Şüpheli bir ölüm: Çukura düştüğü gece, Orhan Veli neredeydi? – Sunay Akın

Orhan Veli
Orhan Veli, 1950’nin 10 Kasım gecesi, Ankara’da Belediye’nin açtığı bir çukura düşer. Beyin kanaması başlar ve 17 Kasım’da Orhan Veli, üç gün önce kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde, saat 23.20’de gözlerini İstanbul’a kapar. Doktorlar ölümünü şüpheli görürler…

Bir Cağaloğlu geleneği
Bayezid Camii’nde namazı kılınan cenazenin ardından yürüyen insanlar, Cağaloğlu’na geldiklerinde, yokuş boyunca sıralanan kitabevlerinin kepenklerini birer birer indirdiklerini görürler. Vitrinleri bir giyotin gibi kapatan çinkoların çıkardıkları sesler, bir matem melodisi gibi yokuş boyunca yankılanır.

O gün, duvara asılı takvim yapraklarında ’17 Kasım 1950′ tarihi yazmaktadır. Tabutun içindeki de, üç gün önce kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesı’nde, saat 23.20’de gözlerini İstanbul’a, şiire ve yaşama kapayan, doktorların ölümünü şüpheli gördükleri için otopsi yaptıkları, kestikleri, biçtikleri Orhan Veli’nin narin bedenidir. Orhan Veli, Aşiyan mezarlığında, tasarımını Abidin Dino’nun yaptığı kabire defnedilir. Şiirleri gibi süslü püslü olmayan mezar taşında yalnızca, ‘Orhan Veli 1914-1950’ yazmaktadır. Şairin kendini anlattığı ‘Ben Orhan Veli’ adlı şiirinde şöyle bir dize yer alır: ‘Edebiyat tarihçisi bulsun’.

Orhan Veli’nin bulunmasını istediği, ‘pek muteber’ olan sevgilisinin adıdır. Ama aşk konusunda, edebiyat tarihçisine bulacak pek bir şey bırakmaz şair. Çünkü ölümünün ardından hastanenin deposuna gönderilen eşyalarının ceplerinden at yarışlarını gösteren bir program ve diş fırçasının sarıldığı kağıtta, ‘Aşk Resmi Geçidi’ adlı bir şiir çıkar. Söz konusu şiirde şair, sevgililerini tek tek anmaktadır…
Edebiyat tarihçisinin bulması gereken, Ankara’da, Belediye’nin açtığı çukura düştüğü ve ölümüne neden olan beyin kanamasının başladığı 10 Kasım gecesi, Orhan Veli’nin nerede olduğudur.

Bu sorunun yanıtını aramak üzere, Melih Cevdet Anday’ın ‘Fotoğraf adlı şiirindeki iki dizeden yola koyulalım: “Dört kişi parkta çektirmişiz, / Ben, Orhan, Oktay bir de Şinasi…”
Melih Cevdet Anday’ın, Oktay Rifat ve Orhan Veli’yle birlikte andığı Şinasi Baray, Ankara Lisesi’nden arkadaşlarıdır ve de okulun tiyatro kolunun sahnelediği oyunların dekorları onun tarafından yapılmadır.
Ankara’da yaşayan Şinasi, arkadaşlarının seslenişiyle ‘bir de Şinasi’, anneannesinin Hacı Bayram Veli Camii’nin yakınında bulunan evinin bodrum katında ‘Üç Nal’ adında içkili bir lokanta açar. Bir dönem sanatçıların uğrak yeri olan lokanta, çevre düzenlemesi sırasında yıkılır.
Melek Baray, Melih Cevdet Anday’ın şiirinde üç ünlü şairle birlikte anılan ‘Şinasi’nin kim olduğunu merak edip araştıran Sosyolog Okan Konuralp’e, eşini 1989’da kaybettiğini söyleyerek, lokantanın masalarında gezinen, konukların el yazılarıyla dolu şeref defterini gösterir ve şunları söyler: “Orhan, çukura düştüğü gece bizdeydi. Başka bir yere uğrayıp içki içmiş olamaz.”

Şiirindeki diğer ipuçları
Edebiyat tarihçileri için Orhan Veli’nin şiirinde pek çok ipucu vardır.
Hanginiz bilir benim kadar
Karpuzdan fener yapmasını
dizeleriyle başladığı ‘Sakal’ adlı şiirinde iddiasına şöyle devam eder:
Sedefli hançerle üstüne
Gülcemal resmi çizmesini

Şairin, karpuzdan fener yapma konusunda kendine olan güveninin nedeni, Beykozlu oluşudur. İstanbul’un karpuz tarlalarıyla dolu olan bu şirin kazasında 13 Nisan 1914’de doğar Orhan Veli.

Kendi ağzından…
Orhan Veli, arkadaşı Muvaffak Sami Onat’a gönderdiği bir mektupta kendini şöyle anlatır: “1914’de doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım. Yedisinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum, hiç evlenmedim. Şimdi askerim.”

Ölümünden 38 yıl sonra, Rumelihisarı’ndaki parka heykeli dikilir Orhan Veli’nin. Heykelin yapılış aşamasında, Melih Cevdet Anday aranılır ve arkadaşının oturup kalkışını içeren sorular sorulur. Anday, Orhan Veli’nin otururken bacak bacak üstüne attığını söylese de, heykelin bu oturuş şekliyle hiçbir ilgisi yoktur. Melih Cevdet Anday’ın sözlerini doğrulayan fotoğraflardan biri, Sabahattin Ali’nin anlatıldığı, 1995’te yayımlanan ‘Filiz Hiç Üzülmesin’ adlı kitabın sayfalarındadır. Bu fotoğrafta, Sabahattin Ali’nin yanında oturan Orhan Veli’nin, bacak bacak üstüne attığı görülür. Bir diğer fotoğraf ise, Mina Urgan’ın 1998’den itibaren satış listesinde dev adımlar atan ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı kitabında yer alır. Urgan’ın, Küllük Kahvesi’nde çektirdiği fotoğraftaki Orhan Veli’nin pozu, Melih Cevdet Anday’ı doğrular. Heykelde, şairin oturuşu gibi giydiği, daha doğrusu kendisine giydirilen pantolon da tartışmaya açıktır. Şık giyinmeyi seven Orhan Veli, parasız kalınca elbiselerini eskiciye satardı. Bu konuda unutamadığı bir anısı vardır Melih Cevdet Anday’ın: “Sattığı yer hep aynı eskici olurdu. Hergele Meydanı’ndaki bir eskici. Tatlı bir anım var, onu anlatıvereyim, bu giysilerin pantolon paçaları dardı elbet, Orhan’ın beğenisine uygun olarak. Bir gün, gene bir giysisini götürdüğünde, eskici: ‘Beyim, bir dahaki sefer paçaları bol tut, çünkü satılmıyor dar paçalı olduğu için’ demişti.” Orhan Veli’nin pantolon paçalarının kısa oluşunun nedeni babasıdır! Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda şeflik yapan Mehmet Veli Bey, hiç hoşlanmazmış pantolon paçalarının ayakkabıya kadar sarkmasından. Hatta, şairin Ankara Lisesi’nden arkadaşı Oktay Rifat, bir kompozisyon dersinde kaleme aldığı yazıda, sözünü ettiğimiz paça sorununu ele almış ve Orhan Veli’nin evden çıkarken pantolon paçalarını epey yukarıya çektiğini yazmıştır. Heykele baktığımızda, pantolon paçalarının uzun olduğunu görürüz!.

Hangi Londra konferansı?
İstanbul’un, tarihin akışı içinde değişen dokusunu Orhan Veli’nin şiirlerinde görebiliriz. Galata Köprüsü, altından geçmek için bacasını kıran çatana, mavnalar, bayram yerlerinde kurulan kayık salıncak, Rejı’ye giden işçi kızlar, sucuların çıngırakları gibi pek çok motif karşılar bizi Orhan Veli şiirinde… Ama onun ‘Cımbızlı Şiir’inin tarihçiler açısından apayrı bir önemi vardır:
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!

Bu şiir, Orhan Veli’nin 1947’de yayımlanan ‘Yenisi’ adlı dördüncü şiir kitabında yer alır. Dünyanın gidişiyle ilgilenmeyen kadınları taşlayan şiirde adı geçen ‘Londra Konferansı’, şiirin yazıldığı günlerde henüz yapılmamıştır. Şiirin, İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren atom bombasını ve sonrasını içerdiğini göz önüne alacak olursak, Londra Konferansı’nın 1948 yılının Şubat ayında gerçekleşen toplantı olduğunu söyleyebiliriz. SSCB’nin katılmadığı bu toplantıda, İngiltere, ABD ve Fransa, Batı Almanya’daki işgal bölgelerinin statüsünü belirleyerek, federal bir devletin ve Ruhr havzasında uluslararası bir denetimin kurulmasına karar verirler.

Ve Orhan Veli’nin sünneti
Londra Konferansı’nın 1921 yılının Şubat ve Mart aylarında yapılan, Batılı devletlerin zorlamasıyla İstanbul ve Ankara hükümetlerini aynı masaya oturtan toplantı olduğunu düşünemeyiz. Ankara’yı temsil eden Bekir Sami Bey’in ‘Misaki Milli’ andına aykırı davrandığı için görevden alınmasıyla sonuçlanan toplantının atom bombasından çok önce düzenlenmesi bir yana, Orhan Veli o yıl henüz yedi yaşındadır. Bu konferansın tartışmalarının sürdüğü 1921 yılında Orhan Veli, Halife Abdülmecit’in Yıldız Sarayı’nda düzenlediği düğünde sünnet edilen çocuklar arasındadır!..

Sunay Akın
Kaynak: Popüler Tarih Kasım 2000

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz