ettirecek bir kısım veriler sunarken, uluslararası kamuoyunda “tarafların uzlaşısı” önerisi giderek ön plana çıkıyor. Önümüzdeki ay içinde Suriye’ye dair yapılması planlanan “Uluslararası Toplantı” giderek önem kazandı. Bu toplantının ön hazırlıkları, Türkiye’nin Suriye politikasının bütünlüklü olarak iflasını yansıtıyor. Ayrıca Esad’ın kalıcı olması veya uzun süre iktidarda kalması olasılığı Türkiye’nin Ortadoğu stratejisinin tamamen çökmesi anlamına gelir. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretinin en önemli konusu Suriye olacak. Türkiye’yi piyasaya süren sonra giderek yalnızlaştıran ABD’ye karşı içsel bir tepki oluşmuş bulunuyor. Son birkaç aydır ABD-Rusya arasında Suriye’ye dair yakınlaşma AKP hükümetini önemli oranda tedirgin ediyor. Daha çok gizli diplomasi faaliyetlerine dayanan arka plan politikaların yeniden gözden geçirildiği bir anda, Hatay ilinin Reyhanlı ilçesindeki patlama gündemin tam ortasına düştü. 50’ye yakın insanın yaşamını yitirdiği Reyhanlı katliamının politik arka planında, Suriye’nin iç politik dengelerine bir müdahale tasarımı vardır.

Suriye üzerine yapılan politik tartışmalar, Ortadoğu’daki politik denklemi yeniden şekillendirecektir. Bölge dengelerini denetlemek isteyen uluslararası güçler arasındaki ilişkilerin yeniden masaya yatırıldığı bir ortamda bu eylemin yapılmış olması, çok bilinçli ve planlı olduğunu göstermektedir. Suriye içinde inisiyatifi yeniden ele alan Esad’a yönelik, uluslararası alanda bir saldırı hamlesine zemin hazırlamaya yönelik olduğu açıktır. Bu bakımdan Suriye’de oluşan yeni denklemin arka planı anlaşılmadan, bu saldırının özü anlaşılamaz. Çünkü doğrudan birbiriyle ilişkilidir.

ABD ve Rusya’nın Suriye çıkarları birbirine yakınlaşıyor

Suriye’nin Rusya için stratejik önemini daha önce birkaç yazımda ortaya koymuştum. Bu bakımdan, Esad’ın öyle kısa sürede çöküşü aynı zamanda Rusya’nın Ortadoğu denkleminde önemli bir yenilgi alması olacaktı. Akdeniz havzasında kontrolü kaybeden Rusya’nın uluslararası bir güç olma yönündeki stratejisinin çok ciddi bir darbe almasına yol açacağı gibi İran’a yönelik olası bir saldırıda da etkin bir politika izlemesini engelleyecekti. Bugünkü süreç Rusya’nın Suriye’de beklenenin üstünde bir başarı elde ettiğini gösteriyor. Rusya, Suriye’ye aktif askeri destek vermeye devam ediyor. Bunu da gizlemiyor. NATO tarafından Türkiye’ye yerleştirilen Patriot füzelerine karşılık S-300 füzelerini Suriye’ye verileceğini açıkladı.

ABD, Rusya’yı karşısına alarak Suriye’ye doğrudan bir müdahalenin çok daha ciddi sorunlar doğuracağının farkındadır. Ayrıca ABD’nin iç politik durumu da buna pek uygun değil. Ekonomik krizini henüz atlatamamış Obama, Suriye’ye yönelik bir askeri harekâta pek sıcak bakmadığı gibi İngiltere ve Fransa’nın bu konudaki bir kısım önerilerini de görmezlikten geliyor. Ayrıca Suriye’ye dair ortaya konulan askeri ve politik stratejilerin önemli bir kısmının başarısızlıkla sonuçlanması, ABD’nin çok daha temkinli olmasını yol açtı.

Rusya ve ABD’nin, Suriye’deki çatışmaları durdurmak için ortak politikaların belirlenmesi konusunda anlaştıkları biliniyor. Haziran ayında İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılması düşünülen ‘Suriye Eylem Grubu’ toplantısının sonuçlar bölgesel ilişkilerin yeniden belirlenmesinde veya dizayn edilmesinde etkili olacak.

ABD ve Rusya esas olmak üzere, bölgesel stratejilerin önemli halkalarından biri enerji kaynaklarının Suriye üzerinden Akdeniz’e indirilmesi projesinin halen uygulanabilir olması olasılığının gündemde tutulmasıdır. Esad rejimini destekleyen Rusya, bu konuda daha aktif bir rol oynayabilir. Bu bakımdan “Batı’ya doğru iki temel petrol rotasından bahsediyoruz: biri Katar ve Suudi Arabistan’dan, Ürdün, Suriye ve Akdeniz yoluyla Avrupa’ya, diğeri İran’dan Şii güney Irak, Suriye ve Akdeniz yoluyla Avrupa’ya. Önemli olan bu. Batı bu yüzden gerekirse Esad’ı iki yıl daha iktidarda bırakmaya hazır olacak. Bu onları gayet memnun edecek. Üstelik yeni Suriye’de Rusya’nın da bir yeri olacak.” (Robert Fisk) ABD ve AB’nin uygulamak istedikleri projelerden birinin bu olduğu biliniyor.

Bu bakımdan hem Esad’ın bir süre daha iktidarda kalmasını sağlayacak hem de Rusya’nın özellikle Suriye’deki askeri üslerini güvenceye alacak yeni politikalar devreye konulmaya başlandı. Uluslararası güçlerin bölgesel çıkarlarını koruyacak bazı ortak politikaların belirlenmesi de bir bakıma kaçınılmaz hale geldi. Mevcut politik dengelerin uluslararası güçlerin farklı grupları tarafından değiştirilmesi söz konusu olmadığına göre uzlaşı politikası çok daha fazla ön plana çıkacaktır. “Beşar Esad, rakiplerinin beklediğinden çok daha uzun süre dayanabilir. Hem de rejimin devrilmesinden önce, yeni Avrupa petrol rotalarını Suriye kanalıyla güvence altına almak için telaşlanan Batılı liderlerin üstü kapalı kabullenişleri sayesinde. Baas iktidarının muhtemel değişimi ile yakından ilgili bir kaynağa göre Amerikalılar, Ruslar ve Avrupalılar da, Esad’ın en az iki yıl daha Suriye’nin lideri olarak kalmasına imkân verecek bir anlaşma hazırlığında…” (Robert Fisk)

Bu bakımdan kamuoyunda yansıtıldığı gibi İsrail dâhil olmak üzere kimse Esad’ın hemen gitmesinden yana bir politika izlemiyor. Tersine Suriye’deki iç savaşın gelişmesi pahasına da olsa, mevcut statükonun daha bir süre devam ettirilmesi düşünülüyor. Robert Fisk’in yaptığı değerlendirme, oluşmaya başlayan yeni denklemin ipuçlarını veriyor: “Rusya’ya ise Tartus’taki askeri üssünün kalacağı ve Şam’da İran ile Suudi Arabistan’ın desteğiyle kurulacak herhangi bir yeni hükümet ile ilişkisinin güvende olacağı teminatı verilecek. Rusya’nın verdiği son taviz, Esad’ın Suriye’nin gelecekteki güç yapısı için vazgeçilmez olmadığını ifade etti. Bu da Batı’daki anlayışın bir parçası: iç savaşa daha da sürüklenmeyi önleyecek bir anlaşma karşılığında Esad’ın başkanlığı kabul edilebilir.” İki küresel güç arasındaki politik yakınlaşma, bölge ülkeleri içerisinde en çok Türkiye gibi devletleri rahatsız etmektedir. Suriye’ye ilişkin belirlenen ‘yeni’ politikalarda Türkiye’ye pek fazla rol verilmeyeceği anlaşılıyor.

Küresel güçleri yakınlaştıran bir başka faktör: Radikal İslamcı Hareket

ABD ve Rusya arasında başlayan yakınlaşmanın başka önemli faktörleri de bulunuyor. İkisinin ortak buluşma noktalardan biri de Radikal İslamcı Hareketlerdir. Bir süre önce iki Çeçen kardeşin, ABD’de yapmış olduğu saldırıda olaya karışanların yakalanmasında gerekli bilgiyi Rusya verdi. Arka plan istihbarat diplomasisi, eylemcilerin kısa sürede yakalanmasında çok önemli bir rol oynadı. Ayrıca yüzlerce Çeçen kökenli İslamcı militanın Suriye’de savaşması, Suriye’de muhalifler içerisinde dengenin giderek El Nusra’ya kayması ABD ve Rusya bakımından önemli bir tehlike olarak görülüyor. AB, ABD ve Rusya arasında bu tür bir anlaşmanın giderek oluşmaya başlamasının politik arka planında birçok neden bulunuyor. Bunlardan güncel ve öncelikli olanın da El Kaide’ye katıldığını ilan eden El Nusra cephesinin giderek büyüyen güç olarak ön plana çıkmasıdır. ABD’nin baskısıyla El Nusra cephesinin ‘terörist’ olarak ilan edilmesi en çok Türkiye ve Suudi Arabistan’ı zor durumda bıraktı. Çünkü bu iki ülke İslamcı örgütleri çok aktif olarak destekliyordu. Öyle ki daha önce kapılarını sonuna kadar açan Türkiye, birçok El Kaide militanını ABD’ye teslim etti. En son, Bin Ladin’in eniştesinin Amerika’ya teslim edilmesi üzerine, El-Kaide’ye yakın örgütlerde AKP’ye karşı ciddi tepki oluştu ve daha önce çok ciddi olarak güvendikleri her türlü desteği aldıkları Erdoğan’ın, bu kez güvenilmez olduğu ilan edildi. Türkiye ABD’den bağımsız bir Ortadoğu politikası oluşturamayacağına göre, El Kaide ile AKP hükümetinin ilişkileri çok daha karmaşıklaşabilir.

Ayrıca Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) da El Nusra cephesini terörist olarak görmesi, muhalefetin çok açık olarak bölünmesine ve aralarındaki çatışmaların yoğunlaşmasına yol açtı. El Kaide’ye biat eden El Nusra cephesi, ÖSO ile her türlü ilişkisini kestiğini ilan etti ve çelişkilerin giderek çatışmaya doğru evrildiği ve birçok bölgede çatışmaların yaşandığı görüldü. El Nusra’yı ‘terörist’ olarak gören Esad rejimi ile ABD arasında dolaylı bir yakınlaşma oluştu. Çünkü Esad’ın ordusu, en çok El Nusra güçleriyle çatışıyor. Rusya da Suriye’deki El Kaide güçlerine karşı fiilen savaşta bulunuyor. Özellikle Kafkas kökenli yüzlerce İslamcı militanın Suriye’ye savaşçı olarak gelmesi, önümüzdeki yıllarda Rusya için çok daha ciddi bir sorun olmaya devam edecek. Aynı şekilde Mali’de askeri işgale yönelen Fransa ile El Kaide güçleri ardasındaki çatışmaların etkisi Suriye’ye yansıyacak. Bu bakımdan Suriye rekabete tutuşan uluslararası güçler aynı zamanda Radikal İslamcı Hareketlere karşı zorunlu bir uzlaşıya doğru yöneldiler. İngiltere Başbakanı Cameron “Bu öldürmelere son vermek için dünyanın acil olarak bir araya gelmesi gerekli. Daha fazla ölümlerin olduğunu, kimyasal silahların kullanıldığını ve aşırılık yanlılarının daha fazla yayıldığını görmek hiçbirimizin çıkarına değil. Dolayısıyla Putin’in siyasi çözüme ulaşmaya dönük çabalara katılmayı kabul etmesinden memnuniyet duyuyoruz” dedi. Bu yönelimin Suriye’deki yansıması, Esad’ın bir süre daha iktidarda kalması ve Esad gittikten sonra da Baas rejiminin esasen varlığının devam ettirmesi olarak kabul görmeye başladı. Bu bakımdan arka plan diplomaside ABD-Rusya-AB arasında bir uzlaşının giderek oluşmaya başladı. Esad’ın hemen gitmesinin de kimseye bir yarar getirmeyeceği ve en azından 2014 yılına kadar mevcut statükonun devam ettirilmesi fikri fiilen kabul görmüş bulunuyor.

Kamuoyuna yönelik ‘Esad gitsin’ gibi genel geçer söylemlerin çok bir önemi olmadığı da artık anlaşılıyor. Bu durum, özellikle ABD’nin muhalif güçlere daha güçlü silahları verilmesini engelliyor. Öyle ki, muhaliflere güçlü destek veren Cameron’un, “muhaliflerin gelecek yıl daha çok silahlandırılacağını” açıklaması aslında, muhaliflerin, bu yıl Esad rejimiyle ilişkileri geliştirmesi için bir baskı özelliği taşıyor. Bu yaz dönemi, Suriye’de savaşın nihai sonucu ortaya çıkacak ve süreç Esad lehine gelişiyor.

ABD, hem Rusya ile arka plan diplomasisine zarar vermek istemiyor hem de El Nusra cephesine karşı savaşan Esad ordusunu tahrip etmek istiyor. Sürecin bu tarzda ilerlemesinin taktiksel çıkarlarına daha uygun olduğunu düşünüyor.

Suriye konusunda Hıristiyan-Yahudi dünyasını fiilen birleşmesini sağlayan, ‘Radikal İslam’ın bölgede artan gücüdür. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi İslamcı devletler de Hıristiyan-Yahudi politikası ‘eksen’indeki unsurlar olarak işlev görüyorlar. Bu bakımdan ABD, “Sünni Kuşak” stratejisine, en azından şimdilik, konjonktür gereği tereddütlü yaklaşmaktadır. Bu dunum, Türkiye’nin oynaması gereken bölgesel rolde sorunlar yaratacak gibi görünüyor. Esad bütün bu denklemin içinde kendi politik iktidarını bir süre daha sürdürme olanağına sahip olacak.

Suriye’de ciddi bir toplumsal tabanı bulunmayan muhaliflerin güven verici bir strateji izlemedikleri ortaya çıktı. Esad ise tersine iç politik dengeleri kendi lehine çevirmeye başladı. Esad’ın bugün en zayıf halkası Kürtlerin politik pozisyonudur. Esad Kürtlerle çatışma değil, uzlaşıya dayanan bir çözüm politikası izlerse çok daha güçlenecektir. Kürtlerin demokratik taleplerini kabul ederek bir çözüm geliştirirse kazanır, aksi takdirde çok daha ciddi sorunlar yaşamaya devam edecektir.

Suriye politikasında kazan İran, kaybeden Türkiye

Türkiye’nin Suriye politikası çökmekle kalmadı, ülkenin bölgesel politik dengelerdeki ağırlığı da esasen kaybedildi. Erdoğan’ın Kürt sorununa yönelik bir kısım politik hamleler atmasının bir yönü de bu realitedir. ABD’nin belirlediği sınırların dışına çıkmayan Türkiye, iki yıl önce, savaş narası atarken, bunun için sınırlarını İslamcı güçlere sonuna kadar açtı. “Her an savaş başlayabilir ve Kaddafi gibi Esad gider ve Türkiye, Suriye’nin politik gücü ve lideri olur” diye düşündü. Hesap tutmadı. ABD süreci farklı şekilde sürdürdü ve Türkiye’nin politikası çöktü. Ayrıca Arap ülkeleri içerisinde yansıtıldığı gibi bir etki de yaratmadı. Başarısız savaş politikasını sessizce terk ederek, ABD’nin yeni planlarını beklemek zorunda kaldı. Bağımsız dış politika oluşturamayan Türk devletinin, Ortadoğu’nun liderliğine oynaması da bir hayal oldu. Suriye’de oynamak istediği liderliği kaybettiği gibi sürecin dışında kalmaya başladı.

Buna paralel olarak İran tersine bölgesel bir güç olduğunu özellikle Suriye politikasında çok net olarak gösterdi. İran, Suriye’de savaşın tam ortasındadır. Bunu da çok açık yapıyor ve gizleme gereği duymuyor. Hem Esad ordusuna çok büyük oradan askeri destek veriyor, hem de İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah güçleri Suriye’de savaşıyor. İran, Suriye savaşını doğrudan kendi savaşı olarak görüyor ve rolünü de böyle oynuyor. İran da farkındadır ki Esad uzun vadede sürekliliğini sağlayamaz. Bu süreç doldu. Ama Suriye’deki politik denklemde doğrudan söz sahibi olmak istiyor. Rusya’nın yanında yer alarak bu rolünü çok daha güçlü oynamaya başladı.

Bu bakımdan Suriye savaşında kaybeden bir Türkiye’ye karşılık kazanan bir İran gerçeği var. Ortadoğu’nun iki ülkesinin güç ilişkilerini belirleyecek politik durum, esasen ABD ve Rusya ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceğine bağlıdır. Bu bakımdan bölgesel denklem ile uluslararası çıkarımlar arasındaki ilişki, ülkelerin rollerinin belirlenmesinde etkili bir faktör olacaktır. Türkiye’nin ABD’ye bağımlı politikası çökerken, İran’ın Rusya’ya bağımlı politikası birkaç adım önde giderek avantajlı bir durumda bulunuyor.

Reyhanlı katliamının arka planı

Özellikle medya eksenli yürütülen psikolojik savaş birkaç olasılık üzerinde yürütülüyor. Birincisi: Çok sayıda çelişki içeren bu saldırı, Esad güçlerinin işi değildir. Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ın Türkiye’de bu tür eylemler yapma gücü olmadığını herkes bilir. Bu tür saldırı eylemleri çok kapsamlı bir örgütlenmeyi ve planlamayı gerektirir. Kendi iç sorunlarıyla uğrayan Esad yönetiminin Türkiye’de bu tür eylemleri gerçekleştirme olasılığı son derece zayıftır. Ayrıca iç politikada gelişmelerin giderek kendi lehine döndüğü bir süreçte bu tür saldırılara yönelmez. Özellikle Rusya’nın da buna izin vermeyeceği açıktır. Suriye’nin mevcut askeri gücü içerisinde Rusya’nın çok belirgin bir ağırlığı söz konusudur. Baas rejiminin bölgesi bir gücü olsa dahi, Esad’ın mevcut politik pozisyonunun uluslararası güçler tarafından kabul görmeye başladığı bir zamanda bu tür bir eyleme yönelmez.

İkincisi: Bu saldırının THKP-C Acilciler tarafından yapıldığı iddiası da tutarsız ve gerçeği yansıtmıyor. Bu örgütün çok uzun yıllardır merkezi düzeyde örgütsel ve politik bir faaliyeti bulunmadığı gibi politik olarak böylesi bir eylemi ilke ve kural olarak yapmayacağını en çok devletin istihbarat güçleri bilir. Bu tür eylemlerin bir iki kafadarın bir araya gelmesiyle örgütlenecek nitelikte olmadığı açık. Bu tamamen çok üst düzeyde bir örgütlenmeyi gerektirir. Basına yansıtıldığı gibi birkaç kişinin ‘kiralanarak’ yapılamayacağı bilinir. Bu çok bilinçli olarak hedef şaşırtma olup gerçeği gizlemeye yöneliktir.

Üçüncüsü: Bölgede güçlü olan İran istihbaratının bunun gerçekleştirme olasılığıdır. Teorik olarak bu mümkün. İran bölgesel bir güç olmak istiyor ve buna alternatif olabilecek tek ülke ise Türkiye’dir. Ortadoğu’da İran’ın Şii-İslam politikasına karşı Türkiye de Sünni-İslam politikasını koymuş bulunuyor. İki devlet arasındaki rekabet ve çatışmanın merkezi ise Suriye olarak ön plana çıkıyor. Bu bakımdan İran, böylesi bir eylemi yapma potansiyeline sahiptir. Ancak bu eylemin İran’ın stratejik çıkarlarıyla pek uyumlu olmadığı da bir gerçek. İran hiçbir şekilde ne Türkiye’yi bu tarzda karşısına alır, ne de Ortadoğu’da artan politik gücünü böyle bir eylemle tartışmalı bir duruma sokar. Ayrıca İran’ın Türkiye’de önemli politik bağları ve destek tabanı olduğu dikkate alındığında bu tür bir eyleme yönelmez.

Dördüncüsü: Türkiye bölgedeki istihbarat gücüyle sık sık övünen bir ülke ve MİT’in Suriye’de önemli bir çalışma içinde olduğunu, askeri, politik ve sosyal gelişmeleri çok iyi bildiğini ve takip ettiğini söyleyen devletin kendi yöneticileridir. Bu saldırı, Türkiye’de önemli güç odaklarının bilgisi dâhilinde yapılmıştır. Türkiye’nin Suriye politikasına endekslenmiş ve devlet tarafından askeri, ekonomik ve politik olarak desteklenen grupların olması çok daha yüksek bir olasılıktır. Hatay bölgesini kendi çiftliği gibi kullanan radikal İslamcı hareketlerin her türlü askeri olanağa sahip olduğu biliniyor. Söz konusu kamplar savaş merkezi gibi kullanılıyor. Özellikle askeri teçhizat bakımından hiçbir sorunları yok. Bu saldırının arka planında Türkiye’nin aktif olarak desteklediği bölgedeki bir kısım grupların bulunması çok daha yüksek bir ihtimaldir.

Beşincisi: Söz konusu edilmeye çalışıldığı gibi PKK ile devlet arasındaki ‘barış’ sürecini baltalamaya yönelik bir eylem de değil. Özellikle AKP Hükümeti tarafından yapılan bu tür açıklamaların esas amacı, Kürtlerle Esad rejimini doğrudan karşı karşıya getirmek ve çatıştırmaktır. Kürt kamuoyuna verilmek istenen mesaj şu: “Esad rejimi barış olmasını istemiyor. Kürt sorunun çözümünden yana değil. Böylelikle Esad’a karşı özellikle Suriye’de ortak bir cephe oluşturmak gerek.” Amaç Kürtlerle Esad rejimini savaştırmak, çöken politikalarına bir nefes aldırmaktır. Kürtlerin askeri gücü YPG, Batı Kürdistan’da Kürt halkını savunuyor. Hem Esad askeri güçlerinin, hem de El Kaide silahlı gruplarının saldırılarına karşı Kürt halkını koruyor. Ancak AKP’nin yapmak istediği, doğrudan savaş gücü olarak karşı karşıya getirtmek ve çatıştırmak. Bu bakımdan Reyhanlı saldırısını ‘barışa yönelik olduğu’ demagojisini kullanıyor. Bu saldırı “barışı” hedeflemişse, çözümü de çok basit: Kürtlerin politik taleplerinin tamamın kabul eder ve bu provokasyon boşa çıkmış olur. Ancak hükümetin böyle bir amacı ve derdiği olmadığı da biliniyor. Amaç, iç kamuoyunda devletinin başarısız kalan Suriye politikasını gizlemektir.

Reyhanlı katliamı, Suriye denklemini değiştirmeye yönelik bir hamledir. Ancak beklenilen etkiyi yaratmayacağı da ortadır. Reyhanlı’da yapılması da tesadüfî değildir. Hatay son derece kırılgan dengeler üzerinde duruyor. Bu katliamın özellikle Sünni nüfusun çok etkin olduğu bir bölgede yapılması, esasen Alevi-Sünni çatışmasını körüklemeye yönelik olduğu çok açık. Hatay’ın iç dengeleri Suriye’nin küçük halidir. Ancak halk bu gerçeğin farkındadır ve oyuna gelmeyecektir. AKP Hükümetinin günlük pratiğine bakıldığında, bu sorunu çok da umursamadığı da ortadadır.

13 Mayıs 2013 Sendika.org

1 Yorum

  1. Hepsi, ortadoğu üzerine OYNANANAN OYUNLARIN PARÇASI..
    PAZZLI GİBİ.. Kendi düzenlerini yaratabilmek için, yokedilemsi istenen ülkeler zincirinin pimini çoktan çektiler..
    Türkiye burada, baştan beri haberdar olup, sesiz kalan, YAPILAN ARKA PLAN ANLAŞMALARA UYAN BİR ÜLKE!! konumunda.. Buradan sağlanacak FAYDA;kan üzeridnen sağlana çıkarpolitikası…
    UNUTULMASINKİ; BİRGÜN O PİMİ ÇEKEN ÜLKELER, KENDİ TOPRAKLARINI İŞGALLE GELMESİN..

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz