Semavî kitapların emri: Öldürmeyeceksin – Cemil Meriç

Kanun, eski Yunan’dan beri “büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı” Avrupalı için. Machiavelli, insanlığı ikiye ayırır: tarihi yapanlar, tarihin malzemesi çobanla sürü. Katili göklere çıkarır, Sade, ayak takımının peşin hükümlerinden sıyrılmış bir gerçekçi olarak alkışlar.

Rousseau, çağdaşlarının yüzüne tükürür gibi sorar: içinizde Mandaren’i öldürmeyecek kaç kişi var? Kimdi bu Mandaren? Çin Maçin’de yaşayan bir meçhul insan. Tanımadığımız, tanıyamayacağımız biri. Yani bir mücerret. Oturduğumuz yerde bir düğmeye bastık mı geberecekti herif, biz hazinelerine konacaktık, kimselerin ruhu duymayacaktı, şöhretimiz gölgelenmeyecek, şerefli bir insan olarak yaşamakta devam edecektik. Ahlâk bu suale verilecek cevaptaydı, Rousseau için.

Avrupa insanının ruh dünyasını bütün giriftliği ile ifşa eden iki büyük romana, en tanınmış eserlerinde bu can alıcı suali tekrarlarlar. Goriot Baba’nın kahramanı Rastignac daha oturmuş, daha zinde bir toplumun çocuğudur. İlk tepkisi şu: Mandaren kaç yaşında? Sonra sesini yükselten vicdan, daha doğrusu alışkanlık: hayır.
Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’u daha çıplak, daha kendisi, daha insan. Sefaleti bütün zilleti, bütün rezillikleriyle yaşamış. Çıkmazdan kurtulmak için tek çaresi vardır: tefeci kadına kıymak. Âdeta meşru bir müdafaa içindedir, hukukçuların iztirar hâli dedikleri korkunç durum. Kanayan bir hassasiyet, uyanık bir zekâ ve hasta bir şuuraltı.

Avrupalı için medeniyet, zorun yerine hilenin geçişidir. Fransız, bu mânâda Rus’tan daha medenidir, daha medeni, yani daha tehlikeli. Boşuna dil döker muhatabı. Delikanlı Mandaren’i öldürmeyecektir. Faziletinden mi? Hayır. Tatsız sürprizlerden çekinir ve bilir ki er geç şeytan kendisine yardım edecektir. Raskolnikov, sarsıntı geçiren bir toplumda yapayalnızdır, Dosto gibi. Kafasında bulanık düşünceler, aç ve yan uykuda. Sanki bir kâbusu yaşamaktadır. Aylarca tereddüt eder. Ezilen gururu uzun zaman yaralı bir yılanın ıslığı gibi uğuldar içinde: güçlüsün ve güçlü, engel tanımayandır.

Suç ve Ceza’nın birinci bölümü, bir insanla bir düşünce arasındaki tüyler ürpertici kavganın hikâyesi. Sonra düşüncenin zaferini hazırlayan dekor ve hâdiseler… Saint Petersburg, ihtişam ve sefaletin kucak kucağa yaşadığı şehir. Çayırda görülen rüya, kamçı darbeleri altında öldürülen kısrak. Dosto’nun kitapları rüyalarla doludur, rüyalarla beklenmedik tesadüflerle. İnsanların dışında bir kader vardır, zalim, anlaşılmayan bir kader, eski Yunan trajedisinde olduğu gibi. Kararsızlık içinde bocalayan Raskolnikov’u garip bir tesadüf cinayete zorlar. Hiçbir sebep yokken evine saman pazarı yolundan gitmeğe kalkar, orada tefecinin kız kardeşiyle bir eskici arasındaki muhavereye kulak misafiri olur. Ertesi gün tefeci kadının evde yalnız kalacağını duyar. Artık karan kesinleşmiştir. Hiçbir şey düşünmez ve düşünemez. Raskolnikov’la sorgu yargıcı arasındaki konuşma kitabın can daman.

Sosyalistlere göre suç, çevrenin ürünü. Suç diye bir şey yok. Suç, kötü ve tabiat dışı bir içtimaî düzene isyandan ibaret. Çevre her kötülüğün kaynağı. Demek ki, toplum akla veya tabiata uygun bir düzene kavuşunca suç falan kalmaz. Çünkü isyan edecek bir konu yoktur artık. Ve göz kapayıp açıncaya kadar insan salâha kavuşur.
Ne var ki bu madalyonun bir yüzü. Rüya ile gerçeği karıştırmayalım. Yaşadığımız dünyada suç kaçınılmaz bir olay. Büyük adamla sokaktaki insan ayrı kanunlara tâbi. Daha doğrusu, büyük adam için kanun yoktur. O, bir gayenin emrindedir; insanlığın hayrı için kalabalığın suç saydığı herhangi bir hareketi işleyebilir. Meselâ bir Kepler’le bir Newton un keşifleri, şu veya bu sebepten dolayı içtimaîleşmiyorsa, bu sebepleri ortadan kaldırmak için çekinmemek lâzım. Ama bu uğurda bir, beş, yüz kişi feda edilecekmiş… varsın edilsin. Bütün kanun koyucular, Solon, Muhammet veya Napolyon, suçludurlar. Suçludurlar çünkü ataları tarafından konulan, çağdaşları tarafından saygı gören yasaları çiğnemişlerdir. Kan dökmekten de çekinmemişlerdir bu uğurda. Yeni bir hakikatin, yeni bir düzenin müjdecisi olmak isteyen, bir kelimeyle söyleyecek sözü olan herkes suç işlemek zorundadır.

Peki ama, büyük adamla sokaktaki adamı nasıl ayıracağız birbirinden? Büyük adam, tabiat kuvvetleri gibi, tahripkârdır veya tahripkâr olmak zorundadır. Daha aydınlık bir gelecek uğruna bugünü yıkmakta tereddüt etmez. İdealin konuştuğu yerde vicdan susar. Sokaktaki insanın tek vazifesi vardır: neslini devam ettirmek. Tabiatı icabı muhafazakârdır, itaatkârdır, hürmetkârdır. Ayırıcı vasfı törelere boyun eğmektir; bundan gocunmaz da. Yığın büyük adama kanunu çiğnemek hakkını tanımaz. Suçlunun kellesini keser; böyle yaparken de mizacına uygun davranmış olur. Ama bir nesil sonra aynı kalabalık kellesini kestiği adamı azizleştirir. Yığın hale hükmeder, büyük adam istikbal’e. Yığın, kurduğu düzenin koruyucusudur ve soyumuzu arttırır. Büyük adam dünyayı yerinden oynatır ve hayali bir düzenin mimarı olmak ister. Her iki insanın da en tabiî hakkı yaşamak. Bu ezelî savaş, yeni bir Kudüs’e yani ilâhî nizamın kurulacağı bahtiyar güne kadar sürüp gidecektir. Her büyük adam çarmıhta can vermez. Talih gülümser bazılarına: kendileri kelle keserler.

Dosto, ıstırabın romancısı. Istırabın, isyanın, merhametin ve şuuraltının. Raskolnikov, fahişe Sonya’nın önünde eğilirken “Senin önünde değil, acı çeken bütün insanlığın önünde diz çöküyorum” der. Suç ve Ceza, insan ruhunun uçurumlarını, mağaralarını, dehlizlerini tarayan bir kitap. Sözü Vogüe’ye bırakalım (Rus romanının Kristof Kolomb’u o. Avrupa, Gogol’ları, Dosto’ları, Tolstoy’ları ondan öğrenmiş): “Romanı zevk için okuruz umumiyetle, hastalanmak için değil. Suç ve Ceza’yı okumak, kendini isteyerek hasta etmektir. Kitabı okurken, daima bir ruh sancısı duyarsınız. Her kitap, yazarla okuyan arasında bir düello; yazar bize bir hakikat, bir hayal veya bir korku aşılamağa çalışır, biz de ya kayıtsızlığımızla karşı koyarız ona, ya aklımızla. Suç ve Ceza’da yazarın dehşet verme kabiliyeti, orta bir hassasiyetin dayanamayacağı kadar büyük. Ürpertici eserlerin en tanınmış ustaları, bir Hoffmann, bir Edgar Poe, bir Baudelaire, Dosto’ya kıyasla birer göz boyayıcı, birer edebiyatçı… Suç ve Ceza, Macbeth’den beri yazılan en derin suç psikolojisi etüdü.” (E.M. de Vogüe, Le Roman Russe, Paris, Plon, 1892) Doğru ama insanı tanımak böyle bir üzüntüye değmez mi?

Semavî kitapların emri: “Öldürmeyeceksin”. Hıristiyan Avrupa, en sefil çıkarları için dünyanın bütün Mandarenlerini öldürdü ve öldürmeye hazır. Goethe: ‘Ya örs olacaksın, ya çekiç” diyor. Şark, Sadi’den Gandi’ye kadar aksi kanaatte: “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.” Kim haklı?

Cemil Meriç
Kaynak: Bu Ülke

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz