Sivas 1993 | “Ah sevgilim derdim, ölüm ne kadar çoktu yaşadığımızda”

bilmemem gereken şeyler öğrendim
.
Heybesinde yılan
İşaretleri,
Baldıran zehiri
Yüzüğünün içinde
Ve yanında
Kav taşıyan ben;
Tekinsizim size göre
İbret için yakılması gereken
Metin Altıok / Sürgün

Yukarıda okuduğunuz dizeleri sıralayan bir kahin değil, şairin kendisidir. Ve şair yazdığı bu dizelerden yıllar sonra şiirin “önem ve anlamına” uygun şekilde 17 yıl önce bir çok aydınımızla birlikte “ibret” için Sivas’ta sekiz saat süren yarı resmi bir törenle yakıldı.

taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
-avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı-
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.
Behçet Aysan -Unutulmayan durmadan

Behçet Sefa AYSAN, Yeşim ÖZKAN, Nurcan ŞAHİN, Muhibe AKARSU, Muhlis AKARSU, Murat GÜNDÜZ, Handan METİN, Ahmet ÖZYURT, Huriye ÖZKAN, İnci TÜRK, Özlem ŞAHİN, Yasemin SİVRİ, Asuman SİVRİ, Uğur KAYNAR, Sehergül ATEŞ, Gülender AKÇA, Gülsün KARABABA, Mehmet ATAY, Hasret GÜLTEKİN, Serkan DOĞAN, Muammer ÇİÇEK, Belkıs ÇAKIR, Asaf KOÇAK, Edibe SULARI AĞBABA, Menekşe KAYA, Koray KAYA, Serpil ÇANİK, Erdal AYRANCI, Asım BEZİRCİ, Sait METİN, Carina Cuanna THUIJS, Nesimi ÇİMEN, Metin ALTIOK, Kenan YILMAZ ve Ahmet ÖZTÜRK 2 Temmuz, 1993 yılında katledildiler.

Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak
.
Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok
“Aldırma” diyor gülerek
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde Yaşamak, insan kalarak”
Ataol Behramoğlu – Yangın Yeri

2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta gerçekleştirilen katliam, Türkiye tarihine devletin gericilerle el ele vererek aydınlığa karşı giriştiği kıyımın bir halkası olarak geçti.


Hasret Gültekin
Bu Gece Bendeki Canıma

Bu gece
ben giderim resmim kalır,
belli ki bir hevesim kalır,
gözüm arkada kalmaz,
Seni göresim kalır..
Sesim kalmaz,
sözüm kalmaz,
yarım kalır bir öykücük,
bozulmuş bir tılsım kalır.
Güze ulaşır vakit
kurur dallar,
ayaz kalır.
Gece çöker baykuş öter,
yaşanmamış bir yaz kalır.
Söner içimdeki yangın,
direnen kımıl, göğ ekinler,
açar güneş,
mevsim ilkbahara döner,
yemyeşil bir tınaz kalır.
Alacak renkler susar,
ortada tek “beyaz” kalır.
Çürür düzen zulüm biter,
kar altında gülüm biter,
vakit ulaşır yolum biter,
bir de yasak “adım” kalır.
Toplatılır yazılarım,
yakılır dizelerim,
kurutulur gözlerim,
geride genç ölüm kalır


Nesimi Çimen / Barış Güvercini

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Barış güvercini uçsun dünyada
Yok olsun kötülük düşmanlık ölsün
Barış güvercini uçsun dünyada
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

Dünya cennet olsun yaşasın insan
Gelin barışalım dökülmesin kan
Son bulsun savaşlar kesilsin figan
Barış güvercini uçsun dünyada
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

İnsancıl insanlar barıştan yana
Ancak zalim olan kıyar insana
Barış aşkı yayılmalı cihana
Barış güvercini uçsun dünyada
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

Nesimi der ki ey füze yapanlar
Acımasız zalim cana kıyanlar
Bırak ey yaşasın bütün insanlar
Barış güvercini uçsun dünyada
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

Rıfat Ilgaz */ Son Şiirim

Elim birine değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım

* Rıfat Ilgaz’ı, büyük acı duyduğu, dost ölümlerini yaşadığı katliamdan beş gün sonra yitirdik. Bu yüzden, son şiirini, Sivas’ta öldürülenler sırasında anmak istedik.

