Yedinci Sanatla İkinci Sanatın İzdivacı – Emre Karacaoğlu & Hikmet Temel Akarsu

Sinema- Müzik Birlikteliğine Çarpıcı Bir Örnek: David Lynch & Angelo Badalementi 19. Yüzyıl’ın sonlarında ortaya çıkan sinema, 1900’lü yılların başına kadar sessizdi. İzleyiciler mütevazi sinema salonlarında toplanır, ekranda hızlı bir şekilde hareket ettirilen selüloid resimlerin oluşturduğu sessiz görüntüyü izlerlerdi. Ancak bu görüntüler, zamanla -izleyicilerin de sinemanın ilk başta yarattığı şaşkınlığa alışmalarıyla- yönetmenin hissettirmek istediği duyguyu ortaya koymakta yetersiz hale geldi. Ve sonunda, sinema tiyatrosu sahipleri o dramatik duyguyu ekleyebilmek için salonlarına müzisyen kiralamaya başladılar. Kimi zaman bir piyanist, kimi zaman bir orgcu ve hatta kimi zaman da bir orkestra,

Seçilmiş klasik müzik eserleriyle Telemann Trio Berlin

1992 yılında kurululan Telemann üçlüsü Berlin, Almanya’da biraraya gelmiş müzikal açıdan birbirne oldukça yakın üçlüden oluşuyor. Adını 17. yüzyıl bestecisi Georg Philipp Telemann’dan alan grup, onun repertuarı Handel, J.S. Bach, C.P.E. Bach, Couperin, Vivaldi, Bruch, Cui, Ibert, ve Martinu üzerinde çalıştığı eserlerden alıyor. ilk günden beri sevilen, iyi kalitede müzik yapan Telemann Trio Berlin, Avrupa, Amerika, Japonya’da ve güneyde doğu Asya’da dinletiler düzenledi. Bir bütün olarak albüm baştan sona sakin ve dinlendirci…

Kazib Sanatçıya “Güzelleme”… – Hikmet Temel Akarsu

Post-modern çağ sanatının ayırıcı özelliği, yapıtı metalaştırması, asli mükellefiyetlerinden soyundurması, bir endüstri nesnesi haline dönüştürmesi ve pazarda, en alelade mamülden farksız bir anlayışla sürüme sunmasıydı. Kültürdeki endüstrileşmenin kaçınılmaz sonucu olan ve insanlığın düşünce tarihinde bir nevi fetret devri olarak anılacak bu dönem, doğası gereği imaj, imge, reklam, kandırma, aldatmacaya dayalı bir sanatsal ağ kurdu. Bu ağa hizmet edecek tatlısu eleştirmenlerini bizatihi kendi elleriyle kuvözlerde yetiştirdi ve münasip pozisyonlara getirdi. Neo-liberal çağın sanatsal yansıması olan post-modern çağda sanat her türlü idealist, sosyal, beşeri, tözsel ereğinden koparılıp

2. Bingöl Karer Kültür Festivali Program Broşürü

_

Karer Kültür Festivali, tüketim ve eğlence amaçlı bir aktivitenden öte hoşgörü ve paylaşım temeli üzerine kurulan kültürümüze sahip çıkmanın ve yaşatmanın sonraki kuşaklara aktarmanın, bölge halkının yaşam şartlarını gündeme getirmek ve değiştirmesini sağlamanın bir aracıdır.

Nazım Hikmet: Faşistlerle ağızbirliği yapmadan önce düşünün biraz

Turancılar, ırkçılar, faşistler bir düşünceyi, bir adamı kötülemek istediler mi: ‘Böyle düşünmek komünistliktir, bu adam komünisttir!’ diye yaygarayı basıyorlar. Türk burjuvasinin gerici çevreleri, çiftlik sahipleri, köy ağaları da öyle, menfaatlerine zarar verebilecek her harekete, her isteğe: ‘Bu komünistliktir!’ damgasını vuruyorlar. Satılık politikacılar, yabancı devlet ajanları, siyasi polis, karanlık işlerini keyiflerince görebilmek için: ‘Komünizm tehlikesini’ dillerinden düşürmüyorlar.

Kemal Tahir Mektupları ve Edebiyat Üzerine

Kardeşim Kemal Tahir, Mektubuna senin sırayı güderek cevap vereceğim. Uyandırılmış Toprak, roman ve sanat eseri olarak, elbette ki, Gogol, Tolstoy, Balzac filan gibi büyüklerden sonra okunursa ve onlarla ölçülürse bir hayli acemi kalır. Hatta ondan bir gömlek daha kuvvetli olan Sakin Don Üzerinde romanı bile böyledir. Fakat Şolohof’da, bütün şartları göz önünde tutulursa, yeni ve büyük sosyalist edebiyatına ilk defa getirdiği bir realizm cesareti var ki, bence onun bu edebiyatta şimdilik yaptığı en büyük başarı budur.

Thomas Hammarberg’in Uyarısı: Çocuklar Suçlu Muamelesi Görmemelidir

Evet, çocuk suçluların ortaya çıkmasını durdurmak hepimizin çıkarınadır. Bu nedenle onlara çocuk oldukları sürece çocuk gibi davranmalı ve cezaî adalet sistemini yetişkinlere ayırmalıyız. Günümüz Avrupası’nda daha erken yaşlarda çocukları hapsetme yönünde rahatsız edici bir eğilimi var. Birleşik Krallık gibi bazı ülkelerde cezaî sorumluluk yaşı şimdiden oldukça düşüktür. Fransa’da yakın zamanda yaş sınırının 12’ye indirilmesi önerilirken Gürcistan’da benzer bir yasa Kabul edildi. Kanımca, tartışmayı cezaî sorumluluk için yapay bir sınır belirlemenin ötesine taşımanın ve çocuk adaleti konusunda daha çocuklar lehine bir çözüm bulmanın zamanı geldi.

Plath ile Marmara’nın gizli akrabalığı – Orhan Kahyaoğlu

Nilgün Marmara öleli yirmi yıl oldu. Birkaç şair ve şiirsever dışında bu şiiri herkes ölümünden sonra tanıdı. Türkçede benzerine nadir rastlanan bir şiirdi bu. İntizamsızdı. İmge yüklü yakarışlarla doluydu. Bu şiirin asıl akrabalığı kozmik evrenle, insanın içinde çatışan duyguların kesişme, noktalarıydı. İnanılmaz zengin bir sözcük seçimi ve çeşitliliğiyle bezeliydi bu şiir. Mükemmel bir şiir miydi? Sanmıyoruz. Ancak, örneğinde rastlanmayan bir dil ve imge biricikliği vardı bu şiirin. Okuru kolayca kuşatan bir şiir hiç olmadı, çünkü reel dünyanın, gündelik hayatın duyarlılıklarıyla olan köprüyü baştan yok saymıştı. Dolayısıyla, geniş kesimlerin kolay okuyamayacağı, ama biricikliği dolayısıyla kalıcı nitelikte bir şiirdi.

Yrd. Doç. Dr. Murat Paker – İrfan Kuzu, Söyleşi: PSİKOLOJİK AÇIDAN GÖÇ

Göç, insanlar (çocuk,kadın,erkek) üzerinde nasıl bir psikolojik/travmatik etkileri oluşturur? Bu etkiler kalıcılaştığında göç eden ve göç edilen yerleşimlerdeki insanlar arasında nasıl sorunlar oluşur?

Göç oldukça karmaşık bir olgudur. Çok sayıda faktör işin içindedir ve göç psikolojisi üzerine konuşmak ancak sosyo-politik ve ekonomik faktörlerin de dikkate alınacağı karmaşık bir matriks bağlamında mümkündür. Bunu akılda tutararak, göç psikolojisi açısından analiz kolaylığı sağlayacağı için üç evreden bahsetmek mümkündür: Göç-öncesi, göç süreci ve göç-sonrası. Psikolojik açıdan göçü incelerken ve göç nedeniyle psikolojik zorluklar yaşayan insanlara yardım ederken, bu üç evredeki olumsuz ve olumlu özellikleri değerlendirmek gerekir.

Aşık Ali Nurşani Türküleriyle Cafrande.org’ta

1959 Yılında İslahiye’nin Sakçagözü köyünde doğdu. Asıl adı Ali Ayhan olan sanatçı on yaşlarında bağlama çalmaya başladı. 1970’li yıllarda itibaren şiir yazmaya da başlayan Aşık Nurşani, daha sonra Aşık Mahzuni ve başka birçok aşıkla birlikte çeşitli turnelere katıldı. İlk plağını 1972 yılında doldurdu. 1979 yılında Aşık Mahzuni’yle birlikte konser vermek üzere gittiği Almanya’ya yerleşti.

“Hep yoksul askerler ölüyor”

Hakkari’de kazada mühimmatın patlaması sonucu yaşamını yitiren askerlerden Piyade Er Bahadır Han Solak’ın cenazesinde arkadaşları pankart açınca polisin müdahalesi ile karşılaştı. Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde kaza sonucu meydana gelen mühimmat patlamasında hayatını kaybeden dört askerden Piyade Er Bahadır Han Solak’ın cenaze töreninde arkadaşları ‘Yemen yolu çamurdandır, sefertası bakırdandır, gemiciği olan bedel öder, şehidimiz fakirdendir’ yazan pankart açtı.

Jiddu Krishnamurti: Güzel bir akşamdı, çevreye koyu gölgeler vuruyordu…

Jiddu KrishnamurtiAy tepelerin üzerinde yeni yeni yükseliyordu, onu olağanüstü bir biçime bürüyen uzun, yılan gibi bir buluta yakalanmıştı. Öylesine büyüktü ki, tepeler, topraklar, yeşil çayırlar yanında cüce gibi kalmıştı; yükseldiği alan daha açıktı, daha az bulut vardı, ama ay kısa sürede koyu renkli yağmur bulutlarının arasında gözden yitti. Yağmur çiselemeye başlamış, toprak ferahlamıştı. Buralarda pek sık yağmur yağmaz, onun için her damla değerlidir. Banyan, demirhindi ve mango ağaçlarının biraz beklemesi gerekirdi, ama küçük bitkiler ve pirinçler azıcık bir yağmurda bile sevinirdi. Ne yazık ki bu birkaç damla da kesildi ve ay berrak gökyüzünde parlamaya başladı. Kıyıda yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu, ama burada, yağmura gerek duyulan yerde, yağmur bulutları geçip gitmişti.

Niçin Şiir Yazıyorlar, Niçin Aşık oluyorlar? – Haydar Ergülen

Baştan söyleyeyim: Bu bir aşk mektubu değildir. Memleketin yine her bakımdan bir ateştopuna döndüğü şu yakıcı ve boğucu ortamda aşk mevzuuna girip harareti artırmak da istemem. Merdiven Şiir dergisinin 4. sayısında bir soruşturma var: ‘Niçin Şiir Yazıyorlar?’ Büyük, orta, genç, her boydan şairler bu sorunun hakkını veren yanıtlar hazırlamışlar. Herkes meşrebince niçin şiir yazdığını açıklıyor. Arada Baki Ayhan T. gibi ‘Niçin yazdığımı bilmiyorum’ diyenler de çıkıyor, Sina Akyol gibi ‘Şairin bir poetikası varsa, niçin yazdığını mutlaka bilir’ diyenler de. Ben bu hususta kendimi Baki Ayhan T.’ye daha yakın buluyorum, çünkü vaktiyle ben de ‘Niye şiir yazdığımı bilmiyorum’ demiştim ve bir hayli de zılgıt yemiştim!

Jean-Paul Sartre: İstediğim gibi var olabilir miyim?

Eğer insan varlığı henüz tam değilse ve kendinde tam değilse, o zaman kendisini kendi özgür seçimleriyle gerçekleştirmek için bir olanağı vardır: Şimdi seçme vakti! Yani kendi özgür seçimlerimle kendimi şu şekilde değil de bu şekilde var kılabilir miyim? Öyle değil de böyle olabilir miyim? Yoksa öz’üm ben var olmadan çok daha önce belirlenmiştir de ben sadece o öz’ün kendini gerçekleştirmesinin etkisiz bir aracısı mıyım? Ama değil, yoksa ben kendimi kendi özgür seçimlerimle var ederek mi kendi özümü oluştururum? Bu sorular elbette ki varoluşçuluğa dair en temel sorular. Şimdi yeniden gündeme getirmemizin nedeni ise Varoluşçuluğun 20. yüzyıldaki en önemli düşünürü Fransız Jean-Paul Sartre’ın en önemli felsefi eseri ‘Varlık ve Hiçlik’in İthaki Yayınları tarafından daha yeni yayımlanması.

Öykü | Ölü olmak nasıl öğrenilir – Italo Calvino

Dünyanın kendisi olmaksızın nasıl olacağını görmek için, bundan böyle sanki ölmüş gibi davranmaya karar veriyor Bay Palomar. Bir süredir, kendisiyle dünya arasındaki ilişkilerin eskisi gibi olmadığının farkında; eskiden, kendisinin de dünyanın da birbirlerinden birşeyler beklediklerini sanırken, şimdi, iyi ya da kötü, neyin beklendiğini, ya da bu beklentinin kendisini sürekli olarak korkulu bir sıkıntı içine sokan gerekçesini ansımıyor. Artık kendi kendine, dünyanın ona neler hazırlamakta olduğu sorusunu sormadığı için, Bay Palomar’ın şimdi bir rahatlama duygusu duyması ve ayrıca artık kendisiyle ilgilenmeyecek olan dünyanın rahatlamasını da farketmesi gerekiyor. Ama işte bu dinginliğin tadına varma beklentisi, Bay Palomar’ı sıkıntıya sokmaya yetiyor. Kısacası, ölü olmak, sanıldığı kadar kolay değil. Her şeyden önce, ölü olmakla, burada olmamayı birbirine karıştırmamak gerekiyor; burada olmamak, doğumdan önceki sınırsız zaman bölümünü kapsadığı gibi, ölümü izleyecek yine sınırsız zamanın görünürde karşılığı.

Yaşar İldan’a, İnsanlık ve özgürlük için bir imza

Gazi Olayları‘na karşı yapılan protesto eylemlerine katıldığı için gözaltına alınıp  yapılan, işgence sonrasında uygulanan siyasi baskılar sebebiyle ülkeden ayrılarak yurtdışında yaşamak zorunda kalan dostumuz Yaşar İldan, tatil için eşi ve iki çocuğu ile gittiği ispanyada 50 gün önce tutuklandı. Türkiye’nin isteği üzerine yargılanmadan ispanyada hapis tutulmakta ve iadesi istenmektedir. Katillerin, canilerin, hortumcuların, ülkemizde ve Avrupada cirit attığı bu “kendine demokrat” kapitalist düzende Yaşar İldan’ın anti demokratik bir sekilde, suçlandığı davada somut bir  delil olmadığı halde tutuklanmasını kınıyor ve derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz!.. Dost sitelerimizden karer.org’un düzenlediği imza kampanyasına destek vermek için burayı tıklayınız.

Nazım Hikmet:Bana göre Don Kişot sadece mazi hasreti çeken bir adam değildir

Don Kişot’un klasik tefsirleri [yorumları] vardır : Monarşinin – yani burjuva iktisadının – hâkim olmaya başladığı bir devirde, derebeyliğe, şövalyeliğe, yani artık geri gelmesi mümkün olmayan bir devre, maziye hasret. Don Kişot bu şövaleresk tarafları olan mazinin, bu kaybolmuş cennetin mütehassiri [özleyeni], Şanso ise, burjuva akıl ve mantığının, devrin realitesinin mümessili. Cervantes, maziye dönmenin ne kadar imkânsız olduğunu göstermek istemiş ve böyle bir hasret çekenlerle alay etmiştir. Bu bakımdan da Don Kişot imkânsızın peşinde koşan bir çeşit zavallı ve biraz da gülünç bir delidir. (…) Bana göre Don Kişot sadece mazi hasreti çeken bir adam değildir. Umumiyetle doğrunun, haklının, güzelin hasretini çeken adamdır. Bu onun hem kuvvetli, hem zayıf tarafıdır. Çünkü umumiyetle, mutlak manasıyla, güzel, doğru ve iyi yoktur, fakar diğer taraftan insanlar, sosyal şartların tesiriyle, daha güzele, daha haklıya, daha doğruya mütemadiyen hasret çekmişlerdir. Don Kişot kuvvetli bir adamdır, çünkü aksiyon [eylem] adamıdır.

İnanmıyorlar bana – Louis Aragon “Boşuna yazıyorum dilim dişim tırnağımla kanımla kemanlarımla”

İnanmıyorlar bana inanmak istemiyorlar Boşuna yazıyorum dilim dişim tırnağımla kanımla kemanlarımla Boşuna yazıyorum uyaklarımla Gecede dalların eski dilini bilmeyen biri gibiyim Asılmış suların üstünde Konuşmak kara dilin erkeğin ve kadının Birbirine tutuşmuş iki ele yabancı biri gibi konuşmak Konuşmak mutluluğun çılgını gibi Öpücüklere benzemeyen sözcükler var ya İşte o sözcükleri yitirmiş bir ağzın dili ile konuşmak Tüm bunlardan yakınan bir edayla konuşmak

Friedrich Engels’in Kaleminden Karl Marx (1877 Haziran)

İLKİN sosyalizme ve, sonra da, tüm çağdaş işçi hareketine bilimsel bir temel vermiş bulunan adam, Karl Marx, 1818’de Treves’de doğdu. Önce Bonn ve Berlin’de hukuk okudu, ama az sonra kendini yalnızca felsefe tarihi irdelemesine verdi ve, 1842’de, Friedrich Wilhelm III’ün ölümünden sonra ortaya çıkan siyasal hareket onu bir başka yaşama yönelttiği zaman da, felsefe öğretim görevlisi atanmak üzere bulunuyordu. Onun katkısı ile, Renanya liberal burjuvazi önderleri, Camphausen, Hansemann ve öbürleri, Kolonya’da Rheinische Zeitung’u  kurmuşlardı ve Renanya Eyalet Meclisi oturumları üzerindeki eleştirisi çok büyük bir yankı uyandıran Marx, 1842 güzünde bu gazetenin yönetmenliğine getirilmişti. Doğal olarak, Rheinisch Zeitung sansürden geçiyordu, ama sansür hiçbir zaman bu gazeteyi (sayfa 94) alt edemedi.

Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve İbrahim Balaban 1940 Bursa Cezaevi

bursa cezaeviNâzım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Moskova’da, Nâzım Hikmet’in mahpushane arkadaşı Orhan Kemal ise 2 Haziran 1970’de Sofya’da öldü. Toplumcu gerçekçi akımın ülkemizdeki temsilcilerinden Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal’in Bursa Cezaevi’ndeki yaşamlarını, 1993’te Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz yazar Asım Bezirci’nin kaleminden okuyalım…

Nâzım Hikmet 5 Aralık 1940’ta Çankırı’dan ve Hikmet Kıvılcımlı ile Kemal Tahir’den ayrılmak zorunda kalır. Siyatik ağrıları ve ciğer sancıları iyice artmıştır. Artık dayanamamaktadır. Doktorlar düzenledikleri raporlarda kaplıcası olan bir kente gitmesini salık vermişlerdir. İdare de bunu göz önünde tutarak kendisini Bursa’ya göndermiştir.