Sinema piyasaya yöneldi, Bağımsız bir film yapmak için piyangodan para çıkması gerekiyor

Sinema eleştirmeni ve Milliyet gazetesi sinema yazarı Alin Taşçıyan, son yıllarda Türkiyede sinema kalitesinde bir düşüş yaşandığını insanların ekran filmlerine ve televizyon dizilerine mahkum edildiğini söylüyor. “İki yüz kopya film çıkıyorlar, bu 400 salon ediyor. Zaten bütün salonlar işgal edildi. Türkiye’de sinemaya gitme yöntemi de belli. İstanbullu alışveriş merkezine gider. Gezer, tozar, yer içer. Akşam olur. Sinemanın önüne gelir, afişlere bakar ondan sonra da saatine bakar. “Aaa canım saat 18.00 olmuş, hangisine gidelim? Bilmem şu filme daha çok var. Saat 20.00’de gösteriliyor. O saate kadar beklemeyelim. Saat 18.15’te şu film var, buna gidelim.” İşte Türkiye’de bu şekilde film izleniyor. Küçük şehirlerde ise zaten bir sinema salonu var. İnsanlar, hangi film gelirse ona gitmeye mecburdurlar. İşte bu piyasa filmleri böyle para kazanıyorlar.” ANF’nin Taşçıyan ile yaptığı röportajı aşağıdan okuyabilirsiniz.

Taşçıyan, “Türkiye’de ulu orta ‘Ben Kürtleri sevmem, Kürtlerden hoşlanmam’ diyen insanlar senaryo yazıyor, dizi yapıyor. Bu insanlar Kürtleri hedef alan diziler yapıyorlar. Bunun etik ve ahlaki bir yanı yok” diyerek tepki gösteriyor. Türkiye’de filmlerde sanatsal kaygılardan ziyade ticari kaygıların ön plana çıktığını belirten Taşçıyan, “Piyasadaki yapımcı ve yönetmenler, para hırsı yarışına girmişler. İnsanlar, ekran filmlerine ve televizyon dizilerine mahkum edilmiş” diyor. 

Son dönemlerde Türk sinemasına kalitesizlik hakim, bunda televizyonun etkisi var mı?
Bu soru iki yıl önce sorulduğunda iyimser bir şekilde Türk sinemasında bir gelişme olduğunu söylerdim. Fakat nedense son 1-1.5 yıl içinde birdenbire her şey yine olumsuza dönüşmeye başladı. Ne yazık ki, sanatsal filmlerden öteye insanlar, sadece ekran filmlerine ve televizyon dizilerine mahkum bırakıldı.

Ticari kaygılar mı öne çıktı?
Eskiden bir çıkış oldu. Bunu başlatan Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz gibi isimler, orta yaşa gelip durdular. Bunların ardındaki kuşak ise Semih Kaplanoğlu dışında pek kendini ciddiye alan çıkmadı. Böyle alternatif dalga gelişmeyince tersi gelişme oldu. Müthiş bir ticari dalga aldı başını gidiyor.

Son dönem filmlerin çoğu birbirine benziyor…
Bu piyasada tek hedefiniz para kazanmak ise kitleyi bir yerde yakalar, kazanırsınız. Bu iyi bir şey değil. Bence insanın yaptığı işe saygısı olmalı. Yani bizimkiler, A sınfı havasıyla işin içine giriyorlar, angaje olmuş oyuncular ve dağlı senaryolar… Bakıyorsunuz hepsi de aynı filmler. Ondan sonra izlenme rekoru kırıldı deniliyor. Biz 70 milyonluk ülkeyiz. Sadece İstanbul da, 12 milyon insan yaşıyor. Tabii ki, 2 milyon kişi izler.

Burada film eleştirmenlerinin rolü nedir?
Hiç rolü yok. Türkiye’de zaten bütün medyanın okunurluk ve izlenirlik oranını toplayın bakalım nedir ki? Haber programları, gazetenin kültür sanat programları internet sinema sayfaları okunmuyor. Biz olduk olası okuryazarlık oranı düşük olan bir ülkeyiz.

Peki alternatif kesim ile çıkış yakalanabilir mi?
O konuda çıkış yakalandı. Hiçbir sorun yok. Kendi kendine titizlenen alternatif sinema yapmak isteyen yapıyor. Mesele ana akımda, o düşüşte. Sadece para kazanmaya yöneldi. Piyasada yapılan filmlerde senaryo yok, yönetmenlik yok. Bir star, bir de güzel kadın ile işi götürmeye çalışıyorlar. Adamların filmlerinde öyküleri anlatacak derdi yok. Zaten yönetmenlikte bir iddiaları da yok.
Güzel bir kampanya ile var olan bütün programlara çıkıyorlar. Ve bütün salonları da kapattırıyorlar. İki yüz kopya film çıkıyorlar, bu 400 salon ediyor. Zaten bütün salonlar işgal edildi. Türkiye’de sinemaya gitme yöntemi de belli. İstanbullu alışveriş merkezine gider. Gezer, tozar, yer içer. Akşam olur. Sinemanın önüne gelir, afişlere bakar ondan sonra da saatine bakar. “Aaa canım saat 18.00 olmuş, hangisine gidelim? Bilmem şu filme daha çok var. Saat 20.00’de gösteriliyor. O saate kadar beklemeyelim. Saat 18.15’te şu film var, buna gidelim.” İşte Türkiye’de bu şekilde film izleniyor. Küçük şehirlerde ise zaten bir sinema salonu var. İnsanlar, hangi film gelirse ona gitmeye mecburdurlar. Bu piyasa filmleri böyle para kazanıyorlar.

Oysa Türkiye’de filmlere konu olacak çok malzeme olmasına rağmen neden bu çelişki ve bu olaylara dikkat çekilmiyor?
Evet, ama anlatmasını bilmek gerek. Anlatmaya çalışmıyorlar, istemiyorlar.

Türkiye’de özellikle son yıllarda bütün kesimleri ahtapot gibi saran televizyon dizilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alan memnun satan memnun. İnsanlar mutsuz, yoksul, bezgin, yorgun argın evlerine geliyorlar. Fazla bir şey yapmak istemiyorlar, o noktada da, daha tanıdık daha anlaşılır, dikkat gerektirmeyen ama dikkatlerini de dağıtan bir şeyler izlemek istiyorlar. Örnek olarak müzikal sinema gibi. Müzikal sinema da, savaştan kaçmak için yapılan bir sinemaydı.

Dizilerde, bir kaçış mı?
Evet bir kaçıştır. Dizi formatı cazip bir format. Bizim diziler, 80-90 dakika sürüyor. Reklam kuşaklarıyla birlikte 2 saat. İnsanlar televizyonun karşısına geçiyor. Sık sık ta reklam arası olduğu için birincisinde yemeğini yiyebiliyor, ikincisinde çayını içebiliyor. Üçüncüsünde de, meyvesini yiyebiliyor. Ama şu söylenebilir: Şunu yaparken biraz daha dikkatli ve insaflı olunabilir. İnsanlar, iyi şeyleri de sever, iyi şeylere de, alışır. Ama öte yandan yapımcıların hırsı bir çılgınlık. Ama insanlarda da sorun var. İzlemesinler. Televizyonlarını kapatsınlar, sohbet etsinler, kitap okusunlar.

Bu dizilerin birçoğunda bir Kürt karşıtlığı var. Bu çok tehlikeli bir durum değil mi?
Evet bayağı var. Hiçbir şekilde ırkçılğı etik bulmak ahlaki değil. Türkiye’de biz artık iyice şaştık. Neyin ırçılık olup olmadığına dair insanlar şaştı. Ulu orta yerlerde ben Kürtleri sevmem, Kürtler’den hoşlanmam diyen normal insanlarla birlikteyiz. Bu normal insanlar, aynı zamanda senaryo da yazıyor. Dizi de, yapıyor. Bazı insanlarda, ‘oh ne güzel olmuş’ diye seyrediyorlar. Bazıları da. aklını kaçırarak seyrediyorlar. Dünyada, totaliterizm kendini hissetmeye başladığı zaman bu tür planlar yapar. Bunları tamamen nabız yoklama ve reyting uğruna yapıyorlar. Hani ideolojik bir yanı da yok. Toplumda Kürtlere karşı bir kamplaşma mı, hissediliyor? Bu kesimlerde bunu kullanarak, gelir elde etmek istiyorlar. Bunlar tamamen ticari kaygı ile yapılıyor. Bu sanat değil.

Avrupa sineması şu anda ne durumda?
Avrupa sineması yavaş yavaş kayboluyor. Eskiden bir Doğu Avrupa sineması vardı. Polonyalılar, Çekler, Macarlar, efsaneydiler. Yine Rus sineması aynı. Gerçi Rus sineması hala güzel şeyler çıkarıyor. Ama Rusya çapına göre neredeyse orta da sinema yok. Fransızlar, sinemalarını milletçi bir tavırla çok iyi destekliyorlar. Olağan bir destek, çok sayıda da, filmler yapıyorlar. Ama bir türlü eksi ürünleri çıkaramıyorlar. Hep aynı isimler çıkıyor. Onun dışında Avrupa’da bazen önemli ve ilginç isimler çıkıyor. Bakıyorsun ki, onlarda kendisini Amerika’da buluyor.
O zaman bağımsız bir sinemadan bahsetmek pek mümkün değil…
Bağımsız bir film yapmak için piyangodan para çıkması gerekiyor.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz