Rüya ile rüya sahibinin yaşamı arasındaki ilişkiler, rüyalar ve yorumları

Rüya, uykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM) adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere de neden olan rüyalar, her zaman için ilginç ve yoruma açık bir konu oluşturmuşlardır. Farklı psikoloji ekollerinin, parapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuştur. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar halen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır.

Jung “Bir rüya bilinçli davranışa belirleyici bir öğe olarak yerleştirilmesi gereken bir gerçekliktir ve bu yüzden gerekli ciddiyetle ele alınmalıdır” der. Deneyimleri ona göstermiştir ki “eğer bir rüya üzerinde yeteri kadar uzun bir süre ve derin bir biçimde düşünürsek, onu yanımızda taşır ve evire çevire incelersek, hemen her zaman ortaya bir şeyler çıkmaktadır.”
Rüya irade dışı, kendiliğinden bir ruhsal ürün, doğanın bir sesidir. Kendisini birçok eski yazı biçimlerinde görülen simgeler ve resimler ya da çocukların önemli sözcükler yerine resimler çizerek üretmekten hoşlandıkları karmaşık harfler gibi dile getirdiğinden, genellikle belirsiz ve anlaşılması güçtür. Rüya-dilini kavramaya çalışırken Jung, bazı bakımlardan dilbilimcilerinin unutulmuş dillerdeki kabartma ve yazmaları çözme yöntemine benzetilebilecek bir kuvvetlendirme yöntemi kullanır.
Bir rüyanın anlaşılmasında, Jung’a göre birinci adım onun tüm kapsamının belirlenmesidir. Bu, rüya ile rüya sahibi ve onun yaşamı arasındaki ilişkiler ağına açıklık kazandırılması ve rüyada sergilenen çeşitli imajların öneminin saptanması demektir. Örneğin, rüyada birisinin annesi görünebilir: Şimdi, herkesin kafasında annenin ne anlama geldiği üzerine bir fikir vardır, fakat her kişi için anne imajı farklıdır ve bu imajın önemi zamandan zamana bile değişmektedir. Anne düşüncesi bir kişi için sevgi, sevecenlik ve koruma ile ilişkili ve bir başkası için de güç, kızgınlık ve hayal kırıklığı ile ilişkili olabilir. Böylece, rüyada bir annenin görülmesi duruma göre değişik anlamlara gelebilir. Elden geldiğince, her imaj ve simge sırayla göz önüne alınarak rüya sahibi için ne anlama geldiği mümkün olduğu kadar doğru bir biçimde saptanmalıdır. Bu işlem dikkatle tamamlanıncaya kadar rüyanın anlamını anlayabilecek bir duruma ulaşılamaz. Görüldüğü gibi, Jung’un rüya yorumlaması üzerine belirli bir yöntemi yoktur (örneğin yaygın rüya yorumlan kitaplarında yazıldığı gibi, rüyada kara kediler görmenin uğur getireceği söylenemez). Çünkü her rüya, rüya sahibinin bilinçdışının doğrudan bir ifadesi olarak ele alınır ve yalnızca bu ışıkta anlaşılabilir.
Jung’un rüyaları ele alış biçimi serbest ilişki yönteminden farklıdır. Jung’a göre serbest ilişki, komplekslerin ortaya çıkarılmasında yararlı olur fakat rüya ile ilgili olan komplekslerin değil. Hatta serbest ilişki yöntemi rüyadan tamamıyla uzaklaştırmaktadır.
“Bir kimse ‘çam ağacından bir masa’yı rüyasında gördüğünde bunun çam ağacından yapılmamış bir masa olan kendi çalışma masası ile ilişkisini kurması onun için yeterli değildir. Rüya sahibinin daha başka bir ilişki kuramadığını varsayarsak, bu tıkanıklığın açık bir anlamı olacaktır. Çünkü bu, rüya imajının yakın çevresinde özel bir karanlığın hüküm sürmekte olduğunu gösterir ve kuşku uyandırıcı bir şeydir. Biz bu kişinin çamdan yapılmış bir masa ile düzinelerce ilişkiler kurabilmesini bekleriz ve ortada hiçbir şeyin olmayışı gerçeği önemlidir. Böyle olgularda sürekli olarak imaja geri dönerim ve genellikle hastama şunları söylerim ben: “Çam ağacından masa” sözcüklerinin ne anlama geldiği konusunda benim hiç bilgi sahibi olmadığımı varsay. Bana bu nesneyi tanımla ve tarihini öyle anlat ki, onun ne menem bir şey olduğunu anlayabileyim. Bu yolla rüya imajının hemen bütün sınırlarını saptamayı başarabiliriz. Bunu rüyadaki tüm imajlar için yaptığımızda yorumlama uğraşına başlamak için hazır duruma geliriz.”
Tek bir rüya yerine bir dizi rüya, yorumlama için daha doyurucu bir temel oluşturur. Çünkü bilinç-
 ‘Serbest ilişki’de rasgele ilişkiler dizisi nereye giderlerse gitsin izlenmektedir.
Psikoterapi’nin Pratiği, s. 149-150, “Rüya Analizinin Pratik Kullanımı”.
dışının sergilediği konu daha açık bir duruma gelir, yinelemelerle önemli imajlar vurgulanmış olur ve yorumlamadaki yanlışlıklar bir sonraki rüya aracılığıyla düzeltilir.
Rüyalar nesnel ya da öznel bir düzeyde yorumlanabilirler. Nesnel düzeyde rüyanın çevrede olup bitenlerle ilişkisi kurulur. Rüyada görünen insanlar gerçek olarak alınır ve onların rüya sahibiyle ilişkileri ve olası etkileri analiz edilir. Öznel düzeyde ise, rüyadaki figürlerin rüya sahibinin kişiliğinin belirli yönlerini temsil ettikleri kabul edilir. Ağırlığın hangi yana verileceğini ise zamanın koşullan belirler. Babasını rüyasında gören bir kadının, onunla ilgili bir sorunla, onunla olan ilişkisinin bazı yönleriyle karşılaşma gereksinimi olabilir, ya da ta kendi içindeki (babasının kişiliğinde temsil edilen) erkek kavramını tanıma isteği duyabilir. Genel olarak kişisel sorunların görüldüğü ve anlaşıldığı analizin ileriki aşamalarında, rüyaların öznel yönleri daha önemli olmaktadır.
Bazı rüyalarda kişisel önemlilikten oldukça fazlası vardır. Böyle rüyalar genellikle canlı rüyalardır ve şaşırtıcı, hatta anlaşılmaz simgelerden yararlanırlar. Onların rüya sahibi ile olan ilişkilerini izlemek güçtür. Bunları Jung kolektif rüyalar olarak sınıflandırır. Anlaşılabilmeleri için, içindeki simgelerin başka zamanlarda başka insanlar için ne anlama geldiklerini öğrenmek gerekir. Bunun içinse genellikle tarihsel ve mitolojik benzerliklerden yararlanılmalıdır. İlk anda bunların bizimle herhangi bir ilgisi olduğunu düşünmek garip görünebilir çünkü geçmişten öylesine koptuk ki uzaklardaki insanların deneyimlerinin bizim için hâlâ bir anlam taşıyabileceğini görebilmemiz güçleşmiştir.
Gene de bu böyledir. Bilinçdışı olarak hâlâ eski atalarımız gibi düşünmekteyiz ve bunu anlamak, deneylerimizi derinleştirmek, yeni olanaklar yaratmak ve köklerimizi keşfetmemizin getireceği kararlılık ve coşkuya kavuşmak demektir.
Burada mümkün olduğundan daha çok ayrıntılara girmeksizin kişisel ve kolektif rüyalar arasındaki farklılığı açık bir biçimde ortaya koymak zordur. Her durumda, tıpkı yaşamda olduğu gibi ikisi arasında keskin bir sınır çizgisi yoktur. Kişisel kapasite içinde düşündüğümüz ya da yaptığımız her şeyin başka insanlar için de bazı anlamları ya da onların üzerinde bazı etkileri vardır. Bunun tersi olarak bizler, istesek de istemesek de, bizi biçimlendiren zamanımıza ve çevremize aitizdir. Tam olarak dile getirirsek, kişisel bir rüya kişisel bilinçdışından türeyecek ve rüya sahibinin yaşantısının kişisel yönleriyle ilgili olacaktır. Aile bireyleriyle, arkadaşlarla ve günlük olaylarla ilgili rüyalar bu yapıdadır.
Kolektif rüya5 ise kolektif bilinçdışından arketipleri ortaya koyacak ve rüya sahibi için olduğu kadar başkaları için de önemli olacaktır. Bazı okuyucular sabah kahvaltısında böyle bir rüyalarını anlattıklarında dinleyiciler üzerindeki etkisini herhalde fark etmişlerdir; çünkü arketiplerin insanlar üzerinde her zaman belli bir etkisi vardır. İlkel insanlar kişisel ve kolektif rüyalar arasındaki farkı içgüdüsel olarak görürler ve onları küçük ve büyük rüyalar diye anlatırlar. Büyük rüyalara değer verirler; çünkü onlar ağzı kapalı duran bilgi kaynaklarının kapağını açmaktadır. Rasmus-
 Jung bu rüyalardan birçoğunu çeşitli yapıtlarında anlatmakta ve Kişiliğin Bütünleşmesi adlı yapıtında bir bölümünü çözümlemektedir.
sen’in Kutup Eskimoları üzerine bir kitabında ilginç bir örnek vardır. Burada, kabilenin bir üyesinin rüyasında bir hayal gördüğü, bu yüzden ötekilerin önüne geçerek onları, tıpkı rüyadaki kehanette olduğu gibi, buz üzerinde dolaştırdıktan sonra, yiyecek ve sığınaklar bulunan bir yere ulaştırdığı anlatılmaktadır. Ancak, bazıları yolculuk sırasında inançlarını kaybederek geri dönmüş ve rüyadaki kehanete uygun olarak açlıktan ölmüşlerdir.
İlk çağlarda kolektif rüyada bir kehanetin bulunduğu kabul edilir ve içindeki uyarılar ciddiye alınırdı. Bu rüyalar ve yorumlanışları şimdi bize hayal ürünü olarak görünmektedir; ancak, yine de bugün kullandığımız yorumlama ilkeleri ile aralarında bazı koşutluklar bulabiliriz. Genesis 41’de yer alan Firavun’un rüyası ve onun Joseph (Yusuf) tarafından yorumlanışı yukarıdaki türden bir kolektif rüya tipidir: “Ve Firavun’un rüyası iki tam yıl sonra gerçekleşti.”
Kralın rüyalarının halk için büyük önemi vardı, çünkü Firavun hem tanrı idi hem de tanrılar arasında yeryüzünün temsilcisiydi. Tanrılar ve insanlar arasındaki resmi temsilci olduğundan onun rüyaları, insanlara ulaştırılan tanrının sesi gibiydi. Ancak, Firavun’un rüyalarını kendisinin yorumlaması gerekli görünmüyordu ve bu rüya için büyücüleri çağırdı. Yazık ki, onlar da rüyadaki mesajı anlamakta tümüyle başarısızdılar. O zaman Firavun Yusuf u çağırttı. Yusuf daha önce rüyaları yorumlamadaki becerisini Firavun’un iki hizmetçisi üzerinde göstermişti.
 Tevrat’ın başlangıç kitabı bölüm 41.
“Ve Firavun Yusuf a anlattı: ‘Riyamda nehrin kenarında dikilmiş duruyordum. Ve nehirden yedi tane besili ve iyi bakımlı inek çıkageldi, ve bir çayırda beslendiler. Ve onlardan sonra yedi inek daha geldi. Zavallı, hastalıklı görünüşlü ve sıskaydılar. Bu kadar kötülerini tüm Mısır topraklarında görmemiştim. Sıska ve çirkin inekler önceki yedi şişman ineği yediler. Onları yiyip bitirdikten sonra başlangıçta olduğu gibi hâlâ sıska ve çirkindirler. O kadar ki ilk yedi ineği yemiş olduklarına kimse inanamazdı. Böylece uyandım. Ve rüyalarımda bir sap üzerinde yedi iri ve güzel mısır tanesinin çıktığını gördüm. Ve doğu rüzgârının savurduğu erimiş, ince yedi başka tane onların üstüne atıldı. Ve bu sıska taneler, yedi iyi taneyi yediler. Bunları büyücülere söyledim ancak hiçbirisi bana açıklayamadılar.”
Mısır ve ineğin Mısırlılar için çok büyük bir önemi vardı. Bu onların mitlerinde ve dini seremonilerinde dile getirilmiştir. Simgesel anlamları günlük yiyecek, ölüm, yeniden doğuş, yaradılış vb. gibi arketipler-den daha ötelerdedir. Yusuf un rüyaları anlayışı sezgici bir biçimdedir. Daha önce Firavun’un kâhyası ve fırıncısı danıştıklarında, ‘Yorumlar Tanrı’ya ait değil midirler?’ demişti. Bu kez de ‘Karşılık bende değildir: Tanrı, Firavun’a bir barış karşılığı verecektir. Firavun’un rüyaları hep birdir. Tanrı, Firavun’a ne yapacağını göstermiştir. Yedi iyi inek yedi yıldır ve yedi iyi mısır tanesi de yedi yıldır.Rüya birdir’ diye yanıtlar.

Osiris, Mısırhlar’ın Mısır tanrısı idi. Ona armağan edilen kutsal boğalar da vardı ve onlara da tanrı olarak inanılırdı.
Bizim de rüya gereçleri üzerine benzer bir dil kullanmamız gerekir. Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, bilincin bir ve aynı şey olarak gördüğü şeyler için bilinçdışı sürekli olarak farklı simgeler kullanır.
Yusuf, yorumunu şöyle sürdürür:
“Ve sonradan gelen sıska ve çirkin yedi inek yedi yıldır ve doğu rüzgârının savurduğu içi boş yedi mısır tanesi yedi yıllık açlık demektir. Benim Firavun’a söylediğim şey budur. Tanrı yapacağı şeyi Firavun’a göstermiştir. Bütün Mısır topraklarında yedi yıl açlık ortaya çıkacaktır. Mısır topraklarında tüm bolluklar unutulacaktır ve açlık toprağı tüketecektir. Ve bolluk sonradan gelecek açlık yüzünden hatırlanmayacaktır çünkü açlık acı olacaktır. Ve bu nedenle rüya Firavun’a iki kere görünmüştür. Çünkü olay Tanrı tarafından belirlenmiştir ve Tanrı onu kısa sürede gerçekleştirecektir.”
Daha önce bir dizi rüyanın tek bir rüyadan daha kolay anlaşılacağını söylemiştik. Aynı biçimde bugün de önemli rüyaların, anlaşılmadıkları ya da vurgulanmaları gerektiğinde yinelenmekte olduklarını saptıyoruz.
Kutsal kitaptaki hikâye, Yusuf un bu felakete karşı önlemler alma yönündeki planları ve Firavun’un onları kabul etmesiyle biter. Sonraki olaylar yorumun doğruluğunu göstermiştir. Hem bolluk yılları olmuş hem de rüyalardan çıkardığı gibi açlık yılları onu izlemiştir.
Eski insanlar için rüya Tanrı’nın gönderdiği bir şeydi. Kilise bu olasılığa hâlâ yer vermekte ise de (yalnızca çok dikkatle ve konu üzerine karar verme hakkını kendine saklayarak) genel kanı bu tür ruhsal etkinliği öylesine küçümsemektedir ki, bugün genellikle rüyaların yalnızca fiziksel olayların, – rahatsız edici bir biçimde yatmak, yatmadan önce ağır bir yemek yemek gibi – bir sonucu oldukları düşünülmektedir. Bazı rüyaların bu tür nedenlere bağlı olduğu doğrudur. (Eğer karda yürüdüğümüzü görmüş de uyanınca yorganın üzerimizden kaydığını fark etmişsek bu, yukardakine bir örnek olur). Fakat genellikle Stimulus* ile rüyanın aldığı biçim arasında çok az bir bağlantı vardır. Bu yöntemle gerçek anlamda bir rüya açıklaması yapılamaz. Oldukça yaygın başka bir inanç ise rüyaların geçmiş günün olaylarını, – özellikle de bunlar önemli ve çarpıcı iseler -, yineledikleridir. Dikkatle incelenirse, bu rüyaların olayları tamı tamına aynı biçimde çok seyrek yineledikleri; aslında onlardan bir şeyler ekleyip çıkardıkları, deneyi toparladıkları ve karakter olarak tamamlayıcı oldukları görülür. Bilinçli bir davranışı tamamlama eğilimi, rüyanın önemli bir özelliğidir ve onu anlamaya çalışırken hep göz önüne alınmalıdır. Buna bir örnek olarak Jung, rüyasında babasının sarhoş ve düzensiz bir biçimde davrandığını gören genç adamı anlatır. Gerçekte baba hiç böyle şeyler yapmıyor ve oğluna göre ideal bir biçimde davranıyordu. Genç adamın babasıyla ilişkisi kusursuzdu. Hatta o öyle ki, babasına olan hayranlığı kendisine gerekli olan özgüven duygusunun ve kişiliğinin gelişmesini engellemekteydi. Bu durumda rüya diğer aşın uca
 Stimulus: Özendiren harekete geçiren şey, dürtü.
Psikoterapinin Pratiği, s. 154-155, “Rüya Analizinin Pratik Kullanımı”
doğru yönlenerek babayı hiç de uygun olmayan bir davranış içinde göstermiştir. Sanki rüya şöyle demektedir: ‘Baban hiç de o kadar kusursuz değildir ve oldukça yakışıksız bir biçimde davranabilir. Senin kendini bu kadar aşağı görmene hiç gerek yok.’ Bilinçdışı, idealist bakış açısıyla babayı ele alan ve oğlun erkekliğe geçiş gelişmesini engelleyen bir ilişkiye dikkati çekmektedir.
Rüyalar ters yönden de çalışabilirler. Eğer birisini küçük görmeyi huy edinmişsek, büyük olasılıkla onu pohpohlayan bir rüya görürüz. Örneğin onu normalde bulunabileceğinden çok daha yüksek bir mevkide, ya da bizim yapamadığımız ve beceriksiz olduğumuz bir işi rahatlıkla ve ustaca yaparken görürüz.
Rüyalar ayrıca kişiliğin bilinmeyen bir yönünü göstererek gizli çelişkileri ortaya çıkarırlar. Yumuşak başlı ve çekingen birisi rüyasında şiddet ya da anormal cinsel zevkler peşindedir. Ancak, rüya dili çoklukla bundan daha karışıktır. Örneğin rüyalarda olduğu kadar mitlerde de yaygın olan ‘boğa, eşek, nar, at tırnağı, dans’ gibi yalnızca birkaçını sıraladığımız yığınla cinsel simge vardır.”
Rüyalar bazen gizli istekleri de dile getirirler; ama, onları bu başlık altında toplamak çok basitleştirmek olur. ‘Niyet’ rüyası genellikle kolay ayırt edilir. Örneğin, aç adam harika bir sofrada yemek yediğinin ya da susamış adanı da parıldayan suyun rüyasını görür.
İleriyi gören ya da ‘geleceğe ait’ rüyalar da vardır. Yer ve zamanın bilincimizin ürünleri ve göreli oldukları, bilinçdışının bu kavramlara uygun biçimde çalışmadığı görülür.
‘Geleceğe ait’ rüyanın basit bir örneği, alarm çaldığı halde uyumayı sürdüren ve rüyasında kalkıp giyindiğini gören insanlardır. Fakat bundan daha çarpıcı olan başka rüyalar da vardır: Örneğin, bir kadın kısa bir süre sonra yeni ve bilmediği bir bölgeye taşınacaktır; yeni evini en ince ayrıntılarına kadar doğru olarak, hatta önceki oturanların neden ayrıldıkları da içinde olmak üzere, rüyasını görmüştür. Böyle rüyalar da seyrek değildir. Osbert Sitwell, özgeçmişinde ilginç bazı örnekler vermektedir ancak bizim bu tür ruhsal etkinlik üzerine güvensizliğimiz, onları genellikle ‘yalnızca rastlantı’ diyerek bir yana itmemize yol açmaktadır.
Ara sıra rüyaların tehlikeler konusunda uyanda bulundukları görülür. Örneğin, giderek yükseğe tırmanan dağcı rüyasında boşluğa düştüğünü görür. Aslında, böyle bir rüya, boş inançlara yüz vermeyen birisini bile durup düşünmeye zorlayabilir. Söz konusu dağcı ise yalnızca gülmüştür. Ne var ki, aynı kişinin gerçekten de dağda düşüp ölmesiyle bu olay arasında çok zaman farkı yoktur. Bir arkadaşı onun uçuruma yuvarlandığını görmüştür. Ölümün rüyasını görmek kesinlikle ölümcül bir kazanın belirtisi değildir. Gerçek fiziksel ölümler kadar simgesel ölümler de vardır; bunu şairler iyi bilirler; yıllar ölür, şarkılar ölür, sevgililer aşktan ölür, ve mistik yaşama karşı ölür:
Bende benden hiçbir şey bırakma
Senin yaşamını öylesine okumama izin ver ki
Sonra benim tüm yaşamım ölü olsun
Yalnızca rüya sahibinin ve yakınında var olan koşulların bilinmesi, ağırlığın hangi yana doğru verildiğine ışık tutacaktır.
Bazen rüyalar çok önceden görülmüş, işitilmiş ya da okunmuş ve sonradan unutulmuş şeyleri yeniden canlandırırlar ya da uzaklarda kalmış deneyimleri hatıra getirirler. Genellikle, belleğin kaybolmuş bir anısının mı yeniden hatırlandığı, yoksa deneyin gerçekten yaşanmış olay mı olduğunu izleyebilmek güçtür. Fakat bunun büyük bir pratik önemi yoktur. Önemli olan, konuyla ilgili bu özel anda rüya sahibinin niçin böyle bir rüya gördüğü ve niçin böyle bir deneyi yaşadığını duyumsadığıdır.
Rüya görmenin ilginç bir yönü de yakın arkadaşların ya da aynı aile üyelerinin, özellikle de ana-baba ve çocukların birbirlerine daha önce söylemeden aynı rüyayı görmeleridir. Daha da ilginci, çocukların bazen ana babalarının kendilerinden dikkatle gizledikleri sorunlarını rüyalarında görüyor olmalarıdır. Bu rüya genellikle doğrudan bir anlatım olmayıp, simgesel, resim gibi bir biçimdedir. İlginç bir örnek, kendilerine çok bağlı bir anneleri olan üç kız kardeşin rüyalarıdır:
“Ergenlik çağlarına yaklaştıklarında utanarak birbirlerine, anneleri üzerine yıllarca korkunç rüyalar gördüklerini ve bu acıdan çok tedirgin olduklarını  Richard Crashaw, “Serap Durumunda Saint Teresa Kitabı ve Tablosu Üzerine
açıkladılar. Annelerini bir cadı ya da tehlikeli bir hayvan olarak görüyorlardı ve anneleri son derece sevimli ve kendilerine düşkün olduğundan buna bir anlam veremiyorlardı. Yıllarca sonra anne çıldırdı ve çılgınlıkları sırasında yerde elleri ve ayaklan üzerinde durup domuzların homurdanmasını, köpeklerin havlamasını ve aslanların kükreyişini andırır sesler çıkarmaya başladı.”
En çarpıcı rüyalar, bilinçdışından kendiliğinden ortaya çıktığı görülen, tümüyle yabancı bir şeyi ilgi çekecek kadar berrak bir biçimde ortaya koyan rüyalardır. Bazen bunlar bilinçdışının bilinçli davranışı tümüyle değiştirmeyi hedefleyen bir eğilimini karşılamaktadırlar. Öyle etkileyici olabilirler ki, rüya sahibi gerçekten, deneyin etkisiyle, herhangi bir yoruma gerek kalmadan değişir. Aşağıda verdiğimiz orta yaşa yaklaşan entelektüel bir kadının rüyası buna örnektir:
“Büyük ve boş bir tapınağın içindeyim. Bir ucunda dev bir tanrı heykeli bulunuyor. Benimle birlikte, giysileri içinde uzun boylu bir rahip var. Çevredeki hava Mısırlılar’a ya da Çinliler’e özgü bir biçimde. Büyük ve bomboş döşemenin üzerinden, en sonraki heykele doğru yürüyoruz. Her birkaç adımda bir yüzüstü düşüyorum ve rahip tanrıya benim bir tövbekar olarak gelmekte olduğumu sesleniyor ve benim için yüksek sesle günah çıkartıyor. İlerleyişimiz yavaş ve ciddi bir biçimde; fakat, kendi düşüncelerimde bütün bu olanlara inanmıyorum. Bunun garip bir çeşit ayin olduğunu ve oradaki tanrının yalnızca taştan bir heykel olduğunu düşünüyorum. En sonunda ona ulaşıyoruz. Heykelin iki yanında merdivenler var ve bunlar-
 Kişiliğin Gelişmesi, s. 55; “Çocuğun Gelişmesi ve Eğitim”.
dan tırmanarak kürsünün arkasına ulaşıyoruz. Bir kere, buradan ve tapmaktan çıkarken dönüp heykele yeniden bakıyorum ve ben ona bakarken heykel de kendi çevresinde dönerek bana bakıyor. Sonunda kendimi gerçek hayret ve inanç içinde yere kapanmış buluyorum; çünkü o gerçekten esirgeyen ve lütufkârlığını üzerime dökmekte olan bir tanrının temsil edilen varlığıdır. Birisi: ‘Bunların hepsi numara, heykeli etrafında döndüren bir makine var’ diye sesleniyor. Fakat ben, heykeli döndüren bir hile olabileceğini içtenlikle hissediyorum, yine de o aynı zamanda bir tanrıdır ve ben onu deneyimle yaşadım. Aydınlatılmış ve alçakgönüllülük kazanmış olarak, kıvanç verici bir duygu içinde tapınağı terk ediyorum.”
Rüya analitik tedavide değerlidir; çünkü o, iç ve sık sık da dış koşulların rüya sahibince fark edilmeyen yönlerini sergiler. Bir hastanın analize getirdiği ilk rüya, genellikle onun sorununun çarpıcı bir özetini, hatta sorunun nasıl çözümlenebileceği üzerine bir ipucu bile ortaya koyar. Rüyaların bu ileriye bakan yönleridir ki, diğer nedenlerle birlikte Jung’u onların sınırlı amaçlar için kullanılmamasında diretmeye yöneltmiştir. Yani, rüyalar yalnızca unutulmuş anıları ve var olan zorlukları ortaya çıkarmakla kalmayıp, özellikle bireyleşme rüyaları olgusunda, bir amaca da sahip oldukları görülür. Analizin başlangıcında rüyalar genellikle oldukça açık ve basittirler ve kısa süreli etkileri vardır. Analiz işlemi ilerledikçe rüyalar genellikle daha karmaşık ve anlaşılması güç bir duruma gelirler. İşte bu aşamada sık sık mitolojik temalar ortaya çıkar ve rüya sahibinin kişisel deneyimi ve ilişkilerinden daha geniş bir çerçeve gerekli olur. Bazen rüya gören kişinin anlamlı hiçbir ilişkisi olmaz ve rüyadaki durumlarla bağlantı kuramaz. Burada mitolojik koşutluklar yardımcı olabilir. Bunlar genellikle rüyanın kolektif anlamı üzerinde aydınlatıcıdırlar ve böylece onun rüya sahibiyle olan bağlantısı ortaya çıkarılabilir.
Jung, bir hastaya hiçbir zaman bir yorumu kabul ettirmeye çalışmaz. O, rüya sahibinin rüyasını kendisinin anlamasının analizcinin anlamasından daha önemli olduğuna inanır; ancak, ideal olarak yorumlama karşılıklı düşünme ve kabullenmenin sonucunda ortaya çıkmalıdır. Jung’un yapıtlarının çoğu hastaların kendi bilinçdışı gereçlerini ele alabilmelerine yardımcı olmaya ayrılmıştır ve hastalara rüyalarını dikkatle kaydetmeleri için cesaret verir. Hatta onları resimlerle, balmumu ya da kilden modellerle göstermelerini ister. Bunun için sanat yeteneğine gerek yoktur. Hatta bu çalışmaya saflıkla yaklaşmak daha iyidir çünkü resmin aldatıcı olma olasılığı daha azalır. Bilinçdışının görünümleri genellikle çok ilkeldir ve eğer onları estetik kavramlar içine uydurma yönünde çok büyük bir çaba olursa güçlerini yitirirler. Rüyalar üzerinde bu biçimde çalışarak hasta (her ne kadar o hâlâ büyük olasılıkla sevimsiz belirtileri görmezlikten gelirse de) kendi bağımsızlığını geliştirebilir ve bir dereceye kadar kendi bilinçdışını anlamayı öğrenebilir. Kendisini harekete geçiren fantezileri daha gerçek bir duruma getirir ve böylece onların ne olduğunu daha iyi bilir. Yalnızca bir resmin boyanmasının bile karamsar bir ruh durumunu iyileştirmede ya da gerilimin azaltılmasında etkisi olabilir. Bu türden etkin bir ortaklaşa çalışma yoluyla sonsuz bir fantezi denizinde amaçsız olarak dolaşıp durmaya engel olunur ve rüyalar yalnızca bilgi kaynağı değil aynı zamanda da yaratıcı güç kaynağı olurlar.

Rüyalar Ve Yorumları – Frieda Fordham

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz