Şükrü Erbaş: İnsanın yalnızlığından utandım…

Yazının yazgısı mı? İnsan en gizlisini, en dokunulmazını, en özelini yazar. Bunun dışında kalmış tek bir satır gördün mü? Kâğıt, kalem ve senden başka tanrısı olmayan bir yalnızlığı, göğüs kafesinde hohlayıp ısıttığın bir yalnızlığı, ürpere çırpına sabaha çıkardığın bir yalnızlığı, yarasını hiç bilmediğin, belki de yarası olmayan insanlara, “bak, bu yara senin de yaran” diye sunarsın.

Sonra binlerce ayak, binlerce göz, binlerce ses, senin o has bahçende saygılı, hoyrat dolaşmaya başlar. Haz ve korku, incinme ve gönenme, çoğalma ve azalma, pişmanlık ve ısrar… hemen eşiğin üstünde…
Eşikten sadece şiir geçmez. Sen de geçersin. Gider konuşursun. ‘Bir şiir ne zaman başlar ne zaman biter; bir kitap ne zaman; nasıl karar verirsiniz?’ Harfe dönmüş, uğultu olarak kalmış, gölgelenmiş, ışımış binlerce ayrıntının, aklındaki binlerce düğümünü anlatacaksın? Kalbiniz bilir, dersin usulca. Sezgileriniz fısıldar. Okuduğunuz şiirlere bağlıdır biraz da bu. Dinlediğiniz müziklere. Gözyaşlarına. Alın çizgilerine. Şiirin vardığı yer kadar bu sözlerin vardığı yer de gölgelidir. Soran susar, sen susarsın.
‘Kirpikler sizin tek harfiniz sanki. Öyle çok kullanıyorsunuz ki…’ Önüne bakarsın. Bilmiyorum, dersin gülümseyerek. Gözler, ısrarla yüzünde. Çaresiz başlarsın. İnsan yüreğinin eşiğidir, dersin. Hançeri anımsatır. Çocuk beşiğidir. İnsanın gözlerini binlerce boncuğa çevirir. Darağacıdır. Sonra ırmak boylarındaki kavak ağaçlarından söz edersin. Uzaklardan, güneşli ya da gölgeli bir ufuktan, kederli bir arzudan, al yeşil bir hevesten… bir daha susarsınız…
Bir soru daha çınlar şiirin derinlerinden… isimler, isimler, isimler… aslında soru değildir. ‘Sesiniz nereleri dolanır gelir, kimler yaşar sizde?’ Mahcup ve gururla başlarsın: bütün o isimler, benim hayatımı, duygularımı, hayal gücümü, fiziğimi, kimyamı oluşturan tanrılarımdır. Uzaklardan gelip uzaklara giden sözlerimdir. “Ben burada yoğ iken” şiirimi yazanlardır. Her biri bir başka ‘ben’dir. Döner döner bakarım. Bakarım ki kimse bir yere gitmemiş. Başımın üstünde duruyorlar.
En başa döner söz, unutulmuş gibi: ‘nasıl başladınız?’ Sıkıntın katlanır. Mazlumla çok erken tanıştım, dersin. Masallarla çok erken. İnsanın cehennemiyle erken. Gözyaşı götürdü beni harflere. Alın çizgileri götürdü. İnsanın yalnızlığından utandım. Taşların, yaprakların, böceklerin sonsuzluğu önünde ürperdim. Yazdım. Sonra yazdıklarımla hayata baktım. Başkalarını sevecek, onurumu koruyacak, yaşadığımı hak edecek başka bir şeyim olmadığını anladım.
Sessizlik büyür, büyür…

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz