Arthur Schopenhauer, Hayatın (ve Aşkın) Anlamı: “Ne doymaz bir varlıktır insan!”

SchopenhauerHayatın en büyük üç saadetini, yani sağlık, gençlik ve özgürlüğü fark etmeyiz, çünkü onlar da (bir şeyin bizatihi varlığı değil) “yokluk”u halidir. Hayatımızın belli günlerinin mutlu olduğu dikkatimizi ancak bunların yerini mutsuz günler aldığında çeker. Zevkler ve hazlar arttıkça bunlara karşı duyarlılığımız azalır; alıştığımız şeyleri artık bir zevk olarak hissetmeyiz. Fakat acıya duyarlılığımız tam da bu şekilde artar; çünkü alıştığımız şeyin (kökünün) kesilmesini acı bir biçimde hissederiz. Dolayısıyla zaruri olanın ölçüsü sahip olmayla artar ve böylelikle acıyı hissetme kapasitesi de. Saatler ne kadar hoşça geçirilirse o kadar çabuk tükenir, ne kadar acıyla geçirilirse o ölçüde uzadıkça uzar, geçmek bilmez, çünkü müspet mahiyete sahip olan şey zevk değil acıdır, onun bizzat mevcudiyeti kendisini hissettirir. Benzer şekilde eğlendiğimizde değil, sıkıldığımızda zamanın farkına varırız.

Her iki durumda da hayatımızın en mutlu anının onun (varlığımızın) en az farkına vardığımız an olduğunu kanıtlar; demek ki ona hiç sahip olmasaydık (onun hiç farkına varmasaydık) daha da iyi olacaktı. Büyük ve canlı zevk ancak onu önceleyen büyük felaketin neticesi olarak kesin biçimde hissedilebilir; çünkü sürekli bir hoşnutluk durumuna bir eğlence veya hatta boş bir tatmin haricinde hiçbir şey eklenemez. Bu yüzdendir ki bütün şairler kahramanlarını, buradan tekrar kurtarabilmek için tasa, kaygı ve ıstırap dolu durumlara sokmak zorundadırlar. Dolayısıyla dramlar ve destanlar genellikle sadece savaşı, ıstırabı, eziyet gören erkek ve kadınları anlatırlar ve hayal gücü mahsülü olan her eser işkenceler içerisindeki insan yüreğinin kasılmalarını ve çırpınmalarını seyrettiğimiz bir gösteri kutusudur.

Her hayatın kaçınılmaz olarak koştuğu yaşlılık ve ölüm bizzat tabiatın kendisinin ellerinden çıkan yaşama iradesi hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararıdır. Karar bu iradenin, kendi kendisini hüsrana uğratması mukadder olan bir mücadele olduğunu bildirir. “İstediğin” der, “böyle sona erer: daha iyi bir şey iste.”

Assisili Aziz Francesco daha henüz top koşturan bir delikanlıyken bütün ileri gelenlerin kızlarının bir arada oturduğu yerde kendisine sorulmuştu: “Söyle bakalım Francesco, bu güzellerden hangisini seçtin?” ve o cevabı vermişti: “Çok daha güzel bir seçim yaptım ben!” “Hangisi?” “La poverta”[Yoksulluk]; bunun üzerine kısa bir zaman sonra her şeyi terk tmiş ve elinde sadaka kâsesi diyar diyar dolaşmaya başlamıştı.

Mutlu bir hayat imkânsızdır; insanın erişebileceği en iyi, en fazla şey bütün insanlığın hayrına olacak bir işte ve bir yolda ezici talihsizliklere, bunaltıcı güçlüklere karşı mücadele eden ve her ne kadar eline sadece önemsiz bir ödül ya da hiçbir şey geçmese de sonunda bundan galip çıkan kimsenin yaşadığı gibi, kahramanca bir hayattır.

Ne doymaz bir varlıktır insan! Ulaştığı her tatmin yeni bir arzunun tohumudur, dolayısıyla onun ebediyen doyurulamaz arzularının sonu yoktur.

Göz kamaştırıcı şatolarında zenginlerin tantanası ve şatafatı bile, aslında hayatın özünden, mutsuzluk ve sefaletten kurtulmanın beyhude bir çabasından başka bir şey değildir. Nihayetinde değerli taşlar, incileri kuş tüyleri, erguvan kadifeler, bir yığın şamdan, dansçılar, maskeleri takıp çıkarmalar ve bunlara benzer bir sürü şey ne ifade eder ki?*

Schopenhauer ve Aşk

Kırık bir kalbin tesellisini kim ve nasıl verebilir? Böyle anlarda kendimizi, aşılması olanaksızmış gibi gelen bir durumun ortasında buluruz. Aşk acısının fiziksel acılardan daha ağır geldiğini konuşmalarımızda sürekli dile getiririz. Nasıl bir teselli bizim bu durumdan çıkmamızı sağlayabilir?
Filozofların aşk konusunu kayıtsız kalmalarına şaşıran Schopenhauer şöyle diyordu:

‘‘İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı.’’

Schopenhauer’a göre aşkın amacı, insanın gelecekteki varlığını sürdürme isteğidir. Birini bir kez daha görmek için bilinçli ve çok yoğun bir istek duyduğumuzda bunun nedeni, bilinçdışında bir gücün bizi üremeye ve bir sonraki kuşağı yaratmaya doğru itmesidir. Aşkta seçici olunmasının nedenini de çocuk sahibi olma isteğine bağlayan Schopenhauer’a göre, her önümüze gelene aşık olamayız çünkü herkesle sağlıklı çocuklar yapamayız. Yaşam irademiz bizi, güzel ve zeki çocuklar dünyaya getirme şansımızı yükseltebilecek kişilere doğru itmektedir.
‘‘İlk kez bir araya gelen ayrı cinsten iki genç insanın birbirlerini farkında olmadan ama derin bir ciddiyetle, araştıran, inceleyen bakışlarla süzmelerinde, birbirlerinin bedenlerini biçimsel açıdan ayrıntılı biçimde gözden geçirmelerinde ilgi çekici bir yan vardır. Aslında, bu araştırma ve inceleme sırasında, tür ruhu, bu iki insanın birleşmesinden ortaya nasıl bir birey çıkabileceğini hesaplamaktadır’’

Kişi, aşık olduğu biri tarafından reddedilince büyük üzüntü duyar. Schopenhauer bu üzüntüden bizi çıkaracak bir teselliyi verir. Kişi, kimsenin sevmeyeceği biri olarak dünyaya gelmez. Bu durumda kendimizden nefret etmemize hiç gerek yoktur. Bir gün, bizi çok beğenen, bizimleyken çok doğal ve açık davranan birine rastlayacağız. Her reddedişte bilinmelidir ki, yaşama iradesi iki kişinin çocuk yapmasını istememiştir. Schopenhauer şu sözleriyle bizi teselli etmeye çalışır:

‘‘Bir erkekle bir kadın arasında aşk yoksa, bu onların birleşmesinden ortaya ancak kötü biçimlenmiş, mutsuz, kendi içinde uyumdan yoksun bir varlığın çıkacağına işarettir.’’

Arthur Schopenhauer
*Hayatın Anlamı, Say Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz