“Tembellik Hakkı” Kitabının Yazarı Paul Lafargue, Karl Marks’ı anlatıyor: “İlk yazınsal ürünleri şiirleriydi”

Paul Lafargue
Heine ve Goethe’yi ezbere bilir ve konuşurken onlardan sık sık alıntılar yapardı; tüm Avrupa dillerindeki şairlerin özenli bir okuruydu. Her yıl Aeschylus’u Yunanca aslından okurdu. Onu ve Shakespeare’i insanlığın yetiştirdiği en büyük drama dehaları olarak değerlendirirdi. Shakespeare’e sınırsız bir saygısı vardı: Onun yapıtları konusunda ayrıntılı bir çalışma yapmıştı ve en önemsiz karakterlerini bile bilirdi.

Tüm ailesi bu büyük İngiliz drama yazarına büyük bir tutku beslerdi, üç kızı da Shakespeare’in birçok yapıtını ezbere bilirdi. 1848’den sonra, İngilizce —ki zaten okuyabiliyordu— bilgisini kusursuzlaştırmak istediğinde Shakespeare’in tüm özgün anlatımlarını taradı ve sınıflan¬dırdı. Aynı şeyi, büyük değer verdiği William Cobbett’in polemiksel yapıtlarının bir kısmı için de yapmıştı. Dante ve Robert Burns en sevdiği şairler arasında yeralır ve kızları bu İskoç şairinin satirlerini ya da baladlarını ezberden söylerlerken büyük bir zevkle dinlerdi.
Ara sıra kanapeye uzanır ve roman okurdu; bazan aynı anda, değişe değişe iki-üç roman okuduğu olurdu. Darwin gibi o da iyi bir roman okuruydu, 18. yüzyıl yazarlarını yeğlerdi, özellikle Fielding’in Tom Jonesunu. Daha çağdaş roman yazarlarından en ilginç buldukları Paul de Kock, Charles Lever, Alexandre Dumas (baba) ve Walter Scott’tu, özellikle de onun Old Mortalitysmi başyapıt olarak değer¬lendirirdi. Serüven ve mizah konulu öyküleri belirgin bir biçimde yeğlerdi.
Onun için Balzac ve Cervantes’in öteki roman yazarları arasında özel bir yeri vardı. Don Kişotta yeni ortaya çıkan burjuva dünyasında gülünç görülen ve alay edilen ölmekteki şövalyelik değerlerinin destanını bulurdu. Balzac’a o kadar hayrandı ki, ekonomi üzerine yazdığı kitabı bitirir bitirmez, onun büyük eseri La Comedie Humaine üzerine bir inceleme yazmak istiyordu. Balzac’ı, yalnızca kendi çağının tarihçisi olarak değil, Louis Philippe çağında hâlâ embriyon durumunda olan ve onun ölümünden sonra da, III. Napoleon döneminde tam gelişemeyen karakterlerin kahin yaratıcısı olarak görüyordu.
Marx tüm Avrupa dillerini okuyabilir ve üç dilde yazardı: Almanca, Fransızca ve ingilizce, bu da dil uzmanlarının hayranlığını çekmekteydi. Şu sözü yinelemeyi severdi: “Her yabancı dil, yaşam savaşımında bir silahtır.”
Dil konusunda büyük bir yeteneği vardı ve kızları da bu yeteneği ondan miras almışlardı. Rusça öğrenmeye başladığında elli yaşına gelmişti, ve bu dil onun bildiği çağdaş ya da antik dillerden hiçbiriyle benzerlik taşımadığı halde, altı ay içinde Rus şair ve yazarları asıllarından okuyup zevk alacak kadar Rusça öğrenmişti, Puşkin, Gogol ve Şçedrin’i yeğlerdi. Siyasal açıklama yapanları susturmak için Rus hükümetince yürütülen resmî soruşturma belgelerini okuyabilmek amacıyla Rusça öğrenmişti. Vefakar dostları, Marx için belgeleri sağlamışlardı ve böylelikle, kesinlikle Batı Avrupa’da bu konuda bilgi sahibi olan tek iktisatçıydı.

Pazar günleri çalışmasına kızları izin vermezdi, tüm gün Marx onlarla olurdu. Hava güzelse tüm aile kırlarda yürüyüşe çıkardı. Yolda basit bir handa durup peynir-ekmek yer, zencefilli gazoz içerlerdi. Kızlar küçükken, yürüdükleri uzun yolları kısaltmak için onlara sonu gelmeyen fantazi öyküler anlatırdı, bu öyküleri yürürken kendi uydurur ve yürümeleri gereken uzaklığa göre olayları geliştirip yoğunlaştınr, böylece de küçüklerin kendisini dinlerken yorgunluklarını unutmalarını sağlardı.
İnanılmaz derecede zengin bir hayal gücü vardı: ilk yazınsal ürünleri şiirleriydi. Bayan Marx eşinin gençliğinde yazdığı şiirleri özenle saklardı, ama onları asla kimseye göstermedi. Annesiyle babası onun bir yazın adamı ya da profesör olacağını hayal eder, bu nedenle de o zaman Almanya’da küçümsenen sosyalist ajitasyon ve ekonomi-politik konularına angaje olmakla kendini küçük düşürdüğünüdüşünürlermiş.
Marx kızlarına onlar için Gracchi üzerine bir piyes yazmaya söz vermişti. Ne yazık ki sözünü tutma olanağı olmadı. “Sınıf savaşının şövalyesi” diye adlandırılan Marx’m, antik dünyanın sınıf savaşımmdaki bu korkunç ve müthiş dönemi nasıl ele aldığını görmek çok ilginç olurdu.
Ve böylece, aradan yıllar geçtikten sonra Marx kendi çocuklarına öyküler anlattı. Yürüyüşe sıktıklarında -ben o zamanlar çok küçükmüşüm- ablalarıma masallar anlatırmış, bu masallar bölümle değil, mille olçulurmuş. Kızlar “Bir mil daha anlat!” diye bağrışırlarmış. Bana gelince, Mohr’un bana anlattığı birçok harika masalın içinde en harikası, keyiflisi “Hans Röckle” idi. Aylarca devam eden bir dizi öyküydü. Ne yazık ki, yanımızda o şiir, espri ve mizah dolu öyküleri kaydedecek hiç kimse yoktu! Hans Röckle, Hoffman gibi bir sihirbazdı, bir oyuncakçı dükkanı vardı ve eli her zaman dardaydı. Dükkanı harika şeylerle dolup taşardı — tahtadan kadın ve erkekler, devler ve cüceler, krallarla kraliçeler, işçilerle ustalar, Nuh’un gemi¬sine aldığı kadar çok sayıda hayvanlar, kuşlar, masa ve sandalyeler, arabalar, her boydan ve cinsten kutular. Sihirbaz olduğu halde Hans ne şeytana, ne de kasaba borcunu ödeyebilirdi, bu nedenle de —bu bana çok ters gelirdi— sürekli oyuncaklarını şeytana satmak zorunda kalırdı. Böylece oyuncaklar —hepsi de Hans’m dükkanına dönmekle biten— harika serüvenler yaşarlardı. Bu serüvenlerin bazısı Hoffman’ınkiler kadar amansız ve korkunçtu; bazıları komikti; ama hepsi de bitmez tükenmez bir enerji, yaratıcılık ve mizahla dopdoluydu.
Mohr çocuklarına kitap da okurdu. Benden önce ablalarıma yaptığı gibi, bana da Homer’in tamamını, bütün Nibelungen Destanım, Gudruriu, Don Kişot’u, 1001 Gece Masallarım vb. okudu. Shakespeare’e gelince o bizim evimizdeki incildi, elimizden de, dilimizden düşmezdi. Altı yaşımdayken Shakespeare’den birçok sahneyi ezbere biliyordum.

Paul Lafargue
Marks’la Anılar



Paul Lafargue
(15 Ocak 1842-26 Kasım 1911); Fransız uyruklu düşünür ve eylem adamı. Küba’nın Santiago kentinde doğdu. Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte göçtüğü Fransa’da Tıp Akademisi’ne yazıldı. Üniversitede, kralcı hükümete karşı giderek genişleyen gençlik devinimine katıldı. Yine aynı dönemde yoğun bir okuma uğraşına daldı. Hegel’den Feuerbach’a, Fourier’den Comte’a kadar pek çok düşünürün yapıtlarını okumasına karşın, özellikle Proudhon’dan etkilendi.
1865’te Marx’la tanışmasının, üzerindeki Proudhon etkisinin kırılmasında büyük rolü oldu. Marx “yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif” bulduğu bu gencin, kızı Laura’yla evlenerek aileye katılmasına da izin verdi.
Siyasal etkinlikleri nedeniyle Akademi’den uzaklaştırılınca, öğrenimini Londra’da tamamladı ve karısı Laura’yla birlikte yeniden Paris’e döndü. Art arda üç çocuğunu da yitirmesi üzerine tıptan soğudu; kendini tümüyle sosyalist düşünce ve eyleme adamaya karar verdi. Fransız Sosyalist Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı, işçi devinimlerinin örgütlenmesine yazılarıyla katkıda bulundu.
1911 yılında karısıyla birlikte kendini öldürdü. Yaşlılığın, beden ve zihin güçlerini azar azar kemirdiğini görmek istemeyen Lafargue, yetmiş yaşını aşmamak üzere kendine verdiği sözü tutmuş oluyordu.

Kitapları
The Right to Be Lazy, 1883 (Türkçesi: Paul Lafargue (1991) Tembellik Hakkı (Çev. Vedat Günyol)
Le matérialisme économique de Karl Marx, (1883)
Cours d’économie sociale, (1884)
Le droit à la paresse, (1880, sonraki revize 1883)
The Evolution of Property from Savagery to Civilization, (1891), (yeni basım, 1905)
Le socialisme utopique, (1892)
Le communisme et l’évolution économique, (1892)
Le socialisme et la conquête des pouvoirs publics, (1899)
La question de la femme Paris, 1904
Le déterminisme économique de Karl Marx, (1909)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz