“Siyasal İslamcıların da, darbecilerin de toplum projesi yok” Darbe Mekaniği – Josef Kılçıksız

Marc BourlierSon darbe girişimi bana ”hain” profili hakkında ipuçları sunuyor. Kalkışma bana hainin, ortaya çıkaran etkiler olmadığı için ne başkasına ne de kendine açılan, hatta işinde gücünde bir yurtsever (!) olabileceğini göstermiştir.
Barış zamanında, üzerinde durulmaya değmeyen bu toplum döküntüleri, ancak bunalımlı dönemlerde büyük bir önem kazanıyor.
Başarısız darbe girişiminden sonra herkes hasar tespiti yaparken ” sen kalkmış neler yazıyorsun, demokrasi elden gidiyor, gölge etme yeter, bi sus olum ya”, der gibi, azarlandığımı hissediyorum. Ama huyum kurusun, susamıyorum işte.

Önce şu temel soruyla başlayalım: Türkiye’yi bir darbe mekaniğine sokan gelişmeler nedir? Toplumda siyasetin sorunları çözemediği fikri oluşmuş mudur?
Gezi ile birlikte hükümetin, iç savaşa dek uzanan çatışmacı bir siyasi tutum içine girdiği fikri yayılmaya başlamıştı. Toplumsal uzlaşmanın sağlanması bir yana, kutuplaştırıcı bir çizgi izlenmiştir. Ama denecek ki, siyaset kültürü ancak bu kadarına izin veriyor. Bu bir ikrardır ve kısmen de olsa doğru bir tespittir.
Bence Gezi’den itibaren zaman zaman düşük yoğunluklu olarak süren, uzatmalı bir darbe sürecinin içindeyiz. Bu son darbe girişimi, klikler arasındaki güç savaşımında, bu sürecin inisiyatifini ele geçirme mücadelesidir ve bu momentum, süreçte ideolojik bir kırılmaya tekabül etmez.
Bir kere bunu teslim edelim, darbeye karşı direnişin omurgası AK Parti’nin orta alt sınıf dindar, muhafazakâr seçmendir. Dini bütün muhafazakâr vatandaş sokağın inisiyatifini ele geçirmiştir.
Muhafazakâr vatandaş ve onunla eşgüdüm halinde hareket eden paramiliter bir sivil güç sokaklarda bir nevi kendi Gezisini yaşıyor. Ama bir farkla, onların Ali-İsmailleri tekmelenerek öldürülmüyor, sıcak francalası elinde, Berkinleri evlerine sağ salim dönüyor!
Ve sırf darbeye karşı çıkmak bu seçmen kitlesini demokrat yapmıyor. Darbeci generaller ile meydanlarda asker kafası kesenler, bence, senelerdir üretmekte olduğumuz şiddet kültürünün piyonlarıdır.
CHP sanki majestelerinin muhalifi gibi davranıyor ve proje yoksunluğu yüzünden, önemli toplumsal olaylara sadece “random” tepki veriyor.
CHP darbeye karşı çıkmıştır ama karşı çıkışın gereğini yerine getirecek inisiyatif alamamaktadır.
CHP dini bütün muhafazakâr vatandaşa ulaşabilmenin önündeki politik, ideolojik ve kültürel bariyerleri bir türlü kaldıramıyor. Solun siyasal aklı, meseleyi hayat tarzı savunusuna indirgeyerek algılıyor. Bu indirgemeci yaklaşım onun, birinci dünya savaşı sonrası Almanya’sındakine benzer bir ”muhafazakâr devrim ”in bileşeni olmasını engelliyor.
Peki, bu darbe sürecinde birbiri içine geçen bu güç hiyerarşisini ve ilişkilerini nasıl çözüp birbirinden ayıracağız?
Önce Fetö ile el ele Ergenekon’la ordunun prestijini iki paralık eden, ardından müttefik değiştirerek Ergenekoncularla Stockholm sendromu yaşamaya başlayan bu hükümetin bizzat kendisi değil mi?
Kürtlerle bir süreç başlatıp orduyu devre dışı bırakan sonra Kürt sorunu içine orduyu tekrar aktif bir aktör olarak sokan aynı hükümet değil mi?
Peki, bu darbe treninin lokomotifi Fetö mü? Bence değil, ama Fetö önemli bir bileşeni, bence asıl lokomotif ordu içindeki sert laik çekirdektir. Kaldı ki, darbeyi Fetöcü klik organize ettiyse, demek ki darbeye katılan elliye yakın general de Fetöcüdür!
Denilecek ki, Fethullahçılar ile ordunun laik kliği arasında bir doku uyuşmazlığı var ve bu iki kesim arasındaki geçişkenlik neredeyse olanaksız. Hal böyle olunca, bunların darbe girişiminde nasıl işbirliği yaptığını düşünebilirsin? Ben bu soruya soruyla karşılık vermek isterim: Ergenekoncular ile AKP arasında zamanında aynı türden bir husumet ve doku uyuşmazlığı yok muydu?
Ordu içinde AKP iktidarının İslamcı tavırlarına karşı 13 senedir birikmiş bir laik asabiyet var. Uygulamalarıyla ülkeyi darbeye açık olma haline sokan bu hükümetin kendisidir.
Bürokrasinin her kademesine yapılan atamalar ve ordudaki terfiler hiçbir dönemde olmadığı kadar siyaset, ideoloji ve adam kayırma ve keyfiyet üzerinden yapılmıştır.
Ordunun kurumsal hafızası nedir? Böyle bir hafıza varsa, ülkeyi iç ve dış düşmanlara karşı korumak değil mi? Eğer öyleyse, bence öyledir, ordu, Fetö olmadan önce de siyasal İslam ve temsilcilerini, Cumhuriyet’in laik özelliğini aşındıran düşmanlar olarak görmemiş midir?
Fetö denilen zombi yaratık, hükümetin kendi eliyle yarattığı Frankenstein değil mi? Frankenstein’in aslında bir ismi yoktur ona, “sen kimsin”, diye sorduklarında Victor’u göstererek ”o bana hiç bir zaman bir isim koymadı” der. AKP de kendi Frankenstein’i için Fetö ismini, ne ilginçtir ki,17-25 Aralıktan sonra dillendirmeye başlamıştır.
Ancak karşı devrim, 1950’lerden beri yol alıyor.
Peki, siyasal İslam’ın bir toplum projesi var mı? Bence yok, fakat darbecilerin de yok ve hiç olmamıştır.
Siyasal İslam’ın bir zamanlar ilerici, seküler, sol, sosyalist, ulusçu akımların önünü kesmek gibi bir işlevi vardı. Peki, yukarıda saydığım bu kesimin önü epey kesildiğine göre, siyasal İslam’ın şimdiki işlevi nedir? Siyasal İslam, 1923’ten sonra açılan parantezi kapatmak istiyor ve büyük Osmanlı projesi içinde şerî bir rejim hedefliyor.
Türk toplumunun kolektif bilinçaltı kanımca korkularla doludur: bölünme korkusu, dinin elden gideceği korkusu, şeriat korkusu, fetih zoruyla gelinen Anadolu’dan Orta Asya bozkırlarına kovulmak korkusu, Ermenilerin toprak ve tazminat talebi korkusu, vb. gibi, toplumu hırçınlaştırıp savunma pozisyonlarında tutan ve biteviye bir teyakkuzda bırakan korkuları kastediyorum. Toplumsal bünye ”düşman” perspektifi üzerine kurulu bu korkularla senelerdir zehirlenmektedir.
Ama ben, korkunun yüne de toplumsal hayat içinde olumlu bir rol oynadığını düşünürüm; örneğin korku, grubu uyuşukluğundan kurtararak kendi aktivitesi ve dinarnizmine sokar.
Laiklik hassasiyeti yüksek toplum kategorileri, sizce senelerdir neyden korkuyor? Hayat tarzlarına müdahale edilmesinden değil mi? Peki, bu müdahale yaklaşık yarım asırdır yapılmıyor mu? Seküler hayat tarzları aşındırılan bu kesim buna rağmen neden uyuşukluğundan sıyrılıp bir şeyler yapmıyor? Acaba gerilim ve korkunun laik dünyanın içine yeterince transfer olmaması yüzünden mi? Yoksa laikliğin bu kesim için sanıldığı kadar hayati bir öneminin olmaması yüzünden midir?
Eğer PKK, kurulmak istenen demokrasi cephesine destek vermek istiyorsa bence süresiz ateşkes ilan etmelidir. En azından böyle yaparak şehit haberleri üzerinden inşa edilen duygusal düşmanlık ikliminin dağılmasını sağlayabilir ve demokrasi güçlerinin hareket alanını genişletir.
Gerçi bana kimse demokrasi mavalı okumasın, bana göre demokrasi her zaman bir faşist yatağı olagelmiştir, zira insanın kendisi bir çarpıtma ve yarım kalmış bir projedir.

Josef (Hasek) Kılçıksız, PhL
Görsel: Apartman yaşamı- Marc Bourlier

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz