2. Bingöl – Karer Kültür Festivali aktif çalışma komiteleri oluşturuldu

24, 25 ve 26 Temmuz’da yapılacak 2. Bingöl Karer Kültür Festivali ön hazırlıkları yapılmaya başlandı. Fiili çalışmalara yönelik, konaklama, ulaşım, sağlık gibi bir çok başlıkla çalışma komiteleri oluşturuldu. Festival Yönetim Kuruluna bağlı olarak çalışacak olan komiteler arası iletişimden KKF başkanı Ekrem Güreş sorumlu olacak. Karer köy muhtarları Festival Yönetim Kuruluna bağlı olarak çalışacak. Stand başvuruları ise Kiğili Mağazası,dan Erdal Yurtsever’e yapılacak(Tel:0426 214 03 69). Başvurular daha sonra Festival Yönetim Kurulu tarafından değerlendirilecektir.

Bingöl – Karer Kültür Festivali aktif çalışma komiteleri:

Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Diyalektik Materyalizm – Friedrich Engels

0

Strauss, Bauer, Stirner, Feuerbach, felsefe alanından ayrılmadıkları ölçüde hegelci felsefenin uzantısı oldular. Strauss, İsa’nın Yaşamı ve Dogmatik’den sonra artık yalnız felsefi yazına çalıştı ve Renan’vari din tarihi yazdı; Bauer, ancak tarih alanında, hıristiyanlık kökenli bir şey, ama aslında kayda değer bir şey yapmayı başardı; Stirner yalnızca ilgi çekici bir tip olarak kaldı, hatta Bakunin, (sayfa: 48) onu, Proudhon ile malgamalayıp bu malgamaya da “anarşizm” adını verdikten sonra bile; yalnız Feuerbach, filozof olarak dikkate değer kaldı. Ama yalnız bütün özel bilimlerin üzerinde duran ve onlardan bir bireşim meydana getiren sözde bilimlerin bilimi felsefe, onun için aşılmaz bir engel, dokunulmaz bir kapalı kutu olarak kalmadı;

Varoluşçu Filozoflar ve Sanat’ta Varoluşçuluk – Afşar Timuçin

0

Almanya’da 1918 bozgununun hemen ardından, varoluşçuluk felsefesi çiçeklenmeye başladı. Nietzche’nin ve Kierkegaard’ın, bir ölçüde de kötümserlik filozofu Scopenhauer’in (1788 – 1860~ yapıtları bu ülkede yeni felsefeye ilk itkilerini kazandıracak etkinliğe çoktan ulaşmıştı. Dünyamızı dünyaların en kötüsü sayan ve kurtuluşu Buddha’cılar gibi Nirvana yolunda gören Scopenhauer, getirdiği bu öznelci yorumla elbette varoluşçu felsefenin kuruluşuna katkıda bulunacaktı. Varoluş felsefesi en büyük başarılarına Almanya’da ve Fransa’da ulaştı ve gelişimini birbirinden epeyce ayrı iki yolda sürdürdü: Tanrıtanımazlık yolunda ve Hıristiyan inançlılığı yolunda. Tanrıtanımaz varoluşçuluğun başlıca temsilcileri Alman Martin Heidegger (1889 – 1976) ile Fransız Jean-Paul Sartre’dır /dog. 1905). Hıristiyan varoluşçularının başında da Alman Karl Jaspers (dog. 1893) ve Fransız Gabriel Marcel (doğ. 1889) vardır.

Türklerin geninden Türklük çıkmadı!

İsviçre merkezli iGenea şirketinin yaptığı araştırmaya göre, Avrupa’da yaşayan halklar arasında genetik anlamda “en karışık ve en az safkan” olan topluluk Türkiye halkı Türkiye’de “safkan Türk” tartışması yaratacak araştırma için Avrupa’nın dört bir yanından DNA örnekleri toplayan ve bunlar üzerinde analizler yapan bilim adamları Türkiye’de yaşayan Türkler’in sekiz farklı etnik gruba ait genleri taşıdığını belirledi. Çalışmada Avrupa’da “safkan” olmaya en yakın halkın ise Ruslar olduğu ortaya çıktı. Aryan ırk için İkinci Dünya Savaşı’nı çıkaran Almanların genetik yapısında ise sadece yüzde 25 Cermen genleri bulunduğu ve hatta genlerinin yüzde 10’luk bir kısmının da Yahudi ırkından geldiği belirlendi.

Varoluşçuluk, Kaynakları ve Varoluşçu Felsefenin Öncüsü: Sören Kierkegaard – Afşar Timuçin

1

Varoluş felsefesi, çağımızın en önemli iki felsefesinden biridir; Marxcılık’la birlikte hemen hemen bütün çağdaş düşünce oluşumlarının dokusuna  katılmıştır. Marxcılık ve varoluşçuluk, bir çırpıda kavranamayacak, kısa süreli çabalarla öğrenilemeyecek kadar geniş ve çeşitli felsefe çalışmalarını içerir. Eskiden bir felsefe genellikle bir kişinin, bazen de başlıca kişisinin adıyla anılan bir okulun ürünü olurdu. Çağımızda kültürün ileri derecede yaygınlaşması, felsefeleri kucaklanması güç genişliklere ulaştırıyor. Marks’çılık dediğimiz zaman aklımıza bir bakıma birbirini tümleyen, bir bakıma birbirinden ayrı düşen birçok fılozof geliyor. Varoluşçuluk dediğimiz zaman da. Geniş uzanımlı olsun dar uzanımlı olsun, biz bir felsefeyi ancak öncüleriyle ve yan yana yaşadığı felsefelerle kavrayabiliriz.

Metin Altıok Şiir Ödülü Şair Azad Ziya Eren’e Verildi

azad-ziya-erenTiner koklayan bir kuşun iki kanat arası uzadık Ağır yalnız ve en yukarıya kadar güvensiz “kendini anlatmalıdır herkes” Gülümseyişinin rengini kan gülü Anlatacak neyimiz kaldı Söyleyecek kimimiz uzak ve yakın Tuttuk sonu geldi Kavradıkça gelişen kaslarıyla ayrılığın Temmuz uzak solgun bir çocuğun eylülü içerdeydi Şehirler bitirmiştik Yürüyorduk en uzağına zayıf köylerin Safran ve katran aynıydı; dilimizle bilmiştik Büyüyorduk tapınağa doğru: kanayan toprağa

Evrensellik ve Tarih – Claes G.Ryn (Felsefe Makalelerinden Seçmeler)

0

1. Ahlaksal nihilizm ve görecilik bir zamanlar yararlandıkları akademik saygınlığı taşımıyor görünürler. Çok sayıda felsefeci ve başkaları yalnızca estetikte ve bilgikuramında değil ama törebilimde de evrenselliği doğrulamaya sürüklenmektedirler. Nihilizmin ve göreciliğin sorgulanması entellektüel mayalanmayı ve çok gereksinim duyulan bir felsefi yeniden diriliş için elverişli koşulları düşündürebilirdi, ama evrenselliğe olan yeni ilgi bir anlıksal derinleşme belirtisi olmaktan çok ideolojik modanın bir belirtisi olabilir. Ahlaksal yükümlülük önesürümleri tipik olarak felsefi sıkılıktan yoksundurlar ve birçok değişik yönde işlerler. Geleneksel Yahudi-Hristiyan kişisel davranış düzgülerinin yanısıra ‘‘almaşık yaşam tarzları ’’nı da, özel mülkiyetin ve toplumsal ayrımlaşmanın yanısıra toplumun eşitlikçi yeniden yapılandırmasını da, minimal hükümetin yanısıra toplumcu ortaklaşacılığı vb. de desteklemek üzere evrensel ‘‘değerler ’’ ya da ‘‘doğrular’’dan söz edilir. Yüksek bir ahlak kavramı belki en yaygın olarak duygusal bir ‘‘sevecenlik’’ ve ‘‘duyarlılık’’ törebilimi ile özdeşleştirilir.

Şıvan Perwer klipleri (2) Ey Fırat, Mirkut, Ez Hozanım

[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=QT3Dedl3B1s[/youtube]Sivan Perwer Ey Fırat

Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir insan yüzünün en manalı bir alem olduğunu ben o geceye kadar anlıyamamıştım

ahmet hamdi tanpinarBirdenbire ayağa kalktı ve eliyle trenin penceresinden işaret ederek: -İşte, dedi, şu gördüğünüz küçük yol, şu iki ağaç arasında tepenin eteğini kıvrılan patika… Fevkalâde hiçbir tarafı yok değil mi? Hemen her yerde bol bol rastgelebileceğimiz alelade bir şey… Bununla beraber nereye gittiğini,nereden geldiğini bilmediğim, bir dönemeçte kaybolan tozlu parçasından başka hiç bir tarafını tanımadığım bu yol benim hayatımda bütün bir sergüzeşttir. Onbeş seneden beridir ki bu yolda her ay bir iki seyahat yaparım. Bu uzun şeridin iki yanında ve onun döne döne değişen ufkunda tanımadığım hiç bir şey yoktur. Yattığım yerden gözüme ilişen sivri bir kaya parçası, yalnız aydınlık havada ürperen tepesini gördüğüm bir ağaç,

İstenç Üzerine, Yaşamın Yadsınması – Arthur Schopenhauer

1

Her istek, bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar; giderildiği zaman insan yatışır. Ama yatışmamış bir kişiye karşılık, nice yatışmamış ve doygunluğa erişmemiş insan vardır. Üstelik, istek uzun sürer, gerekli olan şeylerin ardı arkası kesilmez; oysa duyulan haz, kısa ve ölçülüdür. Yeryüzünde hiçbir şey yoktur ki, şu iradeyi yatıştırabilsin ya da belirli bir biçimde olduğu yerde durmaya zorlayabilsin. Alınyazısından kopardığımız herşey, dilencinin ayağı ucuna atılan paraya benzer: verilen sadaka, duyduğu acıların sürüp gitmesini sağlayabilmek için, dilencinin hayatını biraz daha uzatmaktan başka bir iş görmez. İşte bundan ötürü, isteklerin ve iradenin boyunduruğu altında kaldığımız; varlığımızı, bizi sıkıştırıp duran umutlara, acı çekmemize yol açan korkulara bıraktığımız ölçüde, ne durup dinlenmek ne de mutluluk söz konusudur.

Genco Erkal’le Belgesel Tiyatro Üzerine Dostça Bir Söyleşi…

Belgesel tiyatro 1835’te Büchner’in Danton’un Ölümü oyunuyla ilk örneği verilmesine, hatta Shakespeare’in birçok oyununu monografilere dayandırmasına rağmen, asıl çıkışını I. Dünya Savaşı sonrasının siyasallaşan Avrupa’sında Almanya ve Sovyetler Birliği’nde yaptı. Özellikle Politik Tiyatro kitabıyla bilinen Piscator’un bu türde dönemi için etkin oyunu vardır. Bu eğilim II. Dünya Savaşı sonrasında da pek çok önemli yazar tarafından sürdürüldü. Siyasal mücadelenin yoğunlaştığı ve ideolojik ayrışmaların olduğu dönemde yükseliş yaşadı ve aynı zamanda siyasal tartışmalara neden oldu. İzleyicilerinde yoğun ilgi gösterdiği belgesel tiyatro etkili olması nedeniyle siyasi iktidarlarında baskılarına maruz kalmıştır. Genellikle önemli siyasal olaylara ve insanları şaşkına uğratan katliamlara, iktidarın baskıcı yüzünü gösteren görevlilere, dünya-tarihsel olaylara yüzünü dönmüş ve resmi tarihi karşısına alarak gayrı resmi tarihin bir parçası olmuştur.

Edebiyat Dünyasıyla İlgili Eserlerin Okunup İncelenmesi

İnsan; kendini, içinde yaşadığı toplumu, tabiatı, dünyayı, kainatı okuyarak tanır. Okudukça bilgisi, görgüsü artar, düşünce ufku genişler, kendisini daha kolay ifade eder, okuma eyleminin insan olmanın bir gereği olduğunu, insanlık görevi olduğunu fark etmeye başlar; geniş kültürüyle toplumda saygın bir yer kazanır. Okumayı kendisi için temel ihtiyaçlardan biri olarak değerlendirir. İşte bütün bu özellikleriyle “okuma, tutkuların en asilidir.” Kişilerin zevkleri, anlayışları düşünceleri birbirinden farklı olduğu için okunacak eserler konusunda çeşitli tavsiyeler yapılabilir. Ancak okumaya, türünün başarılı örnekleri olan klâsik eserlerle başlamakta yarar vardır. Türk ve dünya edebiyatından seçilecek bu tarz eserlerden belli başlı örnekler okunduktan sonra yelpaze kişisel zevklere göre genişletilebilir.

Tiyatronun Güncel Gelişmelere Sanatla Direnişi – Zahit Atam & Selda Karakoç

<<öncesi] 1960-80 Yılları  Türkiye Politik Tiyatronun Tarihi [VII] AST içinde yer alan oyuncular sendikalı ve sigortalı olarak çalışmak zorundadırlar. Yönetimin aldığı kararla bu durumun istisnası yaşanamaz. Dolayısıyla oyuncuların emekçilerle ilişkileri aynı düzlemin içinde yer alarak korunmaktadır, star oyunculuk ya da oyuncunun şöhret-paranın sağlayıcısı olduğu yanılsamacı tiyatronun yarattıkları bu tiyatronun reddettiği bir atmosferdir. Oyuncular kendilerini emekçi olarak görürler. Toplumsal sorunları tiyatrolarından ayrı düşünmezler. Yaptıkları işin toplumcu anlayışları gereği “kurulmakta olan büyük yapıya” yarar sağlayacak bir anlayışı benimserler. Bu tiyatro ahlakına ve dünya görüşüne aykırı olacak bir projenin içinde yer almazlar. Şöhret ya da zenginlik için yer verilen kötü yapımlar sadece kendilerine değil, içinde yer aldıkları tiyatroya da zarar vermektedir. Oyuncular toplumsal sorunlara karşı duyarlı olmak zorundadırlar.

Ankara Sanat Tiyatrosu (1963-1970) – Zahit Atam & Selda Karakoç

<<öncesi] 1960-80 Yılları  Arası Türkiye Politik Tiyatro Tarihi (VI) 6 Aralık 1963 tarihinde kendi ismi ve sahnesi ile gösterimler yapmaya başlayan Ankara Sanat Tiyatrosu’nun temelini İstanbul’da Arena Tiyatrosu’nun gösterimleri oluşturur. 1961 yılı’nda kurulan bu tiyatro topluluğunun yaşamı yoğun ekonomik sorunlar nedeniyle kısa süreli olur.

32. Gün programında Cumhuriyet ve Vakit gazetesi yazarları birbirine girdi (video)

Dün gece Kanal D’de yayınlanan 32. Gün programında çıkan  tartışma sonucunda program, tarihinde ilk kez yarıda kaldı. Programın Sunuculuğunu yapan Rıdvan Akar, program konukları olan Cumhuriyet ve Vakit gazetesi yazarlarının ilk etapta farklı odalarda oturduğunu ve karşılaşmadığını, daha sonra karşılaştıklarında ise selamlaştıklarını, hatta bazılarının tokalaşıp öpüştüğünü belirtti. Programa sakin bir atmosferle girdiklerini söyleyen Akar, “Daha sonra kimin sesi daha yüksek çıkarsa izleyici nezdinde haklı çıkacak gibi bir haleti ruhiyeye girdiler. Hakaret yarışına dönüştü dedi. Telkinlerine rağmen fikirlerin değil, hakaretlerin yarıştığını belirterek, “Bu koşulda programa devam etmenin olanağı yoktu. Kısa bir ara vererek tarafların sakinleşmesini sağlamak istedik. Bu arada daha da alevlendi, karşılıklı güç gösterisine dönüşünce devam edemeyeceğimizi anladık” dedi.

Siyasal Mücadelelerin Tiyatro Üzerine Etkileri – Zahit Atam & Selda Karakoç

<<öncesi] 1960-80 Yılları  Arası Türkiye Politik Tiyatro Tarihi (V) 3. Teatral mekânlar değişiyor. Bu anlamda İtalyan Sahnenin ve tiyatro salonlarının dışına taşılıyor;

Geçmişimizde Karagöz ve Ortaoyunu belirli ölçülerde dış mekânlarda ve eğlence yerlerinde sergileniyordu. Ancak Halkevleri bünyesinde yapılan tiyatro ve özellikle Şehir Tiyatrolarının yerleşmesi ve aydın çevrelerde İtalyan sahne ve batı dramı öne çıkınca, bunlara geleneksel tiyatronun değişim sürecine yeterince ayak uyduramaması da eklenince bu süreç kesintiye uğradı, gitgide azaldı. Ancak 1960’larda özel tiyatroların artması ve toplumdaki siyasallaşma süreçleriyle nesnel kısıtlar biraraya gelince “kendiliğinden” bir süreç olarak sokağa yeniden dönüş yaşandı. Sokak tiyatrosu olarak başlayan süreç giderek fabrikalar, grev mekânları, siyasal gösteriler, parklar gibi alanlarda teatral etkinlikler artmaya başladı. Sonuç olarak dış mekân önemli bir sahneye dönüştü.

Sakarya Akyazı’da Kürtlere yönelik dört yılda 6 linç girişimi “münferit” vaka!

Sakarya’nın Akyazı ilçesinde Kürt işçilere yönelik saldırıların arkası kesilmiyor. Son dört yılda 6 kez Kürtlere yönelik linç girişimine sahne olan ilçede 19 Mayıs günü uzun süredir devam eden gerginlik çatışmaya dönüştü. Sakarya Valisi ise olayların “münferit” olduğunu savundu.

Brechtiyen Tiyatronun Keşfi – Zahit Atam & Selda Karakoç

1960-80 Arasında Türkiye’de Politik Tiyatronun Tarihi (IV) BİR PARANTEZ: YOLU AÇAN HALDUN TANER… Haldun Taner geleneksel tiyatronun açık biçim, göstermeci anlatım özelliğini epik tiyatronun anlatım tarzıyla birleştirmeye çalışan bir yazardır. Keşanlı Ali Destanı’ndan bu yana yazdığı oyunlarda kullandığı geleneksel özellikleri Ayşegül Yüksel şu şekilde sıralar; “Karagöz ve Ortaoyunu’nda seyircinin yanılsamaya sokulmayışı ve seyirciye bir oyun izlediğinin anımsatılması; oyunda yoğun bir güldürü ortamının kotarılması; öndeyiş ve son-deyiş kullanımı; oyunun sonunda “İbret çıkarma”; oyunun dokusunun gevşekliği; oyunun akışının türkülerle kesilmesi; gerilimli ve duygulandırıcı sahnelerden kaçınma; oyuncuların sürekli olarak rollerine girip çıkmaları; kişilerin tip boyutunda abartılı olarak çizilişi, söz oyunları, tekerlemeler, bol nükte kullanımı.”[21]

Dünyanın En Güzel Öyküsü: Felsefe Nigel Warburton

0

Felsefe Nedir? Bu, hayli meşhur ve zor bir sorudur. Onu cevaplamanın en kolay yollarından biri, felsefenin filozofların yaptığı şey olduğunu söylemek ve sonra da Platon, Aristotales, Descartes, Hume, Kant, Russel, Wittgenstein, Sartre ve diğer ünlü filozofların eserlerine gönderme yapmaktır. Bununla birlikte, bu cevabın, konuya yeni giriş yapıyorsanız eğer, adı geçen yazarlar tarafından kaleme alınmış olan bir eseri muhtemelen henüz okumuş olmayabileceğinizden dolayı değildir. Okumuş olsanız dahi, bu filozofların hepsinin birden paylaştığı ilişkili bir karakteristik gerçekten olsa bile, onların ortak olarak sahip oldukları bir şeyi söylemek herşeye rağmen kolay olmayabilir. Soruya bir diğer yaklaşım, felsefenin “hikmet sevgisi” anlamına gelen Grekçe sözcükten türemiş olduğuna işaret etmektir. Mamafih, bu, felsefenin filozofların yaptığı şey olduğunu söylemekten daha muğlak ve hatta daha az yardımcıdır. Bu genel mütalaalara gerek duyulmaktadır.

AST ve Dostlar Tiyatrosunun Sürecin İçine Girişi – Zahit Atam & Selda Karakoç

1960-80 Yılları  Türkiye Politik Tiyatronun Tarihi [III] “Toplumda yaşanan ve gerginleşen politik atmosferin bir sonucu olarak az da olsa birkaç tiyatro oyunu alışılagelmiş mekânından, tiyatro binasından çıkarak sokaklara, meydanlara, mitinglere ulaştırma girişimleri görülür. Kimi zamanda sokaktaki politik hareketler ve eğilimler doğrudan oyunun içinde yer alır, sloganlar atılır, bildiriler okunur, yumruklar kalkar, marşlar söylenir, yürüyüşler yapılır, politika topluluk bünyesinde ideolojik fraksiyonlar yaratır, bölünmeler ve tartışmalar yaşanır, ya da Sezua’nın İyi İnsanı örneğinde olduğu gibi, tiyatrolara veya sanatçılara karşı saldırılar düzenlenir.” [14]