Aziz Nesin / Sivas Acısı

Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sıvas’tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var

Ben bilirim
Bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgârı
Kurutsun diye akan kanlarımı

Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından Sıvas işi

Ben duyarım duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sıvas ilinden
Sıvas rüzgârında uçup gelmiş
Helallik dilemeye

Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanlıklara gömenlerde
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne
Bilmelisin bir yerin var canevimde

Haydar Ergülen / Behçet

İşte ‘yağmur dindi’; iki yaz arasına
yokluğu bıraktılar, senin o ağustos
sesini gölgeye değil, külünü aramıza…
‘Yağmur dindi’, unutulmaya hazırlanan ne
varsa temmuz gibi tutuşuyor aklımda;
yarısı o güneşli sesinin tozuyla hala
ürpertili bir yaz hışırtısına takılmış
altmışsekizlik plakta, yarısı kül aklımda!
Ah, kül razı değil de kul razı, sesinin
dolaylarından alınma bu yanık havaya,
bir bulut kaynıyor temmuz göğünden
gözümüzde ‘yağmur dindi’, yangınsa daha…
‘Yağmur dindi’ şairim, tabip değil misin
sen akıl ver bana: Bu acı hangi
arkadaşlığın gölgesine çekilir şimdi,
ve hangi şiire sığar külün kimsesizliği?
‘Yağmur dindi’ ve sen üstlendin yine
kardeşiyle kül olan bir ülkenin sessizliğini,
bir elem doktoru üstlenirdi bu acıyı elbet:
iyisiniz değil mi ruh verdiği şiirler?

Bir adın Safa’ymış meğer, güldün mü Behçet?

Sunay Akın / Kova Kaleci

Yedi kova su yeterliydi
sıvas’taki ateşi söndürmek için
oysa her biri
devlet dairesindeki kovaların
üstüne yazılı
altı harfli bir sözcüktü yangın

Yedinci kova
taşar engellenemez biçimde
çünkü emekçilerin
alın teriyle doludur
işte bu yüzden
sinek ölüleri yüzemez üstünde

Futbol takımında mahallenin
kova kaleciydi lakabım
ilk kez sevinecektim buna
ama yalnızca
avuçlarıma alabildiğim suyu
bir kova gibi sıvas’a taşıyamadım

G harfi boştur yangın kovalarının
ki ortaya çıkar
dolu olanları okununca
madımak oteli’nin merdivenlerinde
kurtulmayı bekleyenler için
verilen karar: Yan ın

Ve başında anladım ki bir kuyunun
ipin ucunda
derinlerdeki suya uzanan
birer kova gibidirler
yangınları söndürmek isteyen
darağacına asılı devrimciler

Moğollar / Issızlığın Ortasında

bir düş gördüm geçenlerde
görmez olsaydım ah olsaydım
içime seytan girdi sandım
keşke hiç uyumasaydım

birdenbire
ateş ve duman
feryadı figan
sanki el ele
geliyor habire
üstümüze

canlar sazlar
kan oldular
kesildi teller
durdu nefesler
ama hala
dimdik ayaktalar

çığlık kalleş
sessizlik mi dost
ateş ve duman
hain düşman
ıssızlığın ortasında

Akgün Akova / Madımak Oteli

– Sivastopal, 2 temmuz 1993,
37 ölü,
milyonlarca şiir yaralı.-

sizleri tanıyordum
sabahları geçerek önümden giderdiniz işlerinize
siz
kendini amber ağacı sanan karalahana suratlı manav
yüreğini örümceklere diktiren terzi çırağı
siz
çocuklara çarpıp kaçma eğilimli belediye şoförü
maçlarda peygamberlere küfreden zabıta memuru
evet siz
siz
öğrencilerine Atatürk heykelini tokatlatan öğrenci yurdu müdürü
yani siz beyefendi
siz
çanakçılar, kışkırtıcılar, kibritçiler
melek boğazlayıcılar
sahte itfa’ye aslanları
siz
cinayet sonrası toz olan pır pır sultan imamlar
bayat yeşil biberler
kanat düşmanları
sizleri tanıyordum
kutu kutu odalarım kol kanat gerdi askerlik anılarınıza
banka cüzdanlarınıza
astım ilaçlarınıza
kiminiz evden kovuldunuz bende yattınız sabaha kadar zik zak
korudum sizi göktaşlarından ve ay çarpmalarından
çocukluk arkadaşınızdı otel kayıt memuru önce onu yaktınız
türküleri yaktınız şiirleri yaktınız
doğru sözü yaktınız

akşamları geçerek önümden gidersiniz evlerinize
yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz
kapıda sizi karşılayan çocuklarınız
onlar da öğrenir bir gün
içindeki insanlarla yaktığınız
bir otelin
sonsuza dek
kül tüküreceğini yüzünüze.


Muzaffer İlhan Erdost / Geri İstiyoruz Onları

2 Temmuz cuma.
Semah dönüyor onlar.
Avuçlar açık: Ne zaman yalan söyledim!
Ayaklar çıplak: Toprağı ısıtan toprağım.
Sesim ırmak: Bozkıra akıyor.
Kollarım kuş kanadı: Ekin biçiyor.
Gözlerim kapalı: Her şeyi görüyorum.
2 Temmuz cuma.
Düşüyor Sivas’a.
6 Ağustosta Hiroşima’ya
Gök kadar kara bir “güneş”.
Karartıyor güneşi.
“Anne! Anne!” diye yanıyor kardeşim.
“Yanıyor kardeşim anne!”
Caddeler: kömürleşmiş beden.
Ölüm merdivenlerde soluyor ölümü.
Behçet’in “Beyaz Başörtülü Kadınlar” şiirinde özlemleşiyor özlemleri:
yürüyorlar alana doğru
binlerce beyaz başörtülü kadın
ve binlerce yitik fotoğrafı
genç yaşlı kız erkek
ve binlerce desparecidos
analar ve anılar
eşler kardeşler çocuklar
geri istiyoruz onları
geri istiyoruz onları
Geri istiyoruz onları bilince sızan
ışığı. Kitaba şavkıyan alazı. Şiire inen güvercini. Doru at sekişli üç telli sazı. Semahın seher yelini. İncecik kızların gülüşlerini. Hasretin hasretini.
Onları istiyoruz.
Geri istiyoruz.
Çünkü desparecidos oldu onlar, yani kayıp.
Çünkü kayboldu onlar da.
Yanmış bedenleri ağrımızda, toprağımızda ama, kayıp onlar.
Çünkü onları boğan irade, “irade-i
meçhul” de ondan.
“İrade-i meçhul”, meçhul olarak kaldıkça, “faili meçhul” olarak kalacak onlar.
“Faili meçhul” olarak kaldıkça
Geri gelmeyecek onlar, biliyoruz.
Ama onları istiyoruz.
Çünkü özgürlüğümüzü istiyoruz.
Çünkü onları boğduran “irade”nin tutsağı olmaktan kurtulmak ve özgür olmak istiyoruz.
Ve özgür de olacağız.
Çünkü biz halkız.
Biz halkın iradesiyiz çünkü.
Şavkıyan ışığın sesiyle, seher yelinin sessizliğiyle, hasretin hasretiyle, içimizde yanardağlar gibi tutuşan özlemleriyle çığlılanıyoruz.
geri istiyoruz onları
geri istiyoruz onları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz