Özdeşleşme Karşıtı (non-ilüzyonist) Karşıtı Çalışmalar – Zahit Atam & Selda Karakoç

1960-80 Arasında Türkiye’de Politik Tiyatronun Tarihi (II) 1960’lı yıllarda ilk kez toplumu bir gerçeklik olarak kavramaya çalışan aranışlar, Türkiye’de farklı bir siyasal yaklaşımla “ideoloji merkezli” toplum tasarımlarına yer vermişlerdir, aslında olan gerçekçiliğin ve toplumculuğun keşfidir. Böylelikle Kemalizm’in kaynaşmış, yekvücut toplum tasarımı sınıfsal özellikler taşıyan, sınıflar arasında mücadele olan ve kamu görevlilerini de bu toplumsal çatışmada bir taraf olarak gören ve gösteren filmlerin ilk kez perdeye gelişleri 1960’lı yıllarda başlamış ve 1970’li yılların ikinci yarısında da devam etmiştir. Ülkemizde solcu yaklaşımla yapılmış her bir filmin ardından aydınlar tarafından daha soldan ideolojik eleştiriler yapılmaktaydı, bunun da ötesinde “devrimci sinema”nın pratiği doğmadan teorisinin yapılmaya başlanmıştır. Bu yönde ilk kez 1960’lı yıllarda sinema emekçileri tarafından kurulan sendikalar da vardır [8]

ÇYDD Başkanı Türkan Saylan Yaşamını Yitirdi

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nde bu sabah, saat 4.30 sularında yaşamını yitirdi. 23 yıldır kanser hastalığıyla mücadele eden Saylan’ın evi, kısa süre önce Ergenekon soruşturması kapsamında aranmış, Saylan’ın kişiliği ve kritik sağlık durumu nedeniyle, bu baskın kamuoyunda büyük tepki uyandırmıştı. Saylan’ın ölümünün ardından yapılan yayınlarda, öğrencileri ve yakınları Ergenekon soruşturması kapsamında evine yapılan baskının ve gerici gazetelerce yürütülen aleyhte kampanyanın hastalık sürecinde Saylan’ı yıprattığı belirtildi.

1960-80 Arasında Türkiye’de Politik Tiyatronun Tarihi – Zahit Atam & Selda Karakoç

1960’lar hem Dünya için hem de Türkiye için büyük değişimlerin olduğu bir dönemdir. İlginç olan yanı ise dinamik bir dönem olarak 1960’lar yalnızca gelişmiş batılı toplumlar için değil, aralarında pek çok üçüncü dünya ülkesinin de bulunduğu hızlı ve şiddetli bir geçiş/çatışma ortamının doğmasıdır. Doğal olarak bu yıllar insanlık tarihinde resmi tarihlerin ve resmi kurumların sarsıldığı, belirli ülkelerde yıkıldığı bir tarih olarak görülmelidir. Üçüncü Dünya ülkelerinde ulusal kurtuluş ve tam bağımsızlık mücadeleleri de olmak üzere toplumsal hayata yön veren ilkelerin büyük değişimler geçirdiği bir dönemdir.[1] Siyasal yükselişler beraberinde kültürel hayatta da büyük bir canlılığı getirmiş, bu toplumlar ilk kez kendi sanatlarıyla mücadelelerini birleştirme yoluna girerek, sanatın toplumsal işlevini modernize etmişlerdir. Sanat, yükselen siyasal mücadele için amaçlara ulaşmanın bir aracı haline gelerek fonksiyonelleşmiştir.[2] 

Maymunlar da hatalarından ders çıkarıyor

Bilim insanlarının araştırmalarında ortaya çıktı: Maymunlar hatalarından ders çıkarıp pişman olabiliyor. ABD’nin Duke Üniversitesi’nden Ben Hayder ve ekibi, maymunları, bilgisayar ekranında yeşil bir kare gördüklerinde büyük ödül alacakları konusunda eğitti. 8 beyaz kareden hangisinin arkasında yeşil karenin gizlendiğini bulmaları gereken maymunlara başarılı olduklarında büyük bardakta meyve suyu verildi.

Biri bize uyduruyor…. Taraf ve Star’dan ortak yalan

Derin devletin karakutusu Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yemek yerken çektirdiği fotoğraftaki gazeteden hareketle 2002 yılında hayatta olduğunu iddia eden gazeteler sonrasında televizyonlar büyük bir yanılgıya düştü.  Küçük bir arşiv taraması sonrasında ilanın 2002 yılında yapılan ‘Biri Bizi Gözetliyor’ (BBG) programına değil, Kanal 6’nın 1995 Aralık ayının son haftasında birçok gazeteye verdiği yılbaşı programının tanıtımı olduğu ortaya çıktı.

BBC ‘Darwin ve Yaşam Ağacı’ Belgeseli (Charles Darwin and the Tree of Life 2009)

Darwin’in 200. doğum yılı ve  evrim teorisinin ve Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı  eserinin yayımlanmasının 150. yıldönümü dolayısıyla BBC’inin hazırladığı  belgeseli aşağıdan izleyebilirsiniz.

Bağımlılık, Özgür İrade ve İçebakışın Sınırları

0

Bağımlılık Psikanalizin kullandığı bazı kavramlar, içebakışla gözlem ya da empatik içebakışla luşturulmuş soyutlamalar olmayıp, diğer gözlem yöntemleriyle elde edilmiş verilerden türetilmişlerdir. Psikanalitik gözleme dayalı kuramsal soyutlamalarla mukayese edilmeleri gerekse de, bu kavramlar diğerleriyle aynı değildir. Bağımlılık kavramı, her zaman değilse de çoğu zaman kafa karışıklığı yaratacak biçimde birbirine bağlı iki ayrı anlamı ifade etmek için kullanılabilir. İlk anlamı, iki organizma (biyoloji) ya da iki sosyal birim (sosyoloji) arasındaki ilişkiyi ifade eder. Biyoloji ile ilgili gözlemci, çeşitli memeli yenidoğanların (hayatta kalmak için) aynı türün annelik bakımı veren yetişkinlerinden aldıkları bakıma bağımlı olduklarını doğrulayacaktır. Yetişkin insanlar arasındaki ilişkiler için de bağımlılıkla ilgili benzer yargılara varılabilir.

Ahmet Altan’ın “erkek egemen” söylemi Oya Baydar’ı liberal tayfadan ayırdı

Ahmet Altan’ın “erkek egemen” bir söylemle kendilerini takdim etmesine içerleyen Oya Baydar, gazetenin köşe yazarlığından ayrıldı. Bu ayrılış öyküsünün detayına bakıldığında, “çatlak” daha farklı bir nitelemeden doğmuştu. Oya Baydar, Ahmet Altan’ın kaş yapayım derken göz çıkardığı gerekçesiyle, Taraf gazetesindeki yazarlığını sonlandırdı. Altan, gazetenin “sosyalist” vitrinini parlatmak isterken, fazlasıyla durumu açık edici bir cümle kurunca, Baydar kızdı, istifayı bastı. “Olay”, Altan’ın köşesinde “Bizim gazetenin çok ilginç ve övündüğümüz bir yazar kadrosu var. Nabi Yağcı, Roni Margulies, Oya Baydar gibi sıkı sosyalistler de yazıyor burada. Her ne kadar Roni’yle Oya’da ’liberallerin’ arasına ’düşmekten’ dolayı zaman zaman hafifçe Türkan Şoray filmlerini andıran ’pavyondaki namuslu kadın’ huzursuzlukları tezahür etse de burada sağlam bir ’solculuk’ tartışması yaşayacağımızı ümit ediyorum” demesi üzerine yaşandı.

İÇEBAKIŞ, EMPATİ VE PSİKANALİZ – Heinz KOHUT

1

İnsanlar ve hayvanlar çevrelerini duyu organlarının yardımı ile araştırırlar; dinlerler, koklarlar, seyrederler ve dokunurlar; çevrelerinin bütünsel bir izlenimini oluşturur, bu izlenimleri hatırlar, birbiriyle karşılaştırır ve geçmiş izlenimler temelinde beklentiler geliştirirler. Duyu organlarının olanakları, aletler aracılığıyla (teleskop, mikroskop) arttırıldığında insanoğlunun araştırmaları daha tutarlı ve sistemli hale gelir, gözlemlenen olgular, (kendileri gözlemlenemeyen) kavramsal düşünce köprülerinin yardımı ile daha geniş birimler halinde (kuramlar) birleştirilir; ve böylece, dışsal dünyanın bilimsel incelenmesi fark edilmeyen adımlarla, yavaş yavaş, gelişir.

Platon’un Devletinin Düşündürdükleri… kısa bir deneme – Zahit Atam

0

. . Platon devleti ilginç bir kitap, çünkü kendi fikirlerini karşıtlarına karşı savunarak ortaya koymaya çalışıyor. Dolayısıyla bir yandan iyinin, güzelin, erdemin, sanatın anlamı ve işlevi ve toplumsal hayat üzerinde düşünürken, öte yandan içinde yaşadıkları toplumsal hayat hakkındaki gözlemlerine de tanık oluyoruz.

Bir yöntem olarak Sokratik tartışma yöntemi (Platon’un eserlerinden çıkardığımız biçimiyle) belirli bir sorgulama üzerine kurulu. Neyin iyi neyin kötü, neyin adil neyin adaletsiz olduğu üzerine düşünürken, bir yandan ideal olana öte yandan varolana bakılıyor. Ama en güzel yanı ise tartışan insanlarda ve özellikle Sokrates’te içinde yaşadıkları kültürel ortam üzerine olan derin bilgi ve bunlara başvurarak-bunları sorgulayarak, olan kültürel mirastan yararlanarak ve onların topluma yansımaları üzerine düşünerek bir sonuca varmaya çalışıyorlar.

Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları – Svetlana Uturgauri

5O’li yılların ortalarında Türk edebiyatında, modernizmin estetik ilkelerini benimseyen ve Batılı öznel idealist felsefi yaklaşımların etkisi altında bulunan bir grup sanatçı ortaya çıkmıştır. Avrupa sanatı açısından genel bir nitelik haline gelen deneme merakı ve yeni ifade biçimleri arayışı, onların yapıtları açısından da ayırt edici çizgi durumundadır. Fransız “yeni roman” okulunun mektup tekniği grupta özel bir ilgi uyandırmıştır. Gerçi bunlar kayda değer bir roman üretememişlerdir.

Edebiyatta yabancılaşma ve yabancılaştırma

‘İnsan yalnızlığı’nın, onun kendisine ve çevresine ‘yabancılaşması’nın 20. yüzyılın ana gerçeklerinden ve çağ edebiyatının da başat motiflerinden olduğunu söylediğimde, dinleyenlerden biri “ben yalnız değilim ki” demişti, “üstelik çevremle aramda bir kopukluk da yok”. Bunu söyleyen, dünya ve kendisiyle ilgili sorunlarını çözümlemiş bir yaşam bilgesi olabilirdi ancak ya da henüz diplerde kulaç atmayı öğrenememiş bir yeniyetme… ‘Ruh’ ve ‘madde’ bireşimi bir yapıya sahip olan insan, yapısını oluşturan bu iki ana özelliğin uçlarında dolaşarak yaşamda deneyim kazanır, ruhla madde arasındaki gel-git’le biçimlenir. Kimi kez maddeyi dorukta deneyimler, kimi kez ise iç dünyanın dipsizliğinde, kendini, dünyayı, evreni, insanı ve onun bu dünyadaki yaşam amacını sorgular. O dipsiz derinlikte uzun süre kalmayı başarabilen insan ise, -moda deyişle- ‘yükselen değerler’le biçimlenmiş bu dünyayı artarak ‘yabancılaşan’ bakışlarla izler.

SHAKESPEARE VE ŞİDDET ÜZERİNE BİR DENEME… – Zahit ATAM

Shakespeare’in şiddet olgusunu incelediği üç oyununu birlikte ele aldığımızda, özellikle ilk ikisi, yani Titus Andronicus ve Troiles ile Kressida’nın çok doğurgan olduklarını görüyoruz. Üçüncü oyun olan Coriolanus ise esasında Shakespeare’in ayırt edici özelliklerinden olan halkı da oyuna katmak anlamında bizzat halk-ve-başarıyı merkeze alan, halkın tercihlerini ve düşünüşünü kendisini konu alan oyunların birisidir ve bu nedenle biraz daha ayrıksıdır. Aslında bütün önemli sanat eserleri gibi, Shakespeare’in önemli olan birçok oyunu gerçekliğin çok yönlü yapısını gösteriyor; karşımızda olan belirli bir çatışma anında bir taraftan kendini ve kendinden yola çıkarak karşıtını tanımlamaya çalışan bir anlatı değildir, bu anlamda başarıya giden yolun öyküsü değildir. Shakespeare’de başarıya giden yolun acımasızlığı olduğu kadar, bir kez başarı elde edildikten sonra, belki de özellikle bu andan sonra bir geriye dönüşle, hızla çöküşe doğru giden bir sürecin öyküsüdür.

Albert EİNSTEİN: Ekonomik ve toplumsal sorunları bilmiyen bir kimsenin sosyalizm üstüne düşünceler ileri sürmesi uygun düşer mi?

Ekonomik ve toplumsal sorunları enikonu bilmiyen bir kimsenin sosyalizm üstüne bir takım düşünceler ileri sürmesi uygun düşer mi? Bir çok bakımlardan düşer bence. Önce, sorunu bilimsel bilgi açısından alalım ele. Astronomiyle – söz gelimi – ekonomi bilimi arasında öz bakımından bilimsel yöntem ayrılıkları, yokmuş gibi gelebilir insana. Denebilir ki, her iki alanda da bilginler belli bir grup olayı yöneten ve, genel olarak, kabule değer bir takım yasalar bulmaya çalışırlar;. amaçları olaylar arasındaki ilişkileri elden geldiğince anlaşılır hale getirmektir. Oysa gerçekte, bu bilimler arasında yöntem ayrılıkları vardır.Gözlenen ekonomik olayların ayrı ayrı değerlendirilmesi güç sayısız etkenlere bağlı olması, ekonomi alanında genel yasalar bulmayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca, sözde uygar insanlık tarihinin tâ başlangıcından bugüne kadar birikmiş olan deneyler (bilindiği gibi) hiç de ekonomik olmayan bir takım nedenlerle, geniş ölçüde, etkilenmiş ve sınırlanmıştır. Ömeğin, tarihte büyük devletlerin çoğu varlıklarını fetihlere borçludurlar.

20. yüzyılın en güçlü yazarlarından biri; Albert Camus

Albet Camus, 7 Kasım 1913’de Cezayir’de doğdu. Annesi hizmetçilik yapan bir Fransız, babası ise İspanyol’du. Babası Lucien, I. Dünya Savaşı’nda piyade alayında görev yaparken hayatını kaybetti. Fakir bir ailenin çocuğu olarak zor bir çocukluk dönemi geçirdi. Çocukluğunun büyük bölümü Cezayir’in Balcourt bölgesinde geçti. 1923 yılında liseyi bitirdikten sonra Cezayir Üniversitesi’nde eğitimine devam etti. Üniverite yıllarında üniversitenin futbol takımında kalecilik yaptı. Daha sonra vereme yakanmasından dolayı kalecilik kariyeri ve okul hayatı yarım kaldı. Okulu bıraktıktan sonra maddi sıkıntılar çekmeye başladı. Özel ders vererek ve meteoroloji enstitüsünde çalışarak geçimini sağladı. 1935 yılında üniversiteye geri döndü ve 1936 yılında “Plotinus” konulu teziyle felsefe bölümünden mezun oldu. 1934 yılında Simone Hie ile evlendi. Karısı morfin bağımlısıydı ve karısının sadakatsizliği yüzünden evlilikleri son buldu.

Alman Eleştirmen ve Yazar Walter Benjamin ve Epik Tiyatro Üzerine Üç Metin

nullÇağımızın ünlü Alman eleştirmen ve yazarı Walter Benjamin (1892-1940), Berlin ve Freiburg’da felsefe öğrenimini gördü. Birinci Dünya Savaşı sırasında İsviçre’ye yerleşerek öğrenimini Bern’de sürdürdü. 1919 da yazdığı ve bugün önemli yapıtlarından sayılan “Alman Romantizm Döneminde Sanat Eleştirisi Kavramı” (Der Begriff der Kunstkritik in der deutschen Romantik) başlıklı doktora tezini verdikten sonra Berlin’e döndü. 1923-25 yılları arasında yazdığı “Alman Tragedyasının Kaynağı” (Der Ursprung des deutschen Trauerspiels) adlı doçentlik tezi Frankfurt Üniversitesince geri çevrilince, Benjamin serbest yazar, eleştirmen ve çevirmen olarak yaşamaya başladı. 1933 de Nazilerin yönetime gelişlerinden sonra, Yahudi asıllı olmasından ötürü Almanya’dan ayrılıp Paris’e yerleşti. 1940 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmek üzere Fransa’dan İspanya’ya geçerken, bir sınır görevlisinin şantaj girişiminde bulunması üzerine, Gestapo’nun eline düşme korkusuyla kendini öldürdü.

Estetik Düşüncesi Tarihine Kısa Bir Bakış – M. Kagan

İlk önce, estetik-olanın özünün bir çözümlemesiyle işe başlayacağız ve burada, güzel-olan ile çirkin-olanın, yüce-olan ile bayağı-olanın trajik-olan ile komik-olanın birliğini göstermek için çeşitli yollara, örneklere başvuracağız Daha sonra, kendi genel özüne has bir yansıma olarak estetik oluntunun özelliklerini ortaya koyacağız. En sonra da, dünyanın insanlar tarafından estetik ve sanatsal olarak özümlenişleri arasındaki bağıntıyı ve farklılığı tanımlayacağız; burada, altında sisteme-yönelik araştırmanın yattığı ve estetik bilimi içinde özümlenmesi gereken, tarihsel-yapısal ve işlevsel yaklaşımların toplu bir çözümlemesi yapılacaktır.

Van Gogh’un kulağını kim, neden kesti?

Alman sanat tarihçileri tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ünlü ressam Van Gogh’un kulağını bilindiği gibi kendisinin değil, ressam arkadaşı Gauguin’in kılıcıyla kestiği iddia edildi.  19. yüzyılda yaşayan Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un kulağını, “bir hayat kadını yüzünden tartıştığı” arkadaşı Fransız ressam Paul Gauguin kesmiş. Hamburg Üniversitesi’nde görevli tarihçilerin araştırmasına göre 1888’de gerçekleşen olayda, aynı evde kalan ikili arasında Rachel isimli bir hayat kadını yüzünden tartışma çıktığı belirtiliyor.

Azerbaycanın başarılı sanatçılarından biri; Brilliant Dadaşova ve şarkıları

Brilliant Dadaşova, 1959 Bakü doğumlu olan sanatçı altı çocuklu bir ailede doğdu. Keman çalan annesinden etkilenerek müziğe ilgi duyan sanatçı, annesini 1964’de trafik kazasında kaybetti. 1985’de, Moskova’da Uluslararası Gençlik Festivali’nde ilk olarak sahneye çıktı. İki yıl sonra, Sovyetler Birliği cumhuriyetlerini kapsayan Müzik Yarışmasını kazandı